"Perde-i gayb açılsa yakînim ziyadeleşmiyecek." ifadesi ile Efendimizin (asm) "Seni hakkıyla tanıyıp ibadet edemedim." sözünü nasıl te’lif edebiliriz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Onu gözler idrâk etmez, gözleri o idrâk eder, öyle lâtif öyle habîr o."(Enam, 6/103)

Peygamber Efendimiz (asm)'in;

"Mâ arafnâke hakka marifetike Ya Ma'rûf (Ey bütün mahlukat tarafından bilinen Rabb'im, seni bilinmesi gereken ölçüde bilip tanıyamadık)."

"Mâ abednâke hakka ibadetike Ya Ma'bûd (Yalnızca kendisine ibadet edilen Allah'ım, Sana hakkıyla kulluk edemedik)."

İfadeleri, hakikat-i hali beyandır. Yani; insan fıtrat ve yaratılış bakımından, hiçbir zaman Allah’ı tam mânası ile idrak edemez.

Peygamber Efendimiz (asm)'in bu hadisi, yukarıda mealini verdiğimiz ayetin bir tefsiri hükmündedir. Bu mâna; İmam-ı Ali (r.a) için de Peygamber Efendimiz (asm) için de aynıdır. Aklı mahlûk, idraki sınırlı olan bir insanın, bütün isim ve sıfatları sonsuz olan Allah’ı, hakkı ile tanıyıp idrak etmesi mümkün değildir.

Nitekim akıl ve marifette en ileri, Cenab-ı Hakk’ı tanımada en mükemmel bir bahr-i kemalat, esma-i ilahiyenin en mükemmel aynası ve saltanat-ı ilahiyenin en büyük dellalı, ilahî esrarın menbaı ve iki âlemin güneşi olan Resul-i Ekrem Efendimiz (asm.) Mi’rac vasıtasıyla ferşten arşa yükseldi, yedi kat semayı geçerek Sidretü’l-Münteha ve Kâb-ı Kavseyn’e, yani imkân ve vücub arası olan ilahî visalin en mahrem bucağına erişti, cenneti ve cehennemi gördü, sonsuz sırlara vâkıf oldu, oradaki harika eserleri ve nice âlemleri okudu ve zamandan ve mekândan münezzeh olan Cenab-ı Hakk’ı gördü. Buna rağmen, Allah’ın azametinin idrak edilmeyeceğini; “Subhâneke maarefnake hakka marifetike ya Maruf” (Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben seni tam bir marifetle bilemedim)” buyurdu ve bu husustaki acziyetini ifade etti.

İmam-ı Ali (r.a)’in, "Perdeyi gayb açılsa yakînim ziyadeleşmeyecek" sözü, insanın yapabileceği ve tâkat getireceği bir sahadır. Yoksa İmam-ı Ali (r.a) bu sözü ile"Ben Allah’ın Zâtını ve sıfatlarını hakkı ile ihata ederek idrak ederim" demiyor. İmkân ve ihtimal dâhilinde olan, imanın yüksek makamına işaret ediyor. Bu hususta, yani imkân dâhilinde olan imanın mertebelerinde peygamberlere yetişilmesi mümkün değildir. En büyük veli de olsa bir peygambere yetişemez.

Hulasa; Peygamber Efendimiz (asm)'in o sözü, insanın sınırlarını ve haddini çiziyor, İmam-ı Ali (r.a)’in sözü ise; insanın imkân dâhilinde olan imanın nerelere çıkacağına işaret ediyor.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 16.967
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

nurcu56

Nasıl ki bir ayetin binlerce manası olur. Tek bir manaya inhisar ettirilemez. Öyle de Hadislerin de binlerce tabakaya bakan manaları olabilir. Onlar da tek bir manaya sıkıştırılamaz. Aynı şekilde maneviyatta ve ilimde Kur’ana ve hadislere ve ledünni ilimlere vakıf olan bazı özel şahısların da ifadeleri bir tek manaya hapsedilemez.

Hakaik-i imaniyede, esasat-ı İslamiyede ve onun fiili devamı olan kulluk ve ubudiyette ve onun neticesi olan muhabbetullah ve lezzet-i ruhaniyede bütün mahlukat her dem ve müştemian Resul-i Kibriya Efendimiz (A.S.M.)’la mizana ve mukayeseye gelemez. Nasıl ki “sen olmasaydın bu alemi yaratmazdım” bir hakikat ise bu alem bütün maddi ve manevi kemalat, özellik ve güzellikleriyle beraber bir kefeye girse diğer kefede olan Peygamber-i Zişan Efendimizin hakikati ve kemalatı ile muvazene edilemez.

Zira Es sebebü kel fail sırrınca bütün ümmetin işlediği hasenat, marifet ve kemalat onun kefe-i mizanına olduğu gibi girmekle, bu noktada dahi onun kemalat arşına yetişilemez.

Miraç yolculuğunda maddi ve manevi kemalatta zamanda ve mekanda seyri süluk ederek kainat ve mafihayı geride bırakıp kab-ı kavseyn makamından Zat-ı Ezeliyi müşahede etme ve risaletini bihakkın ifa ettirerek vazifesine avdet etme makamı dahi emsalsiz ve başkasıyla nispeti gayr-ı kabildir.

Böyle müstesna bir Zat-ı Kibriya (A.S.M) miraçtan kabı kavseyn makamından yani hiçbir faninin mazhar olamadığı marifet ve ubudiyeti hakkıyla iktisab edip o makam-ı mualladan Zat-ı Zülcelali müşahede ettiğinde: “Ya Rab ben seni hakkıyla bilemedim, Ya Rab ben sana hakkıyla ubudiyet edemedim, Ben seni hakkıyla zikredemedim, Ben sana hakkıyla hamd edemedim” ifadeleri ile acziyetini, noksaniyetini, kusurunu ve zaafiyetini halen ve kalen ifade ediyor.

Zaten maneviyatta büyüme, teali ve terakki etme mütevaziliği ve acizliği tahrik etmesi icap eder. Bu hakikat Resul-i Kibriya’da azami derecede tecelli ve tezahür etmiş ki Zat-ı Zülcelal’i müşahede ettiğinde ilminin, irfanının, imanının, kulluk ve ubudiyetinin hakikat nokta-i nazarında ne kadar eksik ve nakıs olduğunu bu ifadeleri ile anlatmak istemiştir.

Zira bir şeyi ilmen bilmek ile bizzat müşahede etmek arasındaki fark bu hakikati her sahib-i kemal ve marifete söylettirir.

Eğer Hz.Ali (R.A.)’nin perde-i gayb açılsa, yani Cenab-ı Hakk’ı (c.c.) gözümle müşahede etsem, “yakinim ziyadeleşmeyecek” ifadesini marifetinde bir farklılık olmayacak tarzda anlarsak, o zaman Peygamber Efendimizin (a.s.m) Cenab-ı Hakk’ı (c.c.) müşahedesinden sonra, Ya Rab ben seni hakkıyla bilmemişim cümlesini nasıl anlamalıyız. Hz.Ali’nin bu ifadesinin imanının kemali açısından değerlendirirsek; bütün imanların ve marifetlerin en kemal mertebesinde olan ve hatta İmamı Ali’nin (r.a.) kemal-i imanı dahi Resul-i Kibriyanın iman kemalinin ummanı içerisinde bir damla bile olamazken, Hz.Ali (r.a.)’nin iman mertebesini Resul-i Kibriyadan daha üstün görmemiz anlamına gelir ki bu büyük bir gaflet olur. Dolayısıyla bu meselenin hak muhakemesi şudur:

Hz. Ali’nin perde-i gayb açılsa yakinim ziyadeleşmeyecek ifadesi Peygamber Efendimiz’in Ya Rab ben seni hakkıyla bilemedim ifadesi ile müradiftir. Yani paraleldir.

Küllide olan ne varsa cüzide, cüzide olan şeylerde küllide mevcuttur.

Peygamber Efendimiz’in iman-ı küllisinden tezahür eden bu hakikat onun bir cüzü olan İmam-ı Ali’nin yakininden de aynen sudur etmesi ve tezahür etmesi icap eder.

Aksi halde Peygamber Efendimiz’in acziyetini, naksiyetini ve marifetteki eksikliğini ifade etme makamından, Hz.Ali’nin ifadesini daha yüksek görmeyi husüle getirir ki bu da peygamberliğin ve sahabeliğin mizanına, makamına ve muhtevasına zıt bir düşünme ve değerlendirme olur. Zira milyarlarca sahabe bir peygamberin maneviyatının ve makamının nübüvvet açısından gölgesine bile yetişemez.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
fakirullah
Hz.Ali(RA) Efendimiz şu anda alem-i şehadette bulunmasının alem-i gayba olan nazarını eksiltmediği, perdelemediği manasını ifade etmiş. “Kezalik mülk ile melekût, dünya ile âhiret arasında ehl-i kalb için şeffaf, ehl-i heva için kesif ince bir perde vardır.” Mesnevi-i Nuriye ( 199 ) denilmiş. Bu mana, imanın kemalini gösteriyor. Rasul-u Ekrem(ASM) Efendimiz ise melekuttaki seyr-i ruhanisinde, Vacib alemdeki nazarının nerelere kadar çıktığını, Cenab-ı Hakk’a her teveccühünde yeterince tanıyamadığını fark ettiğini, her anında başka bir mana ile daha çok O’nun kemalatını müşahede ettiğini, o sonsuz marifetullah ilmindeki derinliği göstermesi manasında söylüyor. Efendimiz(ASM)’ın ifade ettiği manayı (hadis-i şerif olduğu için bize ölçü verir) seyr-u sülukumuzun her anında geçerli bir mihenk olarak anlamalıyız; eğer önceki halimize nisbeten Allah’ın kemalini müşahedede hayretimiz, marifetimiz artmıyorsa, ilerleyemiyoruz demektir. Bu mananın yol göstermesiyle aldığımız manevi terbiye ile, mülk aleminin nazarımıza hiç perde olmaması ise iman-ı tahkikide çıkabileceğimiz bir kemal noktadır, Mesnevideki manada, bir hedeftir. Talebe , Hocasın(ASM)’dan aldığı talimle bir hedef göstermiş, diye her iki mananın imtizacını düşünebiliriz. İnşallah biz de bu manaları diyebilenlerden oluruz, minallahi tevfik.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...