"Meğer maddiyyunluk tâunuyla maraz-ı kalbe ve vicdan hastalığına müptelâ ola!" izah eder misiniz; "vicdan hastalığı" nedir?
Değerli Kardeşimiz;
"İşte Kur’ân’ın tekrar edilen hakikatleri bu kıymette olduğundan, tekraratında kuvvetli ve geniş bir mu’cize-i mâneviye bulunmasına fıtrat-ı selime şehadet eder -meğer maddiyyunluk tâunuyla maraz-ı kalbe ve vicdan hastalığına müptelâ ola!..-."
قَدْ يُنْكِرُ الْمَرْءُ ضَوْءَ الشَّمْسِ مِنْ رَمَدٍ وَيُنْكِرُ الْفَمُ طَعْمَ الْمَاۤءِ مِنْ سَقَمٍ (Bazen insan, göz hastalığından dolayı güneş ışığını inkâr eder. Ağız da hastalıktan dolayı bazen suyun tadını alamaz.) kaidesine dahil olur."(1)
Vicdan; insanın fıtratına doğuştan dercedilmiş, hakikatlerin hissedilmesine ve anlaşılmasına vesile bir miyar ve mizandır.
Vicdan, insanın lehinde veya aleyhinde hüküm veren sadık bir hâkim ve gizli bir histir.
“Vicdan, fıtrat-ı zîşuurdur.” (Mesnevi-i Nuriye)
Vicdan, hayrı kabul ve şerri reddeden, haksızlığı kabul etmeyen emin bir mürşittir. Saadet, istikamet, nefis muhasebesi, tedbir, insaf, merhamet ve adalet gibi ulvî hasletler vicdanın mümeyyiz vasıflarındandır.
Her vicdan sahibi bütün bu kâinatı ve içindeki eşyayı ona hizmet ettiren bir zatın varlığını kabul eder. Üstad Hazretleri bu hakikati şöyle ifade eder:
“Akıl ta'til-i eşgal etse de, nazarını ihmal etse, vicdan Sânii unutamaz. Kendi nefsini inkâr etse de; onu görür, onu düşünür, ona müteveccihtir.” (Mesnevi-i Nuriye)
Bundan dolayıdır ki, hiçbir insanın, vicdanından gelen “Necisin? Nereden geliyorsun? ve Nereye gidiyorsun?” gibi müthiş suallerin cevabını düşünmemesi ve onların cevabını bulmadan huzur ve rahata kavuşması mümkün değildir.
Üstad Hazretleri insanın ancak Allah’a ve ahirete iman etmesiyle vicdanının tatmin olacağını şöyle ifade eder:
“Ey insan! Senin nokta-i istinadın ancak ve ancak Allah'a olan imandır. Ruhuna, vicdanına nokta-i istimdad ise ancak âhirete olan imandır. Binaenaleyh bu her iki noktadan haberi olmayan bir insanın kalbi, ruhu tevahhuş eder; vicdanı daima muazzeb olur. Lâkin birinci noktaya istinad ve ikincisinden de istimdad eden adam kalben ve ruhen pekçok zevk ve lezzetleri, ünsiyetleri hisseder ki; hem müteselli, hem vicdanı mutmain olur.” (Şualar)
Vicdan, verdiği hükümlerde yanılmaz ve aldanmaz. O, insanın akıl ve hakikate muhalif işlerinde, onu ölünceye kadar tazib eder. Hayır ve hasenat yaptığı zaman ise, onu huzur ve saadete gark eder.
İnsan maddeci ve inkârcı fikirlerle ya da gaflet ve günahların tozları sayesinde bu miyarı, mizanı ve ilahî ayarı bozar. Böyle bir insan hakkı içinde hissedemez hâle gelir, ki bu da manevî bir hastalıktır.
Resul-i Ekrem Efendimiz şöyle buyuruyor: “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5)
Her insanın ilk vicdanı sağlam ve hakka bir miyardır. Lakin kötü muhit, batıl ideolojiler, su-i tedbir ve terbiye bu ilahî ayarı bozar. Buna da "vicdanî hastalık" deniyor. Vicdanı bozulan kişinin de hayra ve güzelliğe kabiliyeti kalmaz.
Her insan yaratılış itibariyle lekesiz, tertemiz, iman ve İslâm'a en müsait bir fıtrattadır. Her çocuk, lekesiz, bembeyaz, üzerine her şey yazılabilecek bir kâğıt veya üzerine hiç ses kaydedilmemiş bir kaset, şekil verilmeye müsait bir macun, kalıplara dökülmeyi bekleyen maden cevheri veya eğilmeye müsait bir fidan gibidir.
Bir pınar suyu, esas kaynağı ve mahiyeti itibariyle saf, dupduru, berrak, tertemizdir. O suyun üzerine toz toprak saçmak suretiyle bulandırılıp başka bir mahiyete sokulabilir- Aynı şekilde yeni doğan bir çocuk da fıtrat ve kâinat kanunlarına göre hakikatleri kabule, bulanıklık ve dalaleti ise reddetmeye uygun ve müsait bir haldedir. Bu sebeple, 5-15 yaş grubu çocuklara ne anlatırsanız, onlar hemen onu hafızalarına kaydedip, kalp dünyalarına iman ve İslâm adına yerleştirirler
Mesela, bir çocuğa hırsızlık faziletmiş gibi bir terbiye verilse ve öyle büyütülse, o çocuk hırsızlık yaparken vicdanen rahatsızlık duymaz. Ama hiçbir menfi terbiye verilmese o zaman vicdan fıtrî ve ilahî ayarlar muktezası olarak rahatsız olur. Vicdanın tefessüh etmesi ve hasta olması bu mânadadır.
Maddiyyunluk maddeye tesir vermek, ezeliyet vermek, yaradılış hakikatini inkâr etmek için maddeye taparcasına bir ilahmış gibi iman ve itikada zarar verici felsefî düşüncelere inanmak mânasındadır; "tâun" sıfatıyla ifade etmesi de bu zamanda maddeperestlik ve benzeri cereyanların bulaşıcı olup çığ gibi yayılıp intişar etmesine işarettir.
Ayrıca vebanın insan vücudunu çürüterek helak etmesi nev’inden, manevî bir çürümeye ve helak olmaya sebebiyet verdiğindendir. Dolayısıyla bu durumda kalp hastalanır, vicdan bozulmaya başlar, hakikatler perdelenir veya hiç görünmez; tıpkı gözü hasta olan adamın güneş ışığını inkâr etmesi gibi...
(1) bk. Şualar, On Birinci Şua, Onuncu Mesele.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü