"Nasıl ki saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayı ve saati ve günleri sayan daireleri zahiren birbirine benzer, fakat süratte birbirine muhaliftir." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Nasıl ki saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayı ve saati ve günleri sayan daireleri zahiren birbirine benzer, fakat süratte birbirine muhaliftir. Öyle de insandaki cisim, nefis, kalp, ruh daireleri öyle mütefavittir. Mesela, cismin bekası, hayatı, vücudu, bulunduğu bir gün, belki bir saat olduğu ve mazi ve müstakbeli madum ve meyyit bulunduğu hâlde, kalbin hazır günden çok gün evvel, çok gün sonraki zamana kadar daire-i vücudu ve hayatı geniştir. Ruhun hazır günden seneler evvel ve seneler sonraki bir daire-i azîme, daire-i hayatına ve vücuduna dahildir."
"İşte bu istidada binaen, hayat-ı kalbî ve ruhîye medar olan marifet-i İlahiye ve muhabbet-i Rabbâniye ve ubudiyet-i Sübhâniye ve marziyât-ı Rahmâniye cihetiyle, bu dünyadaki fâni ömür, baki bir ömrü tazammun eder ve ebedî ve baki bir ömrü intaç eder ve baki ve lâyemut bir ömür hükmüne geçer."
"Evet, Baki-i Hakiki'nin muhabbet, marifet, rızası yolunda bir saniye, bir senedir. Eğer onun yolunda olmazsa, bir sene bir saniyedir. Belki onun yolunda bir saniye layemuttur, çok senelerdir. Ve dünya cihetinde ehl-i gafletin yüz senesi bir saniye hükmüne geçer." (Lem'alar, Üçüncü Lem'a)
Allah insanı sadece cisim ve kalıptan ibaret olarak yaratmamıştır. Allah insanın fıtratına birbirlerine zıt ve mahiyetleri bir birinden farklı çok duygular, latifeler vermiştir.
Cisim maddidir ve maddi kayıtlara mahkûmdur. Maddi kayıtlar açısından bakıldığında maddeye hükmeden ve kısıtlayan iki ana unsur vardır. Birisi zaman, diğeri mekândır.
Maddi âlemdeki zaman çok dar ve sınırlıdır. İnsan cisim açısından maddi âlemde bir “an” içinde hapis olmuştur. Zira cisim için geçmiş ve gelecek, ölü ve yok hükmündedir.
Mekân açısından da insan sınırlıdır. Cisim olarak insan ancak bir yerde bulunabilir. Aynı anda farklı yerlerde bulunması imkânsızdır. Beden maddi olduğu için onun tesir sahası sadece bulunduğu an ve mekândır. Ne maziye gidebilir ne de istikbale hükmeder.
Göz duvarın arkasını göremez iken, kulak duvarın arkasından gelen sesi duyabilir. Göz yıldızları görürken dokunma hissi hiçbir zaman yıldıza ulaşamaz. Yine göz kokuyu göremezken, burun görür.
İnsanın gözü belli bir sahada cevelan eder; çok küçük varlıkları göremediği gibi çok uzakta olan yıldızları da göremez. Keza, kulağı da belli frekanslar arasındaki sesleri işitir, daha hafif yahut daha tiz frekansları işitemez. Ama insan aklı öyle değil. Onun sahası çok geniş. İlk insandan bugüne, insan aklının ortaya koyduğu ilmî eserlerden, fennî keşiflere kadar bütününü birden nazara alalım, insan aklı bunlardan çok daha geniş sahalarda dolaşabilir. Nitekim her gün yeni bir keşifle, yeni bir buluşla karşılaşıyoruz.
Üstad Hazretleri “Şu dünyada zamanın fenâ ve zevâl-i eşyadaki tesiratı gayet muhteliftir.” ibaresi ile zamanın cisim, kalp ve ruh üzerindeki farklı yansımalarına işaret ediyor.
Ama akıl, hayal ve kalp nuranî birer latife oldukları için, dairesi yani tesir sahası çok geniştir. Geçmişe gidip hüzünlenir, geleceğe varıp endişelenebilir.
Ruh tam nuranî bir mahiyette olduğu için, zamanın kayıtları ve kısıtlamaları ortadan kalkıyor.
Ruh, bir anda bedendeki milyarlarca hücreyi, bütün azaları ve duyguları idare ediyor. Bir iş bir işine mâni olmuyor.
İnsan kalben geçmişe gidip hüzünlenir ya da sevinebilir, ama cismi maddi kayıtlarından dolayı kalbe refakat edip gidemez. İşte kalbin dairesi cismin dairesinden geniş olması bu manayadır.
Mesela insanın bedeni hapiste iken, hayali dışarıda rahatlıkla dolaşabilir. Cisme konulan kayıt hayale konulamaz. Bu yüzden insandaki kalp latif olmasından, cisme nisbeten dairesi çok geniş ve kayıtları azdır. Cisim geçmiş ve geleceği hissedemez, ama kalp geçmiş ve geleceğe gidip oralarla irtibata geçebilir. Nuranî kalplere gelen gaybi haberler meselemizi izah ve ispat eder.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü