Nefsin açlıkla terbiyesi nasıl oluyor, nefis cismani bir şey değil, bunun ilmî bir izahı var mıdır?
Değerli Kardeşimiz;
Nefis, insanın mahiyetinde maddi, cismani ve hayvani yönü temsil eden, nurani ve latif duyguların terakki ve tekemmülünde vesile olan bir cihazdır. Nefis, insanın hayvani bütün istek ve arzularını cem eden bir histir. Nefis kesafetli olduğu için Allah’ın isim ve sıfatlarının tamamının anlaşılmasında ehemmiyetli bir miyardır. İnsan bu kesafetli olan nefsi, ıslah ve terbiye ile nurani ve latif bir surete çevrilebilir.
İnsan nefis ile mücadelesi sayesinde terakki eder ve meleklerden üstün olur. Eğer nefsine mağlup olursa hayvandan daha aşağıya düşer. Melekler sadece ibadetle meşgul olup ondan zevk alırlar. Hayvanlar ise sadece nefsin tatmini ile meşguldürler. İnsan ise bu ikisi arasında bir imtihana tabi tutulmuştur.
Peygamber Efendimiz (asm.) bir hadis-i şeriflerinde şöye buyurur:
“İnsanı felakete sürükleyen üç şeydir: hasislik, nefse uymak ve kendini beğenmektir.” (bk. Taberani, Mucemu'l-Evsat, h.no: 5453, s. 5/328)
Nefsin sevdiği ve istediği şeyleri yapmaya “heva” denir. Nefis yaratılışında kötülükleri ve zararlı şeyleri sever ve ister.
Şehvet ve öfke nefsin en mühim iki hissiyatıdır. Nefis, insanın hayvani cihetini temsil ettiği için, en ehemmiyetli terbiye esaslarından birisi de açlıkla terbiye olunmasıdır. Zannedildiği gibi nefis izafî veya manevî bir mefhum değildir. Üstad Hazretlerinin şu ifadeleri de bu mânaya ışık tutar mahiyettedir:
"Fakat bazen olur ki, nefs-i emmâre, ya levvâmeye veya mutmainneye inkılap eder, fakat silahlarını ve cihâzâtını âsâba devreder. Âsab ve damarlar ise, o vazifeyi âhir ömre kadar görür. Nefs-i emmâre çoktan öldüğü halde, onun âsârı yine görünür. Çok büyük asfiya ve evliya var ki, nüfusları mutmainne iken, nefs-i emmâreden şekvâ etmişler. Kalbleri gayet selim ve münevver iken, emrâz-ı kalbden vâveylâ etmişler. İşte bu zatlardaki, nefs-i emmâre değil, belki âsâba devredilen nefs-i emmârenin vazifesidir. Maraz ise, kalbî değil, belki maraz-ı hayalîdir." (Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas.)
Allah, insanı nihayetsiz terakki edecek bir fıtratta yaratmış ve ona mükemmel bir istidat vermiştir. İnsanın vazifesi istidatlarını nemalandırıp inkişaf ettirmektir. Bu inkişaf ise, mücadele ve mücahede ile mümkündür. Bu yüzden Allah, insana nefis, heva, şeytan, vehim gibi düşmanları musallat etmiştir. Nefis ile mücadele ölene kadar devam eder. İnsan bu düşmanlar ile mücadele ettikçe, mahiyetindeki istidatlar inkişaf eder; istidatlar inkişaf ettikçe de terakki ve tekemmül eder.
İşte bu terakki ve tekemmülün devamı için, nefis bir takım ağır riyazet usulleri ile öldürülmüş olsa bile, Allah nefsin vazifesini görecek yeni düşmanları insana musallat ediyor. Ta ki terakki ve tekemmül yolu açılsın. Nefislerini tamamen öldürüp ıslah etmiş büyük zatların nefislerinden şikâyet etmeleri bundan dolayıdır.
Nefsin vazifesini âsâba devretmesini, başka bir cihaz-ı maddînin devralması olarak anlayabiliriz. Bunun keyfiyet ve mahiyetini bilmememiz mühim değildir. Ruhun mahiyetini bilmiyoruz ama bedenimizi idare ettiğini ve her organımıza ve hücremize yakın olduğunu çok iyi biliyoruz.
Âsâb’ı, nefis gibi kesif olan bedenin, cismanî arzu ve hassasiyetleri olarak da anlayabiliriz.
İnsana daima kötülüğü emreden "nefs-i emmare" terbiye edilebilir. Böylece onun kötü taleb ve arzuları susturulur; nefs-i emmâre, levvâmeye veya mutmainneye inkılâb eder. Ancak bu durumda her şey bitmiş değildir. İnsanın imtihanı, mücahedesi ve manevî terakkisinin, ömür boyu devam etmesi için "manevi bir nefs-i emmare" devreye girer. Heves, damar, âsâb, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan bu mecazî nefs, hakikisinden daha şiddetlidir, söz dinlemez ve kötü fiilleri yapmaya teşvik eder. İmam-ı Rabbanî gibi büyük zatların bile nefs-i emmareden şekva ettikleri söylenir. Hâlbuki onların şekvaları, hakikisinden değil, işte bu mecazî olan nefistendir. Nefs-i emmâre çoktan öldüğü hâlde, onun izleri yine görünür.
Birçok büyük asfiya ve evliya, nefisleri mutmainne iken, nefs-i emmâreden şekvâ etmişler. Kalbleri günah kirlerinden arınmış ve nurlanmış, kalbî hastalıklarından ağlayıp sızlanmışlar. Bu zatlardaki, nefs-i emmâre değil, âsâba devredilen nefs-i emmârenin vazifesidir. Hastalıklar ise, kalbî değil, hayalîdir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü