"Vicdan" ile "Vicdaniyat" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
“Akıl tâtil-i eşgal etse de, nazarını ihmal etse, vicdan Sânii unutamaz.” (Mesnevî-i Nuriye)
“Vicdan, cezbesi ile Allah’ı tanır.” (Sözler)
Her vicdan Allah’ı bilir. İnanmayan bir insan düşününüz: Bu insan yediği bir meyve için ne tabiata, ne maddeye, ne de bir başka şeye karşı minnettarlık duymaz. Allah’a şükretmese bile başkalarına da etmez. İşte onu başkalarına teşekkürden men eden, onun vicdanıdır. O inançsız adam, vicdanen bilir ki, bütün bu eşya onu tanımazlar ve ona kendi iradeleriyle hizmet etmezler.
İşte bütün bu mânalar, onun vicdanında kelimesiz olarak ve bilemeyeceğimiz bir keyfiyette mevcuttur. Ve onu başkalarına şükretmekten men eder.
Bir diğer misal: Bir insan yatağına girdiğinde rahatça uyuyabiliyorsa, vicdanının Allah’ı bilmesi sayesindedir. Hiçbir insan yoktur ki, "Uyuyacağım ama ya dünyamız bir gezegene çarparsa…" gibi bir endişe ile yatağında oturup kalsın. Yahut "uyuyacağım ama ya damarlarımda tıkanma olursa, kanım pıhtılaşırsa, kalbim durursa..." gibi bir vehme kapılarak uyumaktan vazgeçsin. Her insan vicdanen bilir ki, ne bu beden onun kendi malıdır, ne de şu kâinat. Her ikisini de Allah yaratmıştır ve O idare etmektedir.
İşte bu vicdanî biliş olmasaydı, hiçbir dinsiz bu dünyada bir an olsun rahat nefes alamazdı.
İnsanın vicdanen bildiği hakikatler sayılamayacak kadar çoktur. Bunların en önemli iki maddesi insanın zaaf ve aczidir. İnsan, vicdanı sayesinde, son derece aciz ve muhtaç olduğunu yakinen bilir.
"Her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istimdad cihetinde iki küçük pencere, Kadîr-i Rahîm’in barigâh-ı rahmetine açılır, her vakit onunla bakabilir." (Sözler)
Bediüzzaman Hazretleri, insanın sonsuz aciz ve fakir olarak yaratıldığını ifade ettikten sonra, bu aczin ve fakrın ona bir nokta-i istinad ve nokta-i istimdat noktaları aramaya sevk edeceğini söyler. Yani o insan, bütün düşmanlarına karşı onu koruyacak bir kadir-i mutlaka dayanır ve O’ndan medet ister.Bütün ihtiyaçlarını yerine getirecek bir ganiyyi rahimin dergahına iltica eder. Her vicdan sahibi bütün bu kainatı ve içindeki eşyayı ona hizmet ettiren bir kadir-i mutlakın varlığını kabul eder.
İnsanın aczi ve fakrı sonsuzdur. Ne göz onun malıdır, ne de gördüğü eşya. Bütün bunlara muhtaçtır ve bunların hiçbirini yapacak güce de sahip değildir.
İşte, inansın veya inanmasın, her insan bu hakikati vicdanen bilir. Yani, "ben aciz ve muhtaç bir varlık mıyım?" diye düşünmesine gerek kalmadan, bu gerçeği iç âleminde yakinen kavrar.
Vicdan, insanın bozulmamış fıtratını / yaratılışını ifade eder. Kur’an neyi emretmiş veya yasaklamışsa vicdanda bunun tasdikçisi vardır. Mesela, insan vicdanen Yüce Yaratıcıya inanma ve O’na sığınma ihtiyacı hisseder. Kur’an da bunu emreder. Vicdan haksız kazançtan rahatsızlık duyar. Kur’an da her türlü haksız kazancı yasaklar.
Ancak hassas bir terazi zamanla bozulabileceği gibi, vicdan da hassasiyetini zamanla kaybedebilir. Söz gelimi günahlar vicdan terazisinin dengesini altüst yapabilir.
Bir insanda vicdan devre dışı kalmışsa, böyle birinin sağlıklı ölçüp biçmesi, sağlıklı değer hükümleri ifade etmesi, sağlıklı değerlendirmeler yapması beklenemez. "Eksik ölçüp noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun!.." (Mutaffifin Suresi, 83/1)
Bu ayetin vicdanı bozulanlara da işareti olsa gerektir. Günah, Hz. Peygamber (asm)'in ifadesiyle “kalbi rahatsız eden ve başkalarının bilmesinden hoşlanılmayan şeydir.” (bk. Tirmizi, Zühd, 52) İnsan fıtratı günahtan rahatsızlık duyar.
Söz gelimi bir insan devamlı doğru konuşsa vicdanı rahattır. Fakat yalan söylediğinde vicdan tepki verir, hoşnut olmaz. İlk defa yalan söyleyen biri vicdanen rahatsız olur, yüzü kızarır, kan basıncı artar. Fakat bunu alışkanlık haline getirirse, artık vicdan tepki vermez hale gelir.
Vicdanın bu hali ayçiçeği bitkisine benzer. Ayçiçeği devamlı Güneş'e doğru yönelir. Fakat başı ağırlaştığında sadece yere bakar, artık güneşi takip edemez. Vicdanın ilk hâli bir saç kılını bile tartan kuyumcu terazisi gibi hassas iken, günahlarla laçkalaşmış hâli, tonluk ağırlıkları tartan kaba terazilere benzer.
Cenab-ı Hak iyiliğin mükâfatını doğrudan o iyiliğin içinde derc ettiği gibi, kötülüğün cezasını da aynı o kötülük içerisine koymuştur. Faraza, başkasına iyilik yapan biri, bundan mutluluk duyar; haksızlık yapan ise vicdan azabı çeker. Kul hakkını çiğneyen biri polisin takibinden kurtulsa da vicdanın tepkisinden kurtulamaz. Tabir yerinde ise, vicdan asla affetmez. Bundan dolayıdır ki, başkasına haksızlık yapanlar vicdan azabından kurtulamazlar. Depresyon gibi rahatsızlıklar böylelerinin yakasını bırakmaz.
Kur’an bu gerçeklere işaretle şöyle der:
“Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz...” (İsra, 17/7)
Vicdan, insanın fiil ve hareketlerini tetkik ve muhakeme ederek, kendi lehinde veya aleyhinde hüküm veren sadık bir hâkim ve gizli bir histir. Cenab-ı Hakkın insanların kalbine ihsan ettiği bir marifet nuru olan vicdan, hayrı kabul ve şerri reddeden, haksızlığı kabul etmeyen emin bir mürşittir.
Vicdan, insanı hem dünyada hem de mahkeme-i kübrada mahkûm etmekten çekinmez. Verdiği hükümlerde yanılmaz ve aldanmaz.
Vicdanen rahat olmak kadar dünyada tatlı bir şey yoktur. Saadet, istikamet, nefis muhasebesi, tedbir, insaf, merhamet ve adalet vicdandandır. Hakkı kabul, haksızlıktan nefret etmek onun şanındandır.
“Vicdan, fıtrat-ı zîşuurdur.” (Mesnevi-i Nuriye)
“Vicdan yalan söylemeyen bir muhbir-i sadıktır” sözü darb-ı mesel olmuştur. Vicdan hasenattan hoşlanır, seyyiattan nefret eder. Adalet ve insaf onun en mümeyyiz vasfıdır. O, insanın akıl ve hakikate muhalif işlerinde, onu ölünceye kadar tazip eder. Hayır ve hasenat yaptığı zaman ise, onu huzur ve saadete gark eder.
Nur Külliyatı'nda vicdan için, “Âlem-i gayb ve şehadetin nokta-i iltisakı.” şeklinde bir açıklama yer alır. İnsanın bedeni, “şehadet âlemi” denilen şu görünen âlemdeki varlıklardan istifade ettiği gibi, akıl ve kalbi de bu eşyayı yaratan ve ona hizmet ettiren Rabbini, Halık'ını bilmek ve bulmakla tatmin olur. Bu cihetle de vicdan, gayb âlemi ile şahadet âleminin “nokta-i iltisakı” yani bir nevi buluşma noktasıdır.
İman ile Rabbine teveccüh eden vicdan, bütün bir şehadet âleminin insana hizmet ettiğinin şuurunda olarak, kâinattaki hâdiselerden süzdüğü mânâlarla Rabbini tesbih eder, takdis eder, tekbir eder. Bu âlemde insana aczini ve fakrını hissettiren hâdiseler karşısında vicdanda tekbir ve tesbih vazifesi devreye girer. İnsana teveccüh eden nice nimetler karşısında ise şükür ve hamd vazifesi ifa edilir.
Vicdaniyat:
Nur Külliyatı'ndan İşârâtü'l-İ’caz adlı eserde kalbin tarifi yapılırken “mazhar-ı hissiyatı vicdan, ma’kes-i efkârı dimağdır" denilir. Hissiyat iki şubeye ayrılır: Beş duyu dediğimiz zahirî hisler, bir de batınî hisler.
Vicdaniyat, denilince daha çok “batınî hislerle idrak edilebilen şeyler” akla gelir. Batınî hisler, “Kuvve-i akliyye, kuvve-i hayaliyle, kuvve-i vehmiye, kuvve-i hafıza ve hiss-i müşterektir.” Demek oluyor ki görme, işitme, koklama gibi, “akıl, vehim, hayal...” de ruh için birer bilgi kaynağıdır.
İşte ruhun bu batınî duygularla bilme cihetine vicdan deniliyor, onlarla bilinen şeylere de vicdaniyat.
Buna göre akıl ve hayal de vicdaniyata giriyor; bunlar da beş duyu ile değil, vicdanen biliniyorlar.
Kader Risalesi / Yirmi Altıncı Söz'de, insanın cüz’i irade sahibi olduğunu vicdanen bildiği ifade edilir. Hiç delil getirmeye ve ispat etmeye gerek kalmadan her vicdan bilir ki, ben bir işi yapmayı kendim istiyor ve ona kendi irademle meylediyorum.
İnsanın vicdanen bildiği hakikatler sayılamayacak kadar çoktur. Bunların en mühim iki maddesi insanın zaaf ve aczidir. İnsan, vicdanı sayesinde, sonsuz derece zayıf ve muhtaç olduğunu aklını hiç yormadan ve hafızasını zorlamadan anlayabilir.
İnsanın aczi ve fakrı sonsuzdur. Ne göz onun malıdır ne de gördüğü eşya. Bütün bunlara muhtaçtır ve bunların hiçbirini yapacak güce de sahip değildir. İşte insan bu hakikati vicdanen bilir. Yani, “Ben aciz ve muhtaç bir varlık mıyım?” diye düşünmesine gerek kalmadan, bu hakikati vicdan sayesinde yakinen kavrar.
"Her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istimdad cihetinde iki küçük pencere, Kadîr-i Rahîm’in barigâh-ı rahmetine açılır, her vakit onunla bakabilir." (Sözler, Otuz Üçüncü Söz, Otuz Birinci Pencere.)
Her insan sonsuz âciz ve fakir olarak yaratılmıştır. Her vicdan bunu bilmesi sayesinde dünyada rahat etmektedir. Sadece bir misâl verelim: İnsan yatağına girip uykuya geçmeyi beklerken vicdanen bilmektedir ki, kalbi Allah’ın emrindedir, O durdurmadıkça durmaz, kanı O izin vermedikçe pıhtılaşmaz. Ve O izin vermedikçe dünya bir gezegene çarpmaz. Bütün bunları vicdanen bilmesi sayesinde rahat yatar ve uyur.
İnsanoğlu, vicdanının Allah’ı bilmesi sayesinde, ne kâinatı ne de bedenini düşünmeksizin gündüzleri işlerini endişesiz görmekte ve geceleri rahatlıkla uyuyabilmektedir. Akıl gaflet sahralarında dolaşsa bile, vicdan âlemlerin Rabbini bilir ve her şeyin O’nun emri ve idaresi altında olduğunun şuuruyla, ancak O’nun sonsuz kudretine istinat eder ve yine ancak O’ndan medet diler.
Bu sayede insan, iç ve dış dünyasındaki sonsuz denecek kadar çok faaliyetlerin hiçbirini düşünmeden kendi işine bakar.
Vicdaniyattan olan, yani insanın duyu organlarına muhtaç olmaksızın bildiği bir başka saha da kendi hasletleridir ve vasıflarıdır. Meselâ;, bir insan kendisindeki tevazu yahut kibir hâlini vicdanen bilir. Merak, endişe, korku, sevgi, şefkat, tereddüt... gibi nice hâller de hep vicdanen bilinirler.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar