Üçüncü Dal, İkinci Asıl'ı anlayabilmemiz için; her bir cümlesini bir delil ve burhan manasında misalle izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

İslam'ın genel hükümleri ikiye ayrılır:

- Usule ait hükümler: Buna göre "Lâ ilâhe illallah; Muhammedün Resûlullah" başta olmak üzere, sair iman esasları usuldür; yani itikadda temel hükümlerdir..

- Furuata ait hükümler: Namaz, oruç, hac, zekât ve tesettür gibi diğer ibadetler, bu asıllar üzerine bina edilen ve asıla göre füruat sayılan amellerdir. Furuata ait hükümler, usule ait hükümler üzerine bina edilir. Bu açıdan denilebilir ki, usulün olmadığı yerde, sistemli fürudan bahsetmek mümkün değildir.

Ancak füruat, Türkçemizde anlaşıldığı şekliyle "olmasa da olur" şeklinde anlaşılmamalıdır. Bunların füruat olması, asıl ile olan münasebeti yönünden ve tamamen yukarıdaki taksim ve tasnif itibarıyladır. Yoksa ibadetsiz imanın tam olmayacağı zaten açıktır.

İşte usul denilen iman esasları için gerekli olan hadislerin mütevatir olması gerekir. Bunun da lafzi, manevî ve sükûtî gibi kısımları vardır.

Füru dediğimiz ibadetler için hadislerin mütevatir olması şart değildir. Bu açıdan ibadetlerde haber-i vahid denilen sahih, ama mütevatir seviyesinde olmayan hadislerle de amel edilir.

Diğer taraftan, mütevatir veya sahih olmayan bazı hadisler de vardır. Bunlara zayıf hadisler denilir. Bu tür hadislerle, ibadetlere teşvik ve günahlardan sakındırma gibi durumlarda amel edilmektedir. Bir kimse, bu hadislerle amel etmese bile itiraz etmeden sessiz kalması ve ilişmemesi kâfidir. İsteyen de bunlarla amel eder.

Konuyla alakalı şu izahlar da okunabilir:

Haberler genellikle "mütevatir" ve "ahad" olmak üzere ikiye ayrılır:

Mütevatir haber, yalan söylemek üzere ittifak etmelerini aklın imkânsız gördüğü ashab cemaatının, Hz. Peygamber (asm)'den duyup tabiîn nesline, aynı şekilde onların tebeu't-tâbiîne, bunların da daha sonraki nesillere aynı lafızlarla rivayet ettiği haberlerle, yine sahabilerin Resulullah Efendimizde (asm) müşahede ettikleri ve aynı şartlarla aktardıkları davranışlardır. Resûl-i Ekrem Efendimize (asm) söylemediği sözü isnad edenlerin cehennemlik olduğu konusundaki hadisler, farz namazların ve rekâtlarının sayısına dair hadisler bu kısımla alakalı misallerdir.

Mütevatir hadisler, akait konularında bile tek başına delil sayılırlar.

Âhâd haber, sahabilerden başlayıp en son insana varıncaya kadar, tevatür derecesine ulaşmayan ravilerin rivayetiyle sabit olan haberdir (haber-i vâhid). Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm)'den nakledilen haberlerin çoğu bu türden olup, amelî ve ahlaki konulara dairdir.

Hadisçiler, usulcüler ve fakihler tevatür derecesine ulaşmayan bir haberi "âhâd haber" kabul ettikleri için, haberi nakleden râvi sayısının bir, iki, üç veya daha fazla olması arasında fark yoktur.

Sahabe, Tabiin ve onlardan sonraki muhaddis, fakih ve usulcülerin büyük ekseriyeti, güvenilir tek kişinin (vâhid) haberinin şeriatın delillerinden bir delil olduğunu; ilim ifade ettiğini, bu sebeple onunla amel etmek gerektiğini belirtmişlerdir.

Bir kişinin getirdiği haberle amel edildiğini gösteren misallerin bulunduğu Asr-ı saâdet'te (Buhârî, Ahbârü'1-âhâd, 1-6) haber-i vâhid mefhumuyla alâkalı tartışmalar ve onunla amel etmeme diye bir konu yoktu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) gerek ibadetlerde gerek İslam'ın temel rükünlerinde gerekse idareciliğiyle alakalı durumlarda bir kişinin getirdiği habere göre icraatta bulunmuştur. Onun (asm):

- Ramazan hilâlini gördüğünü söyleyen sahabiye, "Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın resulü olduğuma şehadet eder misin?" diye sorup, müsbet cevap alması üzerine sahabinin haberine güvenerek, "Ey Bilâl, insanlara haber ver, yarın oruç tutsunlar!" demiştir. (bk. Dârimî, Savm, 6)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Okunma sayısı : 12.230
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

nurcu56
"Mesâil-i İslâmiyenin tabakatı vardır. Biri bir bürhan-ı kat’î istese, diğeri bir zann-ı galibî ile iktifa eder, başkası yalnız bir kabul-u teslimi ve reddetmemek ister." İzah eder misiniz?
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (m.ali)

Evvela; şunu belirtmekte fayda görüyoruz. Burhan denilince genellikle aklî deliller akla gelir. Hâlbuki burhan “aklî ve naklî” olmak üzere ikiye ayrılır.

İslâmî meselelerin tabakaları vardır. Birinde kat’î bir delil istenir, diğerinde kanaat yeterli olur. Meselâ cinlerin varlığı âyetle sabittir, bu konuda kuvvetli naklî delil vardır. Ama cinlerin hayatları, ömürleri ve çoğalmaları gibi hususlar delil istemez. Bu konudaki bazı rivâyetlerde “ilişmemek, itiraz etmemek” yeterli olur.

Hz. Âdem’in (as) cennetten çıkarılması ve Ashab-ı kehf hâdisesi âyetle sabittir. Ama "Hz. Âdem hangi yasak ağaçtan yedi? Ashab-ı Kehf’in isimleri nelerdi?" gibi meseleler füruata girer. Bunları, tafsilatıyla ve kat’î delillerle bilmek mecburiyetinde değiliz.

Benzeri bir durum âhir zamanla alâkalı rivâyetlerde de görülür. Meselâ "Hz. İsa indi mi veya ne zaman inecek?" kabilinden sualler teferruata girer.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...