Onuncu Söz'ün başındaki temsil-i hikâyecikte geçen misallerin hakikatlerini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
a. Bir zaman iki adam...
Bu iki adamdan birisi mü’mindir, Cenab-ı Hakk’ı tanır ve O’nu tasdik eder; diğeri ise kâfirdir, Allah Teâlâ’yı tanımaz ve O’na inanmaz.
b. Bakarlar ki, herkes ev, hane, dükkân kapılarını açık bırakıp muhafazasına dikkat etmiyorlar. Mal ve para meydanda, sahipsiz kalır.
Ev, hane ve dükkân kapılarının açık bırakılıp malın ve paranın meydanda olması, kişinin bu âlemdeki eşya üzerinde dilediği gibi tasarruf edebilmesinden kinayedir. Tarlanın mahsulünü toplarken, ağacın meyvesini koparırken, koyunun sütünü sağarken, tavuğun yumurtasını alırken onların hiçbirinden bir itiraz, bir direnme görmememiz, kapısı açık bırakılan bir dükkândan yahut evden bir şeyler almamıza benzetilmiş oluyor.
İşte imtihan sırrı sebebiyle, şu âlemdeki bir kısım eşyanın tasarrufu insanlara verildiği ve insan o eşyada dilediği gibi tasarruf edebildiği için, âdeta her şey sahipsiz gibi görünmekte ve dileyen haddini aşarak hırsızlık ya da gasp yapabilmektedir.
c. Ahali de ona çok ilişmiyorlar.
Yani kişi bazen hayvanlara zulmediyor, bazen bir ormanı içindekiler ile beraber yakıyor ve bazen de bir memleketi harap ediyor; ama zulme maruz olan hayvanlar ve bitkiler, bu zulmü onun yanına bırakıyor ve ondan haklarını almıyorlar.
Hatta değil hayvanlar ve bitkiler, bir kısım mazlum insanlar bile zalimlere ilişemiyor; beşerî kanunlara sığınarak haklarını isteyenler de haklarını tam manasıyla alamıyorlar. Yani zalim izzetinde, mazlum zilletinde yaşıyor ve zâhiren ikisi de aynı şekilde bu dünyadan göçüp gidiyor. Hakikatin böyle olmadığı, bunun sadece işin zâhiri olduğu ileride izah edilecektir.
d. Diğer arkadaşı ona dedi ki: “Ne yapıyorsun? Ceza çekeceksin; beni de belaya sokacaksın.”
İyi arkadaşın bu endişesinin sebebi, kötü arkadaşı sebebiyle bir musibetin gelmesi ve kendisinin de o musibetin içinde olmasıdır. Zira şu âyet-i celile, musibetlerin insanların işlemiş oldukları günahlar sebebiyle gönderildiğine bir delildir:
“İnsanların kendi elleriyle yaptıkları şeyler yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Onlara yaptıklarının bazılarını tattıracağız, umulur ki onlar Hakk’a dönerler.” (Rum, 30/41)
e. Bu mallar mîrî malıdır. Bu ahali, çoluk çocuğuyla asker olmuşlar veya memur olmuşlar, şu işlerde sivil olarak istihdam ediliyorlar. Onun için sana çok ilişmiyorlar.
Mîrî: Devlete ait, devlet arazisine mensup olan demektir. Vakıf malı ise: Başka bir şeye tebdil olunmamak şartı ile bir mülkü Allah yoluna vermek; menfaati hayır nevilerinden birisine ait olmak üzere bir mülkü ilelebet tevkif etmektir.
f. Fakat intizam şediddir.
Cenab-ı Hakk’ın kelam sıfatından gelen Kur’an’ın kendine has hükümleri ve bu hükümleri çiğneyenlere karşı cezaları olduğu gibi, irade sıfatından gelen kâinat kitabının da hükümleri ve bu hükümleri çiğneyenlere cezaları vardır.
Kâinat kitabının bir hükmü de intizamdır. Her şey bir intizam tahtında hareket ediyor; muhteşem yıldızlar bu intizama muhalefet edemiyorlar. Öyle ise sen de başıboş olamazsın. Bu intizamın hükmüne muhalefet edersen tokat yersin.
g. Yok, mîrî malı değil, belki vakıf malıdır, sahipsizdir. Herkes istediği gibi tasarruf edebilir.
Vakıf mallarının fıkhen belirli bir sahibi yoktur. Hatta bu sebeple İmam-ı Azam’a göre vakıf mallarından zekât vermek gerekmez, zira zekât kişiye farzdır; vakıf mallarının ise sahibi yoktur ve o mal kimsenin mülkü değildir. Misaldeki kişi de bu malın sahipsizliğine kastederek, dünyayı bir vakıf malına benzetmiştir.
h. Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olamaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur?
Bir köy muhtarsız olmaz: Allah’ın varlığına en büyük delillerden biri de intizam hakikatidir. Madem bu âlemde karışıklık yoktur ve mükemmel bir intizam vardır. Göz önündeki şu hassas intizam, Allah'ın varlığından başka hiçbir şey ile izah edilemez.
Kur’an-ı Kerim, bu hakikate şu âyetiyle dikkat çekmiştir:
"O Allah ki yedi kat gökleri yaratmıştır. Rahman’ın yaratmasında bir düzensizlik göremezsin. Gözünü çevir de bak, bir çatlak görüyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar çevir ve bak! Göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin bir hâlde sana dönecektir." (Mülk, 67/3-4)
Şu kâinattaki intizamı anlatmak için ilgili bilim adamlarınca ciltlerle kitaplar yazılmıştır.
Bir iğne ustasız ve bir harf kâtipsiz olamaz:
- Bir odaya bir kalem ile kâğıt koysak, ikisini tam bin sene baş başa bıraksak. Acaba tek bir "A" harfinin yazılması mümkün müdür? Bir tek harf katipsiz yazılamazken, şu kainat kitabındaki sayısız Rabbani mektuplar nasıl kendi kendine olabilir.
Veya, bir kâğıda “güneş” kelimesini yazsak, bunun kendi kendine yazıldığını hiçbir çocuk dahi kabul etmez. O halde sema sayfasında kudret kalemiyle yazılmış bulunan şu Güneş nasıl sahipsiz, Sani'siz, katipsiz olabilir!?.
i. Ve bu kadar çok servet ki, her saatte bir şimendifer gaipten gelir gibi; kıymettar, musannâ mallarla dolu gelir, burada dökülüyor, gidiyor nasıl sahipsiz olur?
Buradaki şimendifer, seneye işarettir. Evet, bahar mevsimi öyle bir şimendiferdir ki, bir bahar mevsiminde dünyamıza gönderilen yiyecekleri eğer gücümüz olsa da vagonlarda toplayabilseydik, bu vagonların uzunluğu Dünya ile Ay arasındaki mesafenin 130 misli; Dünya ile Güneş arasındaki mesafenin 1/3’ü kadar olurdu. Böyle bir treni, üstüne oturtmak için şu andaki mevcut tren yollarının 40 misli uzunluğunda raylara ihtiyacımız vardır. Bu kadar kıymettar ve sanatlı olan mal, nasıl sahipsiz olur?
j. Ve her yerde görünen ilannameler ve beyannameler nasıl mâliksiz olabilir?
Buradaki ilannameler, beyannameler,…, bayraklar ile kastedilen mâna, Cenab-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine işaret eden delillerdir. Demek her bir delil bir ilanname, bir beyanname, ilahî bir turra, bir sikke, bir damga hükmündedir.
k. Sen anlaşılıyor ki, bir parça firengî okumuşsun. Bu İslâm yazılarını okuyamıyorsun.
Bu cümle ile kastedilen mana şudur: Mahlukların üzerindeki, Cenab-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine ait bütün deliller, ancak iman sayesinde okunabilir ve görülebilir. Yani bu delilleri okumak isteyen ilk önce iman gözlüğünü takmalı ve eşyaya o gözlük ile bakmalıdır. Mahluklar üzerinde yazılan onca delil ancak bu şekilde okunabilir.
Demek, “Firengî okumuşsun!” sözü ile kastedilen mana, kişinin İslam yazıları olan ilahî delilleri görememesinden kinayedir ve eşyaya felsefe nazarı ile bakmayı temsil etmektedir.
l. İşte, gel, en büyük fermanı sana okuyacağım.
Buradaki “en büyük ferman” ile kastedilen “Kur’an-ı Kerim’dir.”
m. Haydi, padişah var. Fakat benim cüz’î istifadem ona ne zarar verebilir? Hazinesinden ne noksan eder? Hem burada hapis mapis yoktur; ceza görünmüyor.
Hikâyedeki kişinin küfrü, küfr-ü mutlaktan küfr-ü meşkûka dönmüştür. Yani temsildeki kişi işin başında mutlak olarak kâfirdi ve Allah’ın varlığını inkâr ediyordu. Ancak daha sonra diğer arkadaşı ona Allah’ın varlığı hakkında izahlar yaptı ve deliller sundu. İşte bu izahları dinleyen o kişi, küfr-ü mutlakı bırakarak küfr-ü meşkûk olan şüpheli küfre döndü; yani Cenâb-ı Hakk’ın var olma ihtimalini kabul etti ve arkadaşına: “Benim cüz’î istifadem ona ne zarar verebilir? Hazinesinden ne noksan eder?” sualini yöneltiyor.
n. Yahu, şu görünen memleket bir manevra meydanıdır. Hem sanayi-i garibe-i sultaniyenin meşheridir. Hem muvakkat, temelsiz misafirhâneleridir.
Burada zikredilen üç cümle de haşrin varlığına dair birer delildir. Şöyle ki:
Şu görünen memleket bir manevra meydanıdır: Manevra: Öğrenmek ve öğretmek maksadı ile nazarî bilgilerin tatbikini görmek gayesi ile yapılan muharebe oyunudur. Bu âleme bir manevra meydanı gözü ile bakıldığında, haşrin varlığının nasıl ispat edildiği “Altıncı Hakikat”te anlatılmaktadır.
Sanayi-i garibe-i sultaniyenin meşheridir: Bu cümlenin haşre olan delâleti “Dördüncü Hakikat”te anlatılmaktadır.
Muvakkat, temelsiz misafirhaneleridir: Bu cümlenin haşre olan delâleti ise, “Altıncı Hakikat”in temsilinde anlatılmaktadır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü