Yirmi Dokuzuncu Lem'a, Üçüncü Bab, Birinci Mertebe'yi açıklar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"Birinci Mertebe"
“De ki: ‘Hamd olsun o Allah’a ki, evlât edinmekten münezzehtir, mülkünde ortağı bulunmaz ve hiçbir şeyden de âciz değildir ki yardımcıya ihtiyacı olsun.’ Ve hürmet ve tâzimle Onun yüceliğini an.” (İsrâ, 17/111).
"Emret Allah’ım, emrini yerine getirmeye hazırız. Celâli yüce olan Allah, ilmi ve kudretiyle her şeyden sonsuz derecede büyüktür. Zira O her şeyi yaratan öyle bir Hâlık ve yarattığı varlıklara birbirinden ayrı ve lâyık şekiller veren öyle bir Bâri’ ve o varlıkları en güzel suretlere kavuşturan Musavvirdir ki, kudretiyle insanı bir kâinat gibi san’atlı yaratmış; ve insanı nasıl kader kalemiyle yazmışsa, kâinatı da aynen o kalemle yazmıştır. Çünkü şu büyük âlem olan kâinat, aynen bu küçük âlem olan insan gibi, Onun kudretinin san’at eseri ve kaderinin mektubudur. Her şeyi sonsuz san’at ve hikmetle yapan Sâni-i Hakîm şu büyük âlemi öyle bir surette yoktan var etmiştir ki, onu bir mescid şekline döndürmüş; ve bu küçük âlemi de öyle bir surette icad etmiştir ki, onu secde eden bir kul yapmıştır. Şu büyük âlemi bir mülk şeklinde inşa etmiş, bu küçük âlemi de bütün mülke muhtaç bir memlük olarak bina etmiştir. Onun büyük âlemdeki san’atı bir kitap şeklinde kendini göstermiş, insandaki sıbğası ise hitap çiçekleri açmıştır. Onun kudreti, büyük âlemde rubûbiyetinin haşmetini gösterirken, küçük âlem olan insanda da nimetleri tanzim ediyor. Onun haşmeti büyük âlemde vahdâniyetine şehadet ederken, rahmeti de küçük âlemde Onun ehadiyetini ilân ediyor. O celâl sahibi San’atkâr, büyük âlemin tamamına ve nevilerin ve fertlerin hareket ve sükûnetlerine birer sikke-i vahdet koyduğu gibi, şu insanın cisim ve organlarına ve hücre ve zerrelerine dahi öylece birer hâtem-i vahdet basmıştır."(1)
Burada Allah’ın azamet ve kibriyası, isim ve sıfatlarının kâinattaki tecellileri ile izah ediliyor. Her bir ismin tecellisi O’nun azametine açılan bir pencere ve bir kapı gibidir. Bir sanatkârın kıymeti ve büyüklüğü sanatı nispetindedir. Aynı şekilde Allah’ın büyüklük ve azameti de sanatı olan kâinattan anlaşılıyor.
Mesela yedi milyar insanın yüzlerinin, parmak izlerinin, göz retinalarının, seslerinin birbirine benzememesi Allah’ın mutlak iradesinin, sonsuz ilminin, nihayetsiz azamet ve kibriyasının delilidir. Her şeyi ayrı bir şekilde inşa eden Bari ismi nasıl O’nun azametini gösteren bir levha ise, aynı zamanda her şeye mahsus bir suret veren Musavvir ismi de O’nun azametine ve büyüklüğüne bir işaret ve delildir. Diğer bütün isimleri de bu şekilde kıyaslayabiliriz. İnsanın yaratılış gayesi Allah’a iman edip, her varlık üzerinde tecelli eden isim ve sıfatları okumaktır.
“Her şeyi sonsuz san’at ve hikmetle yapan Sâni-i Hakîm şu büyük âlemi öyle bir surette yoktan var etmiştir ki, onu bir mescid şekline döndürmüş; ve bu küçük âlemi de öyle bir surette icad etmiştir ki, onu secde eden bir kul yapmıştır. Şu büyük âlemi bir mülk şeklinde inşa etmiş, bu küçük âlemi de bütün mülke muhtaç bir memlük olarak bina etmiştir.” (20. Mektup)
Her varlığın kendi mahiyetine ve istidadına uygun olarak yaptıkları ibadetler, en mükemmel manasıyla, insanda yani başta Peygamberler (as.) olmak üzere bütün salih kullarda tezahür etmiştir. İnsan bu yüksek mahiyetiyle hem hamd ve tesbihi en ileri manada ifa etmiş hem de sair mahlûkatın ibadetlerini hayretle temaşa ve tefekkür etme kemaline ermiştir.
İnsan dışındaki canlılar, ne kendilerinde ne de âlemde teşhir edilen İlâhî sanatları tefekkür etme istidadına sahip değillerdir. Zira bu ulvî vazifeler ancak akıl nimeti sayesinde yapılabilir. Mesela, bir koyun ne kendi bedenindeki mucize sanatları bilir, ne de dağlarda, denizlerde, semalardaki haşmetli icraatı temaşa edebilir. İnsan ise kendine ihsan edilen ve her biri bir kudret mucizesi ve İlâhî bir ihsan olan organlarını tanıdığı, her birinin vazifelerini bildiği gibi, güneşi, ayı, denizleri, ırmakları da tanır ve bilir. Onlarda sergilenen kudret mucizelerini ve rahmet hediyelerini hayret ve şükürle temaşa eder. Rıza dairesinde bir hayat geçiren insanlarda bu büyük ihsan çok daha ileri derecesiyle cennette de devam edecek ve müminler bu dünyadaki meyve ağaçlarına bedel, tuba-i cenneti seyredecekler, burada yedikleri bir kaşık bala karşı orada bal nehrine muhatap olacaklardır. Yani iman ve ibadet ile ömür geçiren ve bu dünyadan ahirete intikal eden müminlerden namaz, oruç, hac gibi ibadetler sakıt olacak ancak tefekkür, şükür, hayret gibi ubudiyet vazifeleri en ileri manada devam edecektir.
(1) bk. Lem'alar, Yirmi Dokuzuncu Lem'a.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü