Nur cemaatlerinin hepsi İhlas ve Uhuvvet risalelerini sık okudukları hâlde, neden birbirleri ile birleşmiyorlar?
Değerli Kardeşimiz;
Evvela; Müslümanların arasındaki ihtilafın analizini iyice yapmak gerekir. Çünkü her ihtilaf zararlı ve kötü sonuçlar vermez. Bazı ihtilaflar var ki rahmettir. Hadiste
Ümmetimin ihtilafı rahmettir.” (1)
buyurulmakla, bütün ihtilafların ve ayrılıkların aynı olmadığı vurgulanmaktadır. Demek ihtilafı müspet ve menfi ayrılık olarak değerlendirsek neticeye daha sağlıklı ulaşma imkânımız olur.
Müspet ihtilaf, hadiste belirtilen ve rahmetli neticeler verdiren ihtilaftır. Mesela, kâinatta her şeyin farklı olmasının meydana getirdiği müspet neticeler buna güzel bir misal olur. Yani kâinatta güneşlerin, ayların, bulutların, denizlerin, bitkilerin çeşit çeşit olmasının, hayvanların farklı yaratılmasının, insanların millet millet yaratılmasının, elementlerin her birisinin farklı özellikte olmasının faydalarını hepimiz hissetmekteyiz.
Başka bir misal de vücudumuzdan verilebilir. Yani bütün aza ve hissiyatlarımızın farklı farklı olmasının meyvelerini toplamaktayız. Bu konuya güzel bir örnek de ordunun, havacılara, karacılara, denizcilere v.s ayrılmasının verimini her akıl sahibi hissetmektedir.
İşte bütün İslami cemaatlere, cemaatlerin de meşreplere ayrılmasının müspet faydaları çoğu yerlerde görülmektedir.
Menfi ihtilaf ise, iftirak olarak nitelendirilmektedir. Yani diğerlerini yabancı ve âdeta düşman gibi nitelendirmektedir. İşte hadiste hoş görülmeyen ayrılık budur.
İşte Nur cemaatleri arasındaki ayrılık, eğer dâhili bir ihtiyaçtan gelmiş ve bundan dolayı ihtilafa ve farklı çalışmaya girmişlerse, inşallah bunda bir mesuliyet olmaz. Hadiste belirtilen müspet ihtilafın İlahi bir rahmeti netice vermesine vesile olur. Ama farklı garazlar, hesaplar ve menfaatler böyle bir ayrılığı netice verdirtmiş ise, bunun neticesi rahmet değil, aksine fitne ateşlerinin alevlendirilmesidir ki, hem dünyada hem de ahirette bizi mesul eder. Evet dünyada rezillik ve gerilemeyi netice veren bu tarz bir ayrılık, ahirette mesuliyeti ve azabı getirecektir.
"Nur talebeleri İhlas risalelerini okuduğu halde neden böyle bir hale girmektedir?" diye edilen sorunun cevabı ise şöyle olabilir:
Malum olduğu gibi, bir şeyi bilmek ile anlamak ayrı kabul edilir. Yani ilmen ve aklen bir şeyi bilmek insana o şeyi icra ettirmeye yetmez. Akıl ve kalp ittifakıyla bir mesele kavranmadı mı, o konu muamelat sahasına girmemektedir. Demek kalp o konuyu kabul etmesi lazım ki imtisal olabilsin. Buna iz’an mertebesi denilir. Nur talebelerinin bazılarının menfi ihtilaf ile başkalarına yabani ve hatta düşman nazarıyla bakmasının arkasında yatan sır, risaleleri ilmen bildiğimiz halde, kalben ve vicdanen tam almadığımızdandır.
Bir kardeşimiz Uhuvvet risalesini okuduğu vakit hâlâ kardeşlerle anlaşamıyorsa, bu adam Uhuvvet risalesini bilmiş, ama anlamamış demektir.
İşte bizim risaleleri okurken bir taraftan da ibadet ve dualarla diğer taraftan günahlardan uzak durmakla okuduğumuz hakikatlerin içimize tesir etmesine çalışmalıyız.
