"Alem-i İslam'ın şahsı manevisinin kalbinde gayet kuvvetli ve kırılmaz beş kuvvet içtima ve imtizac edip yerleşmiş." cümlesini ve bu beş kuvveti ayrı ayrı izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Üstad Hazretleri burada, İslam aleminin maddi açıdan nasıl terakki edeceğinin gerekçelerini ve saik kuvvetlerini izah ediyor.
"Birincisi: Bütün kemâlâtın üstadı ve üç yüz yetmiş milyon nefisleri bir tek nefis hükmüne getirebilen ve hakikî bir medeniyetle ve müspet ve doğru fenlerle teçhiz edilmiş olan ve hiçbir kuvvet onu kıramayacak bir mahiyette bulunan hakikat-i İslâmiyettir."
İslam’ın iman, ibadet ve ahlaka dair hakikatleri ve prensipleri, bütün Müslümanları bir vücut ve bir insan suretinde cem edebilir bir kuvvette ve mahiyettedir. Üstelik bu hakikat ve prensipler Allah’ın kelam sıfatından süzülüp geldiği için, yine Allah’ın kudret sıfatından gelen kevni ve tabii kanunlarla asla ve kata çelişip çatışmaz. Bize düşen tek görev bu kelami ve kevni şeriatlara uymaktır. Bizim elimizde kainatla uyumlu bir şeriat ve Kur’an mevcut.
"İkinci kuvvet: Medeniyet ve san'atın hakikî üstadı ve vesilelerin ve mebâdilerin tekemmülüyle cihazlanmış olan şedid bir ihtiyaç ve belimizi kıran tam bir fakr, öyle bir kuvvettir ki, susmaz ve kırılmaz."
İnsanı herhangi bir konuda çabaya ve gayrete sevk eden dinamik, o konuya olan ihtiyacı ve ihtiyaç derecesidir. Şayet insan bir şeye ihtiyaç duymuyorsa, o şey hakkında en ufak bir çaba ve gayrete girişmez.
Mesela, insanda açlık duygusu olmasa idi, yeme içme hususunda ya da yenilip içilen şeylerin vesileleri olan tarım, ziraat, aşçılık vesaire gibi konularda en ufak bir gayret bir gelişme bir atılım bir girişim söz konusu olmazdı. Çünkü insanoğlu ihtiyaç duymadığı konularda kılını kıpırdatmaz.
Ama insan bir şeye aşk ve açlık derecesinde ihtiyaç duyuyor ise, o zaman o konuda kendini paralar derecesinde bir gayret ve çalışma içine girer.
Aslında medeniyet ve sanat denilen şeyler, insanlığın temel ihtiyaçlarının sevk ve idaresi ile meydana gelmiş birer olgudır. Şayet insan ihtiyaç ile donatılmamış olsa idi, ne medeniyet olurdu ne de sanat olurdu.
Mesela, hayvanların düşünceleri, kabiliyetleri ve ihtiyaçları basit ve sade olduğu için, onlar insanlar gibi büyük ve karmaşık bir medeniyet kuramıyorlar.
Şimdi İslam dünyası hem fakir hem de medeniyete şiddetle muhtaç bir durumda olduğu için, medeniyete olan gayret ve talebi medeniyete doymuş olanlara nispetle çok daha fazla olacaktır. Bu da İslam aleminin ayağa kalkmasında içsel bir itici güç, etkili dahili bir dinamiktir.
Vesilelerin ve mebadilerin tekemmülü, fen ve teknik konuda insanlığın çok hızlı bir şekilde ilerlemesidir. Amerika, Avrupa gibi gelişmiş toplumlar uçağa, arabaya, metroya sahipken, bizim bundan geri kalmamız mümkün değildir.
"Üçüncü kuvvet: Yüksek şeylere müsabaka suretinde beşere yüksek maksatları ders veren ve o yolda çalıştıran ve istibdâdâtı parça parça eden ve ulvî hisleri heyecana getiren ve gıpta ve hased ve kıskançlık ve rekabetle ve tam uyanmakla ve müsabaka şevkiyle ve teceddüd meyliyle ve temeddün meyelânıyla teçhiz edilen üçüncü kuvvet, yalnız hürriyet-i şer'iyedir. Yani, insaniyete lâyık en yüksek kemalâta olan meyil ve arzu ile cihazlanmış olmak."
Üçüncüsü, burada şeriate uygun olan hürriyetin İslam alemine kazandıracakları unsurlar sıralanarak, bunların vesilesiyle kuvvet kazanıp istaikbalede maddeten dahi inlişaf edeceğimizin izahı yapılmaktadır.
Evet, hürriyet; rekabet ve müsabaka duygusunu insana kazandırarak yüksek maksatları ders verip o yolda çalıştırır. Ayrıca İstibdatın her çeşidini parça parça edip, hür fikir ve düşüncelerle kabiliyetleri inkişaf ettirir. Bununla beraber, gıbta, hased, kıskançlık ve rekabet gibi insanı müsabakaya sevk eden hislerin önünü açar ve geliştirir. Ve her türlü yenilenme ve medenileşme meyillerinin karışımıdır. İşte bu hürriyet öyle bir kuvvettir ki, insanı layık olduğu yüksek kemalata ulaşması için ihtiyaç duyduğu meyil ve arzularla bezenmiş ve techiz edilmiştir.
İnsanın fıtratındaki rekabet ve kıskançlık hissi inkar edilemez. Bu duygular müspet gayede olumlu, menfi gayede olumsuz olurlar. Bu duyguları fıtrattan söküp atmak imkansızdır. Lakin yüzünü hayırlı bir şeye çevirmek mümkündür. Üstad Hazretleri kıskançlık hissini burada müspet ve hayırlı bir manada ele almıştır. Nasıl hayırda yarış varsa, aynı şekilde insanların ve milletlerin medenileşme ve maddi terakkide de bir yarışı ve rekabeti olabilir. Üstelik bu İslam milleti ile batı milleti arasında ise rekabet ve müsabaka kaçınılmazdır.
İslam toplumlarının sefalet ve fakirlikleri Batı toplumlarının terakki ve zenginliklerine karşı bir rekabeti ve hırsı kamçılıyor. Bu da toplumu dinamik hale getiriyor. Önemli olan bu toplumsal dinamiği İslam terbiyesi ile iyi organize etmektir. Şayet bu başarılır ise, İslam aleminin terakki yolculuğu hızlanır ve eski görkemli günlerine döner. Bunu en güzel besleyecek ve geliştirecek ortam ise İslam'a yakışan hürriyetdir. Yani diktatörlük ve baskıların kaldırılıp, muhtelif istidat ve kabiliyetlerin önünün açılması ile terakki mümkündür.
"Dördüncü kuvvet: Şefkatle cihazlanmış şehamet-i imaniyedir. Yani tezellül etmemek, haksızlara, zâlimlere zillet göstermemek, mazlumları da zelil etmemek. Yani, hürriyet-i şer'iyenin esasları olan müstebitlere dalkavukluk etmemek ve biçarelere tahakküm ve tekebbür etmemektir."
İslam ahlakı ve terbiyesi ile yetişmiş bir Müslüman ne kuvvet ve zulmün karşısında zillet ve alçaklığa düşer, ne de zayıf ve mazlumları ezer. Şeriatın telkin ettiği imani şehamet, baskıcı rejimlere ve onun diktatör zorbalarına buyun eğmeyi ve onlara dalkavukluk etmeyi men ederken, aynı şeriat zayıf ve mazlumlara karşı da gurur ve kibri men ediyor. Bu ahlak tatbik edildiği zaman, mükemmel ve sorunsuz bir toplumsal yapı oluşur. Avrupa toplumlarının halledemediği bu manevi hastalıkları İslam inanç ve ahlaki esasları ile hallediyor. Zalimler zulmünden vazgeçmeye mecbur kalırken, zayıfların da İslam'a sığınması ve yönelmesi de hızlanacaktır, inşallah.
