Üstad; Münâcat, Hülasatü'l-Hülasa ve Ayetü'l-Kübra risalelerinin imana kuvvet vermesi için okumamızı tavsiye ediyor. Tam anlamadan okunsa, yine imana kuvvet verir mi?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Bütün ibadet ve zikirler, şuur olsun olmasın, idrak edilsin edilmesin imana kuvvet verir. Bu sebeple ibadet ve zikirleri mutlaka şuur ve tefekküre inhisar etmek yanlış olur. Anlamadan okumak zikir, anlayarak okumak hem zikir hem de marifet olur. Anlamıyorum diye okumayı terk etmek doğru değildir.

Bir kişi okuduğu veya dinlediği derin ve ince bir hakikati anlamadığı takdirde, okumayı terk etmemeli, sabır ve teenni ile okumaya devam etmelidir. O büyük ders-i Kur’aniyenin nurundan istifade etmek için azamî bir gayret gerekir. Aksi halde o büyük marifet ve hakikat derslerinden mahrum kalınır. Fen sahasında ilim tahsil etmeğe başlayan bir talebe, “ben bu meseleyi anlamıyorum” diye fakülteyi terk etmiyor, bilakis daha fazla cehd ve gayret gösteriyor.

Bu asırda en yüksek bir hakikat-i Kur’anîye, en büyük bir ders-i imaniye olan Risale-i Nur’un akıl ve dimağlarda yerleşmesi ciddî bir talim, büyük bir dikkat, gayret ve süreklilik ister. Bunun yolu sürekli okumaktan, mütalaa ve müzakere etmekten geçer. Bu bakımdan bir nur talebesinin asıl gayesi bu eserleri anlayarak okumak, anladığını hayatına tatbik etmek, hayatı boyunca ihlas ve istikamet üzere yaşamak olmalıdır.

Risale-i Nur’lar nice marifet, hakikat, feyiz ve esrarları havi eşsiz bir eserdir. Akılları tenvir eder; kalplere ve ruhlara inşirah verir ve iman zevkini tattırır. Risale-i Nur, latifeleri terbiye eder, fikirlere istikamet verir, tefekkürü derinleştirir.

Hizmeti yeni tanıyanlara ve hizmete iştiyakla katılanlara risaleleri anlama, yaşama ve hayata aksettirme noktalarından yardımcı olmak elzemdir. Risale-i nurları anlayarak devamlı okuyanlar, onun lezzetinden asla doyamazlar. Her okuyuşta onda nice engin, derin ve ince mânaların olduğunu anlar büyük bir manevî zevk alırlar.

Hem insanda birçok latife var. Akıl bazı hakikatleri idrak etmese bile kalb ve ruh hissesiz kalmaz. Okuyan kişinin idraki gelişir, kalbi inşirah bulur ve ruhu birçok hakikatlere ayna olur. Bu bakımdan sabır göstermek elzemdir. Üstadımızın ifade ettiği gibi; “Büyük bir bahçeye giren herkes, elinin ulaştığı kadar meyveleri toplar.”

"Demek, Kur’ân’dan gelen o Sözler ve o nurlar, yalnız aklî mesâil-i ilmiye değil, belki kalbî, ruhî, hâlî mesâil-i imaniyedir. Ve pek yüksek ve kıymettar maarif-i İlâhiye hükmündedirler."

"Bir şey bütün elde edilmezse, bütün bütün elden kaçırılmaz."

Münâcat ve Cevşen gibi kudsî zikirler sadece akla hitap etmiyorlar. İnsanda binlerce latife ve hissiyat var. Onların da kendine has feyiz ve gıdalanmaları söz konusudur. Bu gibi vird ve zikirleri okuduğumuz zaman, onlar hissesini alıyorlar. Hatta o his ve latifelerden bazıları doymak bilmiyor, zikir ve virdin devamını istiyorlar. Akıl bir yerde usanıp, duruyor. O his ve latifeler ise uzun süre feyze kabil olabiliyorlar. Onun için zikir ve ibadetleri sadece akıl mizanı ile ya da meseleyi anlamakla tartmak doğru olmaz.

"Lâfız ve lâfz-ı müşebbi' olduğu bir meâl-i icmâlî ile ve isim ve alem bulundukları mânâ-yı örfî onlara kâfi geliyor. Eğer mânâyı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir."(1)

Zikir makamında okunan münâcat ve virdlerin mücmel mânaları akıl için kâfidir. Bu sebeple zikir makamında okunan vird ve duaların sırf akla hizmet etmek gayesi ile ayrıca tercüme ve izah edilmesi gerekmiyor.

Tefekkür, ibadet ve zikrin en âli makamı ve en yüksek seviyesidir. Her insan kendi kapasite ve tefekkür kuvvetine göre bu makamdan istifade eder. Mânasını bilmese ve anlamasa da. Bu ise tefekkür makamının en alt seviyesidir. Ama bahsedilen o dua ve münacatları tefekkürâne okumak, daha feyizli olur, imanımızı inkişaf ettirir.

(1) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 7.833
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...