İkincisi; Medine-i Münevvere'de bulunan Mescid-i İcabe adlı mescidde Efendimiz (asv) secdede Rabbine ümmeti için dua eder. Şefkat Peygamberi'nin duası epey uzun sürüp secdeden bir türlü kalkmayınca O’nu (asv) gören sahabe sorar:
"Ya Resullallah, niçin bu kadar uzun kaldınız secdede?"
Efendimizin (asv) cevabı şöyledir:
"Rabbimden üç şey istedim. Bana ikisini verdi, birini vermedi. Rabbimden ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini istedim, onu bana verdi. Ondan ümmetimi suda boğarak helak etmemesini diledim, onu da verdi. Felaketlerini kendi aralarında vermemesini (tefrikaya, fitneye düşmemelerini) diledim, bunu bana vermedi." (2)
Bundan anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber (asv) ümmetinin imtihanının tefrika ve fitne ile olacağını Allah’ın izniyle anlamış. Buna mani olmak için duaya sarılmış, ama hadisten anlaşıldığı kadarıyla da duası kabul edilmemiş ve Ümmet-i Muhammed’in en büyük imtihanı iftirak ve ayrılıktan olacaktır.
Nitekim, Efendimizin (asv) ahirete intikalinin hemen akabinde ümmet-i Muhammedin fitne ile olan imtihanı başlamış. Peygamber ümmetini Şii ve Sünni şeklinde bölen ve bunu günümüze kadar getiren, Müslümanların fitneye karşı zafiyetlerinin bir neticesidir.
Gele gele belki İslam âleminin en büyük fitnesi, ayrışması, anlaşamaması ve hoşgörüsüzlüğü ile zamanımızda düğümlenmiştir. Dolayısıyla ehl-i küfrün bu kadar fitne tohumu atma çabalarından ve iman ehlinin iman zaafından kaynaklanan fitne ve ayrılıklardan herkes derecesine göre etkilenecektir.
Üçüncüsü; sizin sorduğunuz bu soru asırlarca muhakkik büyüklerimize sorulmuş olup, onlar da Kur’an ve hadisler ışığında kendi zamanlarındaki insanların anlayacağı şekilde izah etmeye çalışmışlardır. Bu zamanın sahibi olan Üstadımıza bu soru yöneltilmiş, O da Yirminci Lem’a başta olmak üzere Uhuvvet Risalesi vb risalelerde genişçe izah etmeye çalışmıştır.
Ehl-i İman arasındaki ihtilafın çeşitli sebeplerini Üstadımız özetle şu şekilde izah etmektedir:
1. “Bir makama çoklar namzet olur. Maddî ve mânevî herbir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan müzâhame ve rekabet tevellüt edip vifakı nifaka, ittifakı ihtilâfa tebdil eder.”(3)
Müslümanların veya Nur talebelerinin ilgilendiği sahalar iç içe girdiği için ve iman hizmeti belirli bir zümreye ait olmadığı için araya rekabet girip, ihtilaf çıkmaktadır.
2. “Amma ehl-i hidayet ve diyanet ve ehl-i ilim ve tarikat, hak ve hakikate istinad ettikleri için ve herbiri bizzat tarik-i hakta yalnız Rabbini düşünüp tevfikine itimad ederek gittiklerinden, mânen o meslekten gelen izzetleri var.”
Kuvvetli imandan gelen bir nokta-i istinat ile sadece Rabbine güvenen ve bağlanan Müslümanların, bu durumu yanlış kullanarak birbirlerine bağlanma ve ihtiyaç arz etmeme hastalığına vesile olmakta ve ayrılığa düşmektedirler.
3. “Ehl-i hidayeti, ulüvv-ü himmetten sû-i istimale ve dolayısıyla ihtilâfa ve rekabete sevk eden, âhiret nokta-i nazarında bir haslet-i memdûha sayılan hırs-ı sevap ve vazife-i uhreviyede kanaatsizlik cihetinden ileri geliyor.”
İnsanların irşadındaki lezzet ve sevap da bazen müminleri ve Nur talebelerini birbirlerine düşürebilmekte ve ihtilafına vesile olabilmektedir.
4. “Belki ehl-i hakikat, hakikatten gelen ulüvv-ü cenap ve ulüvv-ü himmet ve tarik-i hakta memdûh olan müsabakayı tam muhafaza edemediklerinden ve nâehillerin girmesi yüzünden bir derece sû-i istimal ettiklerinden, rekabetkârâne ihtilâfa düşüp hem kendine, hem cemaat-i İslâmiyeye ehemmiyetli zarar olmuş.”
Dinimizde methedilmiş olan doğru müsabaka anlayışını tam kavrayamayan ve dinin irşadında ehil olmayanların da ihtilaf ve ayrılıklara vesile olduklarını müşahede etmekteyiz.
5. “Ehl-i İmanı birbirine bağlayan rabıtaları bilmemek.”
Ehl-i imanı birbirlerine bağlayan ana amil, Allah’ın binbir ismine olan ortak imanımız, peygamberimizin bir, kitabımızın ve kıblemizin bir olması gibi rabıtalardan haberdar olmayışımız da ayrılığın ayrı bir sebebini oluşturur.
6. “Zahiri düşmanların zuhur ve tehacümünde dahili adavetleri bırakmak ve unutmak olan maslahat-ı içtimaiye”
Ehl-i iman bir konuda da yanılgıya düşmekte ve bundan dolayı da ihtilafa düşmektedir. Şöyle ki; Üstadımız şarktaki bedevi ve birbirlerine akraba olan iki aşiretin birbirlerinden belki elli adamdan fazla öldürdükleri hâlde, hariçten her ikisine de düşman olan ve ortadan kaldırmaya çalışan düşmanın zuhur etmesi üzerine dahildeki düşmanlığı bıraktıklarını nakleder. Bu bedevilerin gösterdikleri bu akıllıca hareketi, maalesef çoğu Müslümanlar bazı menfi hisler ve menfaatlerden dolayı gösterememekte, ezeli düşmanlar kapıda olduğu halde boğaz boğaza girmektedirler.
Dördüncüsü: Bu tarz soruları ciddiyetle soran ehl-i hamiyeti tebrik eder, bu gibi kardeşlerimizin sayısının artması için Cenab-ı Hakk'a yalvarıyoruz. Çünkü bu dert ve bu bela ancak hamiyet sahibi yüksek ruhlu kişilerle sönecektir. Zira Üstadımız Yirminci Lem’a İhlas risalesi’nin baş tarafında ehl-i imanın neden rekabetli ihtilaf ettiklerine dair sorulan sual için
“Bu elîm ve fecî ve ehl-i hamiyeti ağlattıracak hadise-i müthişenin pek çok esbabından, yedi sebebini beyan edeceğiz...”(4)
cümlesiyle başlamakta ve Yirmi İkinci Mektub Uhuvvet Risalesinde ehl-i imanın tefrikasını anlattığı yerde de
“Câ-yı teessüf bir hâlet-i içtimaiye ve kalb-i İslâmı ağlatacak müthiş bir maraz-ı hayat-ı içtimaî”
ifadesine yer vermektedir.
Özetle; Nur talebelerinin tamamen birleşmesini beklemek doğru olmaz, zira gayrılık olmayan bir ayrılık vardır. Fark sadece ufak tefek bazı hizmet metodlarındadır ve bu da insanların mizacına uygun yerde devam etmesini sağlar. Bu şekilde farklı mizaçlar, farklı cemaatlerde istihdam edilmiş olmaktadır ki bu büyük bir rahmettir...
Dipnotlar:
(1) bk. el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, I/64; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, I/210-212.
(2) bk. Müslim, Fiten, 20.
(3) bk. Lem'alar, Yirminci Lem'a.
(4) bk. age.
İlave bilgi için tıklayınız:
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar