"Ve ehl-i keşif ve ilham bütün evliya ve sıddıkînin şehadetiyle..." cümlesi hangi manada delil olarak kullanılıyor?
Değerli Kardeşimiz;
"İKİNCİ ASIL: Mesâil-i İslamiyenin tabakatı vardır. Biri burhan-ı kati istese, diğeri bir zann-ı galibî ile iktifa eder, başkası yalnız bir kabul-u teslimi ve reddetmemek ister. Öyleyse, esâsât-ı imaniyeden olmayan mesâil-i fer'iye veya vukuat-ı zamaniyenin her birinde bir iz'ân-ı yakîn ile bir burhan-ı kati istenilmez. Belki yalnız reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemektir." (Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal)
Üstad Hazretlerinin yukarıda beyan etttiği gibi, delillerin mahiyet ve çeşitleri muhteliftir. Kimisi çok zahir ve berrak şekilde ispat eder, kimisi de hafi ve kanaat şeklinde meseleyi ispat eder. Bu yüzden her mesele için kati ve zahir delil istenilmez. Tarihî vakalarda da durum böyledir. Çok şeyler var ki, insanlık kabul eder, ama elinde vesika ve zahir bir delil yoktur.
İslam düşünce sisteminde kaziye-i makbule denilen, fazilet ve kariyer sahibi olan âlim ve evliyaların sözleri, delilsiz olarak kabul edilebilir. Bu zatların bu tür ifade ve meramlarında kati ve zahir delil istenilmez. Zaten bu gibi ifadeler ümmeti bağlayan, kabul ya da inkârında mesuliyet getiren şeyler değildirler. Bazen kişiye bir şey görünür veya onu hisseder, ama başka birisine gösterilmesi imkânsızdır. Bu kabilden çok latif ve ince manaları büyük zatlar hissetmiş ve görmüş, lakin kati ve zahir olarak isbat etmemişlerdir.
Manevi âlemde çok berrak ve sarih olan şeyler, maddi âlemde çok ince ve münasebetsiz görünebilir. Bu sebeple makbul insanlar arasında kabul görmüş veli zatların keşif ve tesbitleri, şayet şeriat ile tezat etmiyor ve ona mugayir bir durum ihtiva etmiyorsa, onları kabul etmekte bir beis yoktur. Onlar da zaten bu gibi keşif ve tesbitlerini ayet ve hadislerin işarî ve remzî manalarından çıkarıyorlar. Ayet ve hadislerin manası sadece zahir ve sarihinden ibaret değildir, onların çok dal ve budak mesabesinde manaları da vardır. Bizim onları göremememiz, olmadıkları manasına gelmez. Hadiste bu mana şu şekilde ifade ediliyor:
"Her ayetin birer zahir ve batın ve her zahir ve batının birer had ve muttalaı ve her had ve muttalaın çok şücun ve gusunu vardır." (1)
Bu makamlara işaret eden hadis-i şeriflerden bir tanesi şöyledir:
Abdullah ibni Mesud (r.a.)’dan rivayet edilen diğer bir hadis-i şerifte, Resulullah (a.s.m) şöyle buyurmuştur:
"Sizin birinizin sahrada hayvanı kaçarsa, 'Ey Allah'ın kulları hapsedin! Ey Allah'ın kulları durdurun!' diye seslensin. Çünkü Allah'ın yer yüzünde hazır bulunan kulları vardır, onu tutarlar. " (2)
Veli zâtlar keşif yolu ile o hadiseleri görüp tasdik edebilirler. Bunun yolları ve usulleri farklılık arz edebilir. Kimisi rüya yolu ile kimisi yakaza âleminde, kimisi ilham yolu ile kimisi ruhun derece-i hayatına çıkıp maziyi müşahade etme tarzı ile kimisi de ruhun temessül etmesi şeklinde o hadiselere ve mucizelere şahitlik edebilirler.
Mesela, Celalettin Suyutî Hazretlerinin manevi âlemde Allah Resulü (asm) ile hadis müzakeresi yapmasına ilmî bir delil nazarı ile değil, kaziye-i makbule nazarı ile bakılmalıdır. Kaziye-i makbule, mevsuk ve mutemed zâtların sözlerine itimad edilmesi demektir. İslam âlimleri eserlerinde bu gibi makbul kaziyeleri kullanmışlar ve delil olarak kabul etmişlerdir. Ama bu deliller ilmî bir delil değil, nazari delillerdir.
Kaynaklar:
1) bk. İbni Hibban, Sahih 1:146; el-Münavî Feyzü'l-Kadîr, 3:54.
2) bk.Ebu Yâ'la, Müsned, No: 5269, 9/177; İbni Hacer, el- Metâlibu'l-Âliye, No: 3375, 3/239; Taberanî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, No: 10518, 10/217; Deylemî, Müsned-i Firdevs, No: 1311,1/330.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü