"Sani-i Hakim, alem-i ekberi öyle bedi bir surette halk edip ayat-ı kibriyasını üstünde nakşetmiş." Kainatın bedi suretinde yaratılması ve ayat-ı kibriyanın üstünde nakşedilmesi ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
"Sâni-i Hakîm, âlem-i ekberi öyle bedî bir surette halk edip âyât-ı kibriyâsını üstünde nakşetmiş ki, kâinatı bir mescid-i kebir şekline döndürmüş. Ve insanı dahi öyle bir tarzda icad edip, ona akıl vererek, onunla o mu’cizât-ı sanatına ve o bedî kudretine karşı secde-i hayret ettirerek, ona âyât-ı kibriyâyı okutturup, kemerbeste-i ubûdiyet ettirerek, o mescid-i kebirde bir abd-i sâcid fıtratında yaratmıştır." (Mektubat, 20. Mektup, 2. Makam)
Kâinat, ayet-i kerimede altı gün olarak ifade edilen altı devrede yaratılmıştır.
Cenab-ı Hak sonsuz kudretiyle âlemi bir anda da yaratabilirdi. O takdirde birçok ilahi isim tecelli etmemiş olacaktı. Kâinatı ibda ile değil de inşa suretinde safha safha yaratmasında bu safhaların her birinde çok bedi’, çok harika sanatlar sergilenmiş ve ayrı isimler tecelli etmiş ve sonunda bu muhteşem âlem ortaya çıkmıştır.
İnsan kâinatın bir küçük misali olduğundan, bu hakikati kendi yaratılışımız üzerinde daha rahat okuyabiliriz: "İnsan bu dünyada da bir anda yaratılsaydı ne olurdu?" sualinin cevabını arayalım. Nutfe denilen bir küçük damlada insanın bütün organlarının yerlerinin, şekillerinin, vazifelerinin yazılmış olması çok garip, çok harika bir sanattır. İnsan bir anda yaratılsaydı, bu ilahi sanat sergilenmemiş olacaktı. O bir damla suyun pıhtılaşmış bir kan hâline gelmesinde, sonra belli belirsiz bir et parçasına dönüşmesinde, ondan etlerin, kemiklerin yaratılmasında, her organın kendi mahiyetine ve vazifesine göre en mükemmel şekli almasında ayrı ayrı esmânın tecellileri sergilenmiştir.
Önce bitkiler yaratılıyor, sonra hayvanlar, en sonunda da insanlar. Bitkiler ve hayvanlar kâinat fabrikasının tümünün hassas ölçülerle çalıştırılmasıyla meydana gelen ilk meyvelerdir. Ancak bu meyvelerin de hizmet edeceği en mükemmel meyve en sona bırakılmıştır. Bu son meyvenin yaptığı ibadeti, onun ruh dünyasında tahakkuk eden marifet ve muhabbeti ne kâinat icra edebilir, ne de onun ilk iki meyvesi.
İnsan onların tümü namına Rabbine ibadet etmekte, O’nun mahlûkatını temaşa ve tefekkür etmekte, tesbih ve hamd vazifesini ifa etmektedir. Bu hakikatten gaflet edilirse, Güneş ve Ay'dan bütün bitki ve hayvan türlerine kadar tümünün insana ettikleri hizmetler ve yardımlar hiçe inecek, manasız ve gayesiz kalacaktır. Aynı şekilde insana verilen o büyük istidat sermayesi de boşa harcanmış olacaktır. Bir ağacın bir tek yaprağını bile gayesiz, hikmetsiz yaratmayan Cenab-ı Hak, elbette kâinat ağacının en mükemmel meyvesi olan insanı başıboş bırakmaz. Nitekim bırakmamış ve gönderdiği peygamberler (as.) ve inzal ettiği kitaplarla ona yaratılış gayesini talim ettirmiş ve “cennete layık bir kıymet” almasının yolunu göstermiştir.
Ancak, insana cüz’i irade verilmekle iman ile küfürden, hak ile batıldan dilediğini seçmekte serbest bırakılmıştır. İşte, cennet ve cehennem insan iradesine tanınan bu geçici hürriyetin ebedî meyveleridir.
İnsan, iradesini yanlış kullanarak batıl yola saparsa, kendi varlığını sebeplere ve tabiata isnad ederse, "hamd ve ibadetini, şükür ve muhabbetini" başkalara verirse büyük bir cinayet işlemiş olur. Böyle kimseleri cezasız bırakmak ve iradesini doğru istimal eden mü’minleri de yokluğa mahkûm etmek Allah’ın her şeyde açıkça okunan hikmetinin ve adaletinin hiçe inmesi anlamına gelir. Hikmet ve adaleti sonsuz olan Allah, buna müsaade etmediğinden ahireti getirecek ve kâinatın meyvesi olan insanları layık oldukları mükâfat yahut ceza menzillerine gönderecektir.
Bir de dünyamızın şu hazır hale gelmeden önce geçirdiği safhaları düşünelim. Güneş'ten kopan bir ateş parçası çok bedi’ inkılaplar geçirerek okyanuslara, ormanlara, ovalara dönüşmüş ve bu mükemmel mekâna her biri ayrı bir ilahi sanatı kemaliyle sergileyen, yaklaşık, sekiz milyon tür hayvan misafir olmuşlardır. Bu misafirlerin kendileri gibi dünyaya geliş şekilleri de çok bedi’dir, çok gariptir. Bu geliş bizim bir mekândan diğerine taşınmamıza hiç benzemez. Misafirler hanenin içinden çıkmakta ve yine aynı haneden çıkan gıdalarla beslenmektedirler.
Bedi’ surette yaratılan bu âlemin hem tümünde hem de içindeki her mahlukun ve her canlının üstünde Cenab-ı Hakk’ın “âyât-ı kibriyâsı” yani büyüklüğünün delilleri nakşedilmiştir. Bir çiçeğe de bir yıldıza da baksak “Bunları ancak sonsuz bir ilim ve kudret sahibi yaratabilir.” mührünü onların üzerinde rahatlıkla okuyabiliriz.
İlave bilgi için tıklayınız:
- KAİNAT KİTABI, BEDİÜZZAMAN'IN DÜŞÜNCESİNDE YERİ VE GELİŞİMİ
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü