"O küllî ve umumi desâtiri içinde, hususi ihsanatı, hususi imdadları, hususi cilveleri var ki; her şey, her vakit, her haceti için ondan istimdad eder, ona bakabilir." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İşte, ruhumun feryadına ve kalbimin vâveylâsına vâfi ve kâfi ve teskin edici ve kanaat verici cevap ise, sırr-ı tevhid ile Rahmân ve Rahîm olan Zât-ı Zülcelâlin, umumi kanunların tazyikatları ve hadisatın tehacümatı altında ağlayan ve sızlayan o sevimli memlüklerine, kanunların fevkinde olarak, ihsanat-ı hususiyesi ve imdadat-ı hassası ve doğrudan doğruya her şeye karşı rububiyet-i hususiyesi ve her şeyin tedbirini bizzat kendisi görmesi ve her şeyin derdini bizzat dinlemesi ve her şeyin hakiki mâliki, sahibi, hâmîsi olduğunu, sırr-ı Kur'ân ve nur-u iman ile bildim. O hadsiz meyusiyet yerinde, nihayetsiz bir mesruriyet hissettim." (Şualar, İkinci Şua, Birinci Makam)

"Kanun-u küllînin tazyikinden feryad eden ferdlere Rahmânü'r-Rahîm isimlerini hususi bir sûrette imdada yetiştirdi. Demek, o küllî ve umumi desâtiri içinde, hususi ihsanatı, hususi imdadları, hususi cilveleri var ki; her şey, her vakit, her haceti için ondan istimdâd eder, ona bakabilir..." (Sözler, Otuz Üçüncü Söz, Giriş)

İnsan, fıtratının muktezası olarak çok acelecidir, her hatırına geleni hemen elde etmek ister. Arzu ettiği şeylerin akıbetini pek düşünmez, ahiret nimetlerini bile dünyada görmek ister. Hâlbuki dünyadaki bütün nimetler ahiret nimetlerinin bir gölgesi hükmündedir. İnsan bundan gafil olarak gölgeyi asıl zanneder, ona yapışır, onun olması için dua eder ve bunda da aceleci davranır. Nitekim bir ayet-i kerimede mealen şöyle buyrulmaktadır:

"İnsan, bazen şerri, tıpkı hayrı istercesine ister. Pek acelecidir bu insan." (İsrâ, 17/11)

Bu ayetten de anlaşıldığı gibi insan, hakkında neyin hayırlı, neyin şer olacağını bilmediğinden, fâni zevklerin peşine düşer ve onları talep eder. Bir dirhem hazır lezzeti, ebedî hayattaki batmanlarca lezzete tercih eder.

İnsanın nihayetsiz arzularını, ancak her şeye her şeyden daha yakın olan ve her insanın kalbinden geçeni hakkıyla bilen bir Kadîr-i Mutlak yerine getirebilir. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyurulur:

“Kullarım beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki, ben onlara pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim...” (Bakara, 2/186)

Ayette, “Bana dua edin, size cevap vereyim.” buyurulması, her duaya cevap verildiğini ancak her duayı kabul edip etmemenin ise Cenab-ı Hakk’ın hikmetine tabi olduğunu ifade etmektedir. Demek ki cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Bazı müfessirler de "duadan maksadın, ibadet ve itaat; icabetten maksadın da sevap" olduğunu ifade etmişlerdir.

Üstad Hazretleri, “Eğer desen: 'Birçok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Halbuki, âyet umumîdir...her duaya cevap var, ifade ediyor?'” sualine şu harika cevabı verir:

“Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek Cenab-ı Hakk'ın hikmetine tâbi'dir. Meselâ: Hasta bir çocuk çağırır: 'Ya Hekim! Bana bak.' Hekim: 'Lebbeyk' der... 'Ne istersin?' cevab verir. Çocuk: 'Şu ilâcı ver bana.' der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. İşte Cenab-ı Hak, Hakîm-i Mutlak hazır, nâzır olduğu için, abdin duasına cevab verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevaperestane ve heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbaniyenin iktizasıyla ya matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.” (Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas)

Şunu da ifade edelim ki, dualar ve ilticalar sadece dünyaya ve dünya hayatına bakmıyor. Her dua ve iltica ölümü defetse, o zaman hiçbir insanın ölmemesi iktiza ederdi ki, bu da adetullah açısından mümkün değildir.

"... Eğer dua çok edildiği halde beliyyeler def’ olunmazsa, denilmeyecek ki, 'Dua kabul olmadı.' Belki denilecek ki, 'Duanın vakti kaza olmadı.' Eğer Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle belâyı ref etse, nurun alâ nur, o vakit dua vakti biter, kaza olur."

"Demek, dua bir sırr-ı ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, hâlisen livechillâh olmalı. Yalnız aczini izhar edip, dua ile Ona iltica etmeli, rububiyetine karışmamalı. Tedbiri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini itham etmemeli." (bk. age.)

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi kâinatta insanı sıkan ve rahmet-i İlahiyeye sevkeden umumi kanunların gayesi ve hikmeti, insanın acizliğini hissedip sonsuz kudret sahibi olan Rabbine iltica etmesi ve ondan medet dilemesidir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 3.775
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

k.toprak
Tatmin edici bu cevap için çok teşekkür ederim Rabbim binlerce razı olsun.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...