Peygamberimizi yaratan Allah; Onun o kadar mükemmel olmasını sağlayan da Allah. Peki neden Allah kendi yarattığı kişiyi o kadar üst düzeyde görüyor? "Dünya onun için yaratıldı." deniyor? Risalelerde bunun izahı nasıldır?
Değerli Kardeşimiz;
Her sanatkar sanatı ile övünür ve sanatını seyretmekten lezzet duyar ve sanatını teşhir etmek ister. Mesela bir ressamın en lezzetli ve keyifli hali yapmış olduğu resimlerini teşhir edip hem kendi hem de başkalarının takdir etmesidir. Bu duygu ve hal kudsi bir şekilde Allah’ta da vardır ki Üstad Hazretleri bu hâle şuunat-ı İlahi diyor.
Zaten insanın mahiyetindeki bütün nakışlar ve keyfiyetler Allah’ın isim, sıfat ve şuunatlarının birer tecelli ve tezahürleridir. Nasıl insandaki göz, kulak konuşma gibi azalar Allah’ın Basar, Sem ve Kelam sıfatlarının bir tecellisi ise aynı şekilde insandaki keyif, lezzet, memnuniyet, sevgi gibi haller de Allah’ın şuunatının bir tecelli ve tezahürüdür. Tabi Allah’ın keyif, lezzet, memnuniyet ve sevgi halleri bizim anladığımız ve bildiğimiz şekli ile değil onun kudsiyetine uygun ve münezzeh bir şekildedir.
Şuunat-ı İlahiye: Şuunat, şe’nin çoğulu. Şe’n için Türkçemizde tam bir karşılık bulamıyoruz. En yakın mânâ olarak “şan, hal, tavır, kabiliyet” deniliyor.
Hâlık (yaratıcı) Allah’ın bir ismidir. Hâlıkıyet ise şe’nidir. Yâni, yaratıcı olmak Allah’ın şânındandır. Bu hâlıkıyetini icra etmek diledi mi bu dilemeyi, yâni bu iradeyi, ilim, kudret gibi sıfatlar takib ediyor ve halk (yaratma) fiili icra ediliyor. Böylece yaratılan o mahlûkta Hâlık ismi tecelli ediyor.
Rab da Cenâb-ı Hakk’ın bir başka ismi. Rab, yâni terbiye edici. Rububiyet (terbiye edici olmak) ise Allah’ın bir şe’ni.
Bütün İlâhî isimler böylece düşünüldüğünde herbirinin şuunât-ı ilâhiyyeden bir şe’ne dayandığı anlaşılır.
Sevmek, lezzet almak, hoşlanmak insan için birer şe’ndir. Allah da mahlûkatını sever ama, bizim bir eserimizi sevmemiz gibi değil. İşte bu İlâhî muhabbeti, mahlûkatın sevgilerinden ayırmak için “mukaddes” kelimesi kullanılır. Allah da kulunun ibadetinden memnun olur. Ama, bu memnuniyet bir padişahın kendisine itaat eden bir askerinden memnuniyeti cinsinden değildir. İşte bunu zihinlere yerleştirmek için “memnuniyet-i mukaddese” tabiri kullanılıyor. Bunlar da şuunat-ı İlahiyedendirler.
Allah’ın bütün mahlûkatının ihtiyaçlarını görmekte bir lezzet-i mukaddesesi vardır. Ama bu lezzet, bizim bir fakiri giydirmekten yahut doyurmaktan aldığımız lezzet gibi değildir.
“Her bir faaliyette bir lezzet nev’i vardır” hakikatından hareket ederek kâinata nazar ettiğimizde, Cenâb-ı Hakk’ın herbir fiilini icra etmekte, herbir ismini tecelli ettirmekte bir lezzet-i mukaddesesi olduğu aklımıza görünür. Bu lezzetin keyfiyetini ise akıl idrak edemez. Zira, akıl ancak mahlûkat sahasında düşünebilir.
Bu mülahaza ile baktığımız zaman, Allah’ın, Peygamber Efendimizi (asm) en mükemmel bir surette yaratıp ona İlahi bir nazar ile bakıp ondan keyif ve lezzet alması ve daha sonra onu alemlere teşhir edip herkesin onu takdir etmesini temin edip ondan da ayrıca bir memnuniyet ve keyif duyması haktır. Lakin bizim örfümüzdeki gibi bir keyif ve lezzet alma şeklinde değildir. Nasıl insan kendi eserini sevip onunla övünürse, Allah’ın da kendi şanına ve münezzehiyetine uygun bir şekilde eserini sevmesi ve övünmesi makul bir şeydir.
Üstad Hazretlerinin şu ifadeleri bu hususta önemli bir mikyas ve mizan olabilir:
"Yirmi İkinci Sözde izah edilen şu temsile bak ki: Nasıl mükemmel, muntazam, san'atlı, saray gibi bir eser, bilbedâhe, muntazam bir fiile delâlet eder. Yani, bir bina, bir dülgerliğe delâlet eder. Ve mükemmel, muntazam bir fiil, bizzarure, mükemmel bir fâile ve mahir bir ustaya, bir dülgere delâlet eder. Ve mükemmel usta ve dülger ünvanları, bilbedâhe, mükemmel bir sıfata, yani san'at melekesine delâlet eder. Ve mükemmel sıfat ve o mükemmel meleke-i san'at, bilbedâhe, mükemmel bir istidadın vücuduna delâlet eder. Ve mükemmel bir istidat ise, âli bir ruh ve yüksek bir zâtın vücuduna delâlet eder."
"İşte, bütün âlemdeki âsâr-ı san'at ve bütün mahlûkat, herbiri birer eser-i mükemmel olduğundan, herbiri bir fiile; ve fiil ise isme; isim ise vasfa; ve vasıf ise şe'ne; ve şe'n ise zâta şehadet ettikleri için, masnuat adedince, birtek Sâni-i Zülcelâlin vücub-u vücuduna şehadet ve ehadiyetine işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, silsile-i mahlûkat kadar kuvvetli bir tarzda bir mirac-ı marifettir. Hiçbir cihette içine şüphe girmeyen müteselsil bir burhan-ı hakikattir." (1)
Allah sanatlarını ve eserlerini isimlerine güzel bir ayna ve takvim olmasından dolayı seviyor; hâl böyle olunca harici bir şeyi değil kendi zatını ve isimlerini seviyor denilebilir. Tabiri uygun olursa, Allah kendi sonsuz cemaline aşıktır. Hazreti Peygamber (asm) de bu sonsuz cemale mahlukat içinde en azam derecede ayna olduğu için habibiyet makamını almıştır. Aslında Peygamber Efendimiz (asm) sadece bir vesiledir, hakiki kemalat ve güzellik Allah’a aittir.
(1) bk. Sözler, Otuz Üçüncü Söz, On sekizinci Pencere.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar