"Nebiyy-i Zîşânın (a.s.m.) makam-ı mahmûdu İlâhî bir mâide ve Rabbânî bir sofra hükmündedir. Evet, tevzi edilen lütuflar, feyizler, nimetler o sofradan akıyor..." Devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İ'lem eyyühe'l-aziz! Nebiyy-i Zîşânın (a.s.m.) makam-ı mahmûdu İlâhî bir mâide ve Rabbânî bir sofra hükmündedir. Evet, tevzi edilen lütuflar, feyizler, nimetler o sofradan akıyor. Resul-i Zîşâna (a.s.m.) okunan salâvat-ı şerife, o sofraya edilen dâvete icâbettir."(1)

Makam-ı Mahmud için şefaat-i kübra makamı deniliyor. Peygamber Efendimiz (asm.), mahşer meydanında Cenâb-ı Hakk’a o güne kadar kimsenin yapamadığı en mükemmel bir şekilde hamd ve senada bulunacak daha sonra kendisine şefaat-ı kübra selahiyeti verilecektir.

Bu şefaat selahiyeti derecelerine göre diğer peygamberlere, sahabelere, şehidlere, âlimlere de verilecektir.

"Ve keza, salâvat-ı şerîfeyi getiren adam, zât-ı Peygamberîyi (a.s.m.) bir sıfatla tavsif ettiği zaman, o sıfatın nereye taallûk ettiğini düşünsün ki, tekrar be tekrar salâvat getirmeye müşevviki olsun."(2)

Salavat getirirken Peygamber Efendimizi (asm.) bir sıfatla yâd ediyoruz. Meselâ, bunlardan birisi Nebiyy-i Zîşan, bir diğeri Resul-i Ekrem...

“Nebiyy-i Zîşan” dediğimizde O’nun (asm.) bütün peygamberlerden daha üstün olduğunu, bütün âlemlerin O’nun hürmetine yaratıldığını düşündüğümüzde salavat getirmeye şevkimiz artar.

Keza, “Resul-ü Ekrem” dediğimizde O’nun en mükerrem, ilâhî ikramlara en ileri manada mazhar olan peygamber olduğunu ve o Zâtın bizim için de en büyük bir ikram, bir ihsan olduğunu hatırlarız. İmanımızdan, iffetimizden, ahlâkımızdan tut, tâ hangi işlerin helâl, hangilerinin haram olduğuna kadar her şeyi O’ndan (asm.) öğrenmiş bulunuyoruz. Bunu hatırlamak da kalbimizde O’na salavât getirme hususunda bir iştiyak doğurur.

Dipnotlar:

(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Hubâb.
(2) bk. age.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 19.876
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

zeynepyavuz

Bu nimet ve feyizlerin bize yansıyan sureti nasıldır, misal verir misiniz?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale

Kalbimize gelen nurlar, hidayetler, manalar, ruhumuzu inkişaf ettiren feyiz ve hakikatler, vicdanımızı huzura gark eden manevi nur ve nimetler; hep bu sofradan akan nimetler oluyor.

Hatta maddi nimetler de bu sofranın bir bereketi bir ihsanı bir ikramı niteliğindedir. Her nimetin bir sebebi olduğu gibi bize ikram edilen maddi nimetlerin manevi sebebi bu makam-ı mahmud sofrasıdır denilebilir.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
nurcu56

Namaz tesbihatında salavatlar neden okunuyor? Duanın kabul olunması için mi? İslam âlimleri ve Üstad ne diyor bu konuda?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale

“Salavat”; umumî manada Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed (asm)’i anmak, O’na selam göndermektir. Kelime olarak ise tebrik ve dua demektir. Istılahta ise, Pesulullah Efendimize (asm) yapılan hususî dua ve niyaz demektir.

"Muhakkakki Allah ve melekleri Peygambere salat ederler, ey iman edenler siz de ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin." (Ahzab Suresi, 33/56)

Bu âyette de ifade edildiği gibi, her asırda milyonlarca Müslüman, sayısız melekler ve cinler Resul-i Ekrem Efendimize (asm) günde beş vakit dua edip, salavat getiriyorlar. Allah ve melekleri peygambere salat ettiği için, bizim de ona tam bir teslimiyetle salatü selam etmemiz icap eder. Zaten bu, Allah’ın emri ve O’na ümmet olmanın muktezasıdır.

Allah’ın Hazret-i Peygambere salat getirmesi yardım, rahmet ve ihsan mânasınadır. Meleklerin ve insanların salat getirmesi ise dua, selam ve niyaz mânasındadır.

Bu dua ve salavatlardan hâsıl olan bütün sevaplar öyle bir manevî kuvvet oluyor ki; Hazret-i Peygamberi çok yüksek ve yüce bir makama ulaştırıyor. O’nun (asm.) bu manevî makamını bütün akıllar toplansa anlamazlar.

“Hem ism-i â’zama mazhar olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bir âyette mazhar olduğu feyz-i İlâhî, belki bir peygamberin umum feyzi kadar olabilir.” (Sözler)

Allah’ı bilmede, O’nu hamd ve tesbih etmede en ileri mertebe Allah Resulüne (asm ) aittir. Bütün İlâhî isimlerin en ileri mertebesine de O (asm.) mazhardır. Kâinatın yaratılmasından asıl gaye O’dur. Diğer varlıkların yaptıkları bütün ibadetler, kazandıkları bütün marifetler ve zevk ettikleri bütün muhabbetler onun yanında ancak bir gölge gibi kalır.

Habib-i Kibriya Efendimiz (asm)'in makamı ve Allah katındaki derecesi kâinatın ve bütün mahlûkatın yaratılmasına bir sebep olduğu gibi, bütün feyiz ve lütufların da kaynağıdır. Bütün nimetler O’nun hürmetine ihsan ediliyor. Bu sofranın daha da genişlemesinin ve ona katılmanın yollarından birisi de salavat getirmektir.

Salavat, Allah Resulünün davetine bir icabet, Allah’ın rahmetinin celbine bir vesiledir. Kâinatı O’nun (asm.) hürmetine yarattığı bir zatı salavat ile memnun ederek Allah’ın rahmetine talib olmak her mü’minin en büyük gayesi olmalıdır.

Hem makâm-ı mahmûd bir şefaat makamıdır. Kim bu makama salavat ile müracaat etmez ise, şefaatten de mahrum kalabilir. Allah Resulü (asm) bu makama salavat ile kuvvet verilmesini, sırf kendi şahsî makamını yüceltmek ve yükseltmek için değil, ümmetine daha ziyade şefaat etmek için ısrarla istiyor.

Allah Resulü'nün (asm) bu konu ile alâkalı bir hadis-i şerifini hatırlatmış olalım:

"Kim bana bir salât getirirse, Allah ona on salât (mağfiret) eder." (Tâc, V / 145).

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...