"Beşinci kuvvet: İzzet-i İslâmiyedir ki, i'lâ-yı kelimetullahı ilân ediyor. Ve bu zamanda i'lâ-yı kelimetullah, maddeten terakkiye mütevakkıf; medeniyet-i hakikiyeye girmekle i'lâ-yı kelimetullah edilebilir. İzzet-i İslâmiyenin iman ile kat'î verdiği emri, elbette âlem-i İslâmın şahs-ı mânevîsi, o kat'î emri istikbalde tam yerine getireceğine şüphe edilmez."(1)
Bu asırda İslam davasının yüceltilmesi, hakim kılınması ve insanlar nazarında etkin ve tekili olmasının en büyük vesilesi, güçlü bir medeniyet kurmak ve maddi anlamda gelişmekle mümkündür.
Medeniyet ve maddi gelişme üzerinde kısaca durmak gerekirse;
Bu asrın hakim cereyanı ve geçer akçesi ilim ve medeniyettir. Şayet ilim ve medeniyet konusunda sınıfta kalmış isen, kimse seni ciddiye alıp elindeki değerleri kabul etmez ve etmiyor. Bu yüzden elindeki değerleri insanlığa kabul ettirmek istiyorsan, parlak bir medeniyet, sağlam bir ilmi alt yapı kurman gerekiyor.
Sokak ve caddelerin pislik içinde, trafiğin keşmekeş bir durumda, zengin tam zengin fakir tam fakir bir ekonomik yapıda, rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk diz boyu olmuş bir ahlaki düzende, üretemeyen sürekli tüketen bir toplumda, baskı ve demir yumruk ile yönetmeyi âdet haline getirmiş doğu toplumların elindeki dine ve değere kimse iltifat etmez.
Bugün İslam ülkelerinin eğitim kurumlarından dünyada ses getirecek bir keşif ve buluş çıkmıyorsa, dünyanın en iyi ilk yüz üniversitesi içinde hiçbir İslam üniversitesi yoksa, prof. ve doçentlik gibi unvanlar siyasi yardım ve ahbap çavuş ilişkisi ile elde ediliyorsa, ilim alt yapımız ar-ge, inovasyon gibi değerlerden uzak ise, kimse kalkıp seni ve dinini ciddiye almaz.
Eski dönemlerde ilim ve medeniyet yerinde hissiyat ve kuvvet ön planda idi, bu sebeple İslam’ın önündeki engeller ve bağnazlıklar maddi kılıç ve güç ile çözülüyordu. Ama şimdi asır değişti, insanlık aydınlanma, sanayi devrimi ve bilgi çağı gibi evreler ile ilim ve medeniyet aşamasına geldi. Artık işler kaba kuvvet ile değil ilim ve ikna ile çözülüyor.
Bu yüzden İslam alemi İslam’a hizmet edip onu yüceltmek istiyorsa ilim, medeniyet, ahlak ve sair alanlarda güzel bir tablo çizmek zorundalar. Gerisi laf-ı güzaf.
Allah’ın dini olan İslam’ın izzet ve haysiyeti, bizim her alanda üstün ve galip olmamızı emrediyor. Madem Allah’ın kutlu dinini yüceltmek ve yükseltmek her Müslüman’ın boynuna borçtur. Öyle ise maddi bakımdan da güçlü ve dinamik olmalıyız. Zira bu zamanda güç ve galibiyet maddeten terakki etmeye bakıyor. Fakir ve sefil bir toplumun izzetli ve haysiyetli İslam bayrağını taşıması ve yüceltmesi kabil değildir. Öyle ise biz de Müslüman toplumları olarak hiçbir şey için olmasa bile sırf bu İla-yı kelimetullah için, yani yüce dinimizin izzet ve haysiyetinin yükselmesi ve yücelmesi için çalışıp gayret etmeli ve maddeten gelişmeliyiz. Bugün Irak, Libya ve İslam'ın diğer coğrafyalarında izzetimiz kırılıyor ise, bunun önemli bir sebebi de maddeten geri olmamızdır.
(1) bk. Hutbe-i Şamiye.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar