"Sırr-ı hilkat-ı âlem olan muamma-i acîbânesini hal ve şerh edip ve sırr-ı kâinat olan tılsım-ı muğlakını fetih ve keşfederek,.." ifadesini açıklar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Kâinatın yaratılış gayesini, semavî kitaplara müracaat etmeden, kendi akıllarıyla çözmeye kalkışan felsefeciler, bu muammayı halledememişler, her biri kendince bir şeyler söylemişlerse de tahminlerini, az sayıdaki talebeleri dışında, kimseye kabul ettirememişlerdir. Kur’ân ise bu muammayı halletmekle kalmamış, şerh etmiş, yani bütün tafsilatıyla beyan etmiştir.

Üstat Hazretleri insan için; "bu kâinatın en son ve en cemiyetli meyvesi" ifadesini kullanır. Demek oluyor ki, kâinatın tek meyvesi insan değildir. İnsan en son meyvedir, yani en son yaratılmıştır. Ondan önce bu kâinat, bitkiler âlemine ve hayvanlar âlemine hizmet etmiştir. Bitkilerin yaratılmasından önce de yine uzun bir zaman dilimi geçmiştir. O halde bu âlemin sadece insan eksenli olarak açıklamaya kalktığımızda Âdem babamızdan kıyamete kadar süren sınırlı bir dönemi esas almış oluruz.

Kur’ân-ı Kerim her şeyin Allah’ı tesbih ettiğini beyan etmekle, kâinatın da Allah namına birçok görevler yüklendiğini ve bunları en güzel şekilde yerine getirdiğini ders verir. Bütün varlık âlemi, hem Allah’ın isim ve sıfatlarına ayna, hem o varlıkları seyir ve temaşa edenler için bir tefekkür ve hayret levhası olmakta, hem de Cenab-ı Hak onda sergilediği harika sanatlarını kendisi bizzat müşahede etmektedir.

İnsan, bu âlemin sadece kendine bakan yönüne nazar ettiği için, onun hikmetlerinden ve gaybî yönlerden habersiz kalır. İşte Kur’ân kâinatın bu bilinmeyen yönlerini ve muğlak sırlarını da insanlık âlemine ders vermiştir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 6.258
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

ufukalem
Burada her bir felsefecinin kainatın tılsımına dair beyanlarını yazmaya kalksanız belki sayfalar alır; ama o felsefeciler, kendilerince ne gibi tahmin ve zanlara dair sözler söylemişler. Birkaç örnek olsun verebilir misiniz ? (Cehaletime verin, yaklaşımlarını bilmiyorum ama merak da ediyorum. )
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
ufukalem
"Hilkati alemin muamması" ifadesinden "alemin nasıl yaratıldığı" manasını da kastediyor mu Üstadımız? Çünkü henüz yakın geçmişte "big bang teorisi" geliştirilene kadar bu bilinmiyordu fakat Kuran Enbiya, 30'da "İnkar edenler, GÖKLER VE YER YAPIŞIKKEN ONLARI AYIRDIĞIMIZI ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi bilmezler mi? İnanmıyorlar mı?" diyor. Kainatın genişlediğini de ZARİYAT suresi 47. ayet söylüyor ki bu da daha geçtiğimiz yüzyılda keşfedildi.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale

Hilkat-i âlemin acip muammasını açıyor. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar)

Peygamberimiz (asm), hilkat-i alemin muammasını, Kur'an'ın beyanat-ı kevniyesi ile açmıştır.

— Bu alem nasıl yaratıldı?

— İçindeki varlıklar nasıl vücut buldu?

— Bu hayat nereden geldi?

gibi bütün sorulara, Kur'an ile cevap vermiştir.

“Kainatın nasıl oluştuğu?” konusu, insanlar tarafından her zaman merak edilmiş, ve bu konuda, birçok fikirler ortaya atılmış. Zamanın geçmesiyle, ve fennin ilerlemesiyle her fikir çürümüş, yok olup gitmiş.

Şu an üzerinde ittifak edilen görüş, Big Bang, yani Büyük Patlama modelidir. Bu modele göre, kainat genişlemeden önceki ilk durumunda, aşırı derecede yoğun, ve sıcak bir halde bulunuyordu. Yani âlem tek bir parça idi. Daha sonra Big-Bang denilen büyük patlamayla, birbirinden ayrıldı, ve şu andaki şeklini aldı.

Bilim adamlarının, daha yeni ulaşabildikleri bu bilgiyi, Kur’an bize 1.400 sene önce, şu ayetiyle haber vermiş:

أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا  O kâfirler görmüyorlar mı ki  أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا  gökler ve yer birbiriyle bitişik iken   فَفَتَقْنَاهُمَا   biz onları ayırdık    وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ  ve her canlı şeyi sudan yarattık.   أَفَلاَ يُؤْمِنُونَ hala iman etmeyecekler mi? (Enbiya 30)

Bu ayet-i kerimede, “birbiriyle bitişik” olarak tercüme ettiğimiz kelime, “ratk” kelimesidir. Ratk, "birbiriyle iç içe, ayrılmaz durumda, kaynaşmış” anlamlarına gelir. Tam bir bütün oluşturan iki maddeyi tanımlamak için, Arapçada bu kelime kullanılır.

Ayette geçen “fetk” kelimesi ise, “ayırmak” manasına gelmektedir. Arapçada bu fiil, bitişik durumdaki bir nesneyi yarmak, ve parçalayıp dışarı çıkarmak anlamında kullanılır.

Şimdi ayet-i kerimeye bir daha bakalım:

Ayette, göklerle yerin birbiriyle bitişik, yani “ratk” olduğu bir durumdan bahsediliyor. Ardından bu ikisi, “fetk” fiili ile parçalanıyor, biri diğerini yarmak suretiyle, dışarı çıkıyor.

İşte Kur'an'ın bu anlatımı, Big Bang modeliyle birebir uyuyor. Big Bang modeline göre, kainatın tüm maddesi, tek bir maddede toplanmıştı. Her şey, hatta henüz yaratılmamış olan, gökler ve yer bile, bu maddenin içindeydi, ve bitişik durumdaydı. Yani ayette ifade edildiği gibi, birbiriyle iç içe, “ratk” durumundaydı. Ardından bu madde, şiddetli bir patlamayla parçalandı, ve Kur’an’ın “fetk” kelimesiyle beyan ettiği, ayrılma fiili meydana geldi, ve kainat bu şekliyle vücut buldu.

İşte Efendimiz (asm), Kur’an'ın beyanat-ı kevniyesiyle, bilim adamlarının daha yeni keşfedebildiği, Big-Bang modelini, bizlere tam 1400 sene önce haber veriyor.

Hiç mümkün müdür ki, bir beşer, hem de okuma yazma bilmeyen bir beşer; 1400 sene önce, maddi ilimlerinin olmadığı bir zamanda, kainatın yaratılışını kendi başına keşfetsin, ve bunu bizlere haber versin... Bu mümkün müdür?... Madem mümkün değildir, o halde o zat (asm), Allah'ın resulüdür; elindeki kitap da, Allah'ın ezeli kelamıdır...

Kur'an, hilkat-i alemin muammasını açtığı gibi, içindeki eşyanın da yaratılışındaki muammayı açıyor. Buna da bir misal verelim, ve yeraltı sularının oluşumunu inceleyim:

Yeraltı suları, meşhur filozof Miletli Thales'a göre, okyanusların, rüzgârlarla taşması sonucunda oluşmaktadır. Yani okyanuslarda havaya fışkıran sular, toprağa düşmekte, ve toprağın içine geçerek, yeraltı sularını oluşturmaktadır.

Platon da bu görüşleri paylaşıyor, ve Okyanusa geri dönüşün de, büyük bir girdap vasıtasıyla olduğunu söylüyor.

Aristo’ya göre ise, yerden yükselen su buharı, dağların soğuk çukurlarında yoğunlaşarak, yeraltı göllerini meydana getiriyor. Kaynak suları da bu göllerden besleniyor.

Evet, bizleri güldüren bu sözleri, asırlarının en dâhi filozofları söylemiş.

Yeraltı sularının oluşumuna dair ilk doğru keşif, 1580 yılında yapılmış, ve yeraltı sularının, yağmurun toprağa sızmasıyla meydana gelmeyi anlaşılmış.

Halbuki Kur’an bu hadiseyi bizlere, 14 asır önce şöyle haber vermiş:

أَلَمْ تَرَ  görmüyor musun  أَنَّ اللَّهَ  Şüphesiz Allah   أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً gökten bir su indirdi  فَسَلَكَهُ يَنَابِيعَ فِي الْأَرْضِ  ve o suyu, topraktaki kaynaklara geçirdi. (Zümer, 21)

— Yeraltı suları nasıl oluşmuş?

Allah gökten suyu indirmiş, ve o suyu topraktaki kaynaklara geçirmiş. İşte böyle oluşmuş...

Kur’an’ın 14 asır önce verdiği bu haberi, bilim adamları 16. yüzyılda keşfediliyor, ve ancak o tarihte, Aristo’ya itiraz edilebiliyor...

Kur'an'ın, alemin ve içindeki eşyanın yaratılışına dair, daha bir çok beyanatı var. Bizler bu hususta özel bir çalışma yaptık. Bu çalışmaya, feyyaz.tv sitemizden ulaşabilirsiniz...

Tüm bu izahlardan sonra, Kur’an’ın Allah’ın kitabı, ve Hz. Muhammed (asm)'ın, Allah'ın resulü olduğu kabul edilmezse, Kur’an’ın hilkat-i alemin muammasını açması, neyle izah edilecek?... Hiçbir şeyle izah edilemez...

Bu dersimizde, sadece bir cümlenin tahlilini yaptık. Üstadımız, Peygamberimiz (asm) hakkında, "Hilkat-i âlemin acip muammasını açıyor." dedi, ve onun bu hâlini, risaletine bir delil yaptı. Bir sonraki dersimizde, kaldığımız yerden devam edicez. Allah'a emanet olun.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Ferhat Alkan

Sırr-ı kâinat olan tılsım-ı muğlakını fetih ve keşfetmek ne demektir?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale

Tılsım-ı muğlak tabiri burada anlaşılması, idraki ve kavranması müşkül mesele demektir.

Mesela ölümden sonra insanın başına ne gelecek ne olacak bir tılsım-ı muğlak tır akıl bu sırrı bu müşkülü tek başına çözemiyor salt bir şekilde anlamlandıramıyor. Çünkü ölümden sonrası insanın aklına gaybidir akıl tek başına bu sırları bu gaybilikleri berrak bir şekilde çözümleyemez.

Ölümü ve ölümden sonrasını aydınlığa kavuşturacak yegane bilgi kaynağı vahiydir. Çünkü vahiy ezeli ve ebedi İlahi ilimden süzülüp gelen ve hata ve yanılma içermeyen mutlak ve kesin bir bilgidir. Akıl zaman ve mekan ile kayıtlı olduğu için ezeli ve ebedi kuşatamaz gaybi konularda söz sahibi değildir.

Bu sebeple Kur’an Allah’ın kelamı olma haysiyeti ile kainatın insan aklı ile kavramasının mümkün olmadığı bütün meselelerini sırlarını ve tılsımlarını çözüme ve açıklığa kavuşturan İlahi bir anahtardır.

İnsanoğlunun en çok merak edip ama aklı ile cevabını bulamadığı üç muazzam sırrın üç müşkül sualin cevabı vahiy merkezli Kur'an'dır. Üç sual necisin nereden geldin nereye gidiyorsun kainatta ki mevki ve konumun nedir.

Risale-i Nur, bu son derece mühim üç suâli kısa ve öz olarak şu şekilde cevaplamaktadır:

“Şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş, çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş ve o istidadata göre ehemmiyetli vazifeler tevdî edilmiş” olan “insan, Sultan-ı ezelinin kudretiyle, yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahlûklardır. Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde, biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı bize vermiştir. Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle re’sü’l-malımız (sermayemiz) olan istidatlarımızı nemalandırmaktır.”

“Yani, ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dar-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar; ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâline dönecekler ve Mevlâ-yı Kerimlerine kavuşacaklar.”

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...