Nur medreselerinde Risale-i Nur okuma saati var da Kur'an-ı Kerim okuma saati neden yok?
Değerli Kardeşimiz;
Bu hususta kanaatimizce birkaç noktayı nazara almak gerekiyor.
A. Bu sualin kaynağının Kur’an muhabbetinden neş’et ettiği düşüncesiyle şunları söyleyebiliriz:
1. Bazı medreselerde hususi Kur’an-ı Kerim okuma saati bulunduğunu yakinen bilmekteyiz. Dolayısıyla bu durum her yere şamil değildir.
2. Üstad Hazretlerinin ifadesiyle Kur'an-ı Kerim'in makamı:
"Bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur'ân'ındır. Ve her harfinde, ondan tâ binler sevap bulunan Kur'ân'ın hıfzı ve kırâati her hizmete mukaddem ve müreccahtır. Fakat, Risale-i Nur dahi o Kur'ân-ı Azîmüşşanın hakaik-i imaniyesinin burhanları, hüccetleri olduğundan ve Kur'ân'ın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesile ve hakaikini tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur'ân hıfzıyla beraber ona çalışmak da elzemdir."(1)
Bu ifadeyi ders alan bir kimsenin Kur’an hıfz ve kıraatini her hizmetin üstünde tutması gerektiği çok nettir. Bütün medreselerde hususî Kur’an tilaveti saati olması bu açıdan çok yerinde bir ibadet ve feyiz kaynağı olabilir. Bazı medreselerde düzenli böyle bir okuma saatinin olmamasının şu hikmetlerden kaynaklandığını düşünüyoruz:
a. Hemen hemen her medresede Kur’an, Cevşen okuma programı tanzim edilip isteyen talebe ve cemaate taksim edilmektedir. Bu uygulamanın çoğu yerde ayrı bir saate ihtiyaç bırakmadığı düşünülüyor olabilir.
b. Gelen birçok talebenin Kur’an noktasından ciddi noksaniyeti olabildiğinden, talebe bu durumu kendisi için bir züll kabul edip medreseden ayrılabilmektedir.
c. Kur’an tilaveti genelde talebelerde daimi olan bir şey olmadığından, Risale-i Nurlarda isbat edilen ve gösterilen Kur’an’ın cevher-baha hakikatlerini kendi iradesiyle fehmedip Kur’an öğrenme ve okuma isteğinin kendi iradesiyle kazandırılmasıdır. Aksi halde bunu dışardan zorlama gibi algılayan bir talebe Kur’an’dan daha fazla uzaklaşabilmektedir.
Her ne kadar Risale-i Nur’lar için zaruri okuma saati var denilebilirse de ekseriyet-i mutlakla Kur’an okuyanlar Arapça’ya vakıf olmadığından, olsa bile yüksek manalara meallerle ulaşamadığından, istifadeleri kudsî lafızdan kaynaklanan feyze münhasır kalmakta, bu feyiz de hariçte muhatab olunan kesretli günahlarla sönebilmektedir. Binnetice kıraatleri bir süre sonra ciddi aksamaktadır.
Risale-i Nurlar zaten Kur’an nurlarını neşretmekte ve lafızla ifade edilen ve her asrın ve özellikle de bu asrın en çok ihtiyacı olan yüksek manalarını isbat edip göstermekte olduğundan, her okuyan bu manalardan derecesine göre hissedar olması sebebiyle Kur’an tilavetine vesile ve vasıta olmaktadır. Bu sebeple nefsi bir derece okumaya icbar etmek yerinde bir tedbir olarak düşünülmektedir. Aksi halde kendi idaresiyle okuyan dirayetli ve takdire şayan nadir şahısların haricinde genelde aksatıldığını başta kendi nefsimizde olmak üzere müşahede etmekteyiz.
Şu da unutulmamalıdır; Kur’an-ı Kerim’in gayet küllî manalarının sadefi lafz-ı Kur’anîdir. Sadece lafza münhasır kalan bir okuma noksan olduğu gibi, manalarıyla meşgul oluyorum diyerek lafzen okumayı terk etmek de ciddî bir noksanlıktır.
B. Bu sual bazen Kur’an-ı Kerim ile Risale-i Nurların doğru olmayan kıyasından kaynaklanabilmektedir.
1. Risale-i Nurlar Kur’an güneşinin lemeatı veya bahrının kataratı olduğundan; Risalelerle meşgul olan kişi, başka bir şey değil, Kur’an nurlarıyla meşgul olmaktadır. Ancak bu, Kur’an kıraatine mani olmamalı.
2. "İnşaallah, Kur'ân'a ait mesâille iştigal, bir nevi mânevî mütefekkirane Kur'ân okumak hükmündedir. Hem ibadet, hem ilim, hem marifet, hem tefekkür, hem kıraat-i Kur'ân mânâları risalelerin istinsah ve mütalâalarında vardır itikadındayız."(2) hakikatının göz ardı edilmesidir. Yani Kur’an okumayı sadece lafza hasretmektir...
Dipnotlar:
(1) bk. Kastamonu Lahikası, 44. Mektup.
(2) bk. Barla Lahikası, 257. Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü