Aynı mekan hem "Nur medresesi" hem "Dergah" olarak hizmet edebilir mi?
- Gelecekte kiralanacak yeni bir dairenin gelirleri ve giderleri nur talebeleri ve tarikat ehli kardeşler ile birlikte ortak karşılanırsa ortak hizmet yürütülebilir mi?
- Daire Nur medresesi ve dergah olarak kullanılabilir mi zira kiralar çok yüksek. Ne tür problemler ile karşılanabilir?
- Müslümanlar olarak ortak hizmet ederek ittihadı İslamı bu şekilde sağlayamaz mıyız zira Üstadın istediği bu değil mi?
Değerli Kardeşimiz;
Bu mevzu birkaç madde altında değerlendirilebilir.
Birincisi: Mümkünse -küçük de olsa- her cemaatin kendine has bir yeri olması, her zaman matlup olan bir durumdur. Çünkü her meslek ve meşrep sahibi grup ve kişi, başkalarıyla hizmet esnasında bazı olumsuz durumlarla karşılaşabilir. Bu anlamda hususi bir yer tutma, -soruda da belirtildiği gibi- bazı vakitler her grup için mümkün olamayabilir.
İkincisi: Dinin esası tebliğ üzerine bina edilmiştir. Bu sebebten dolayı “Din nasihattır...”(1) hadisi, bu noktadan çok ehemmiyet kesbeder. Eğer muhatabımız dini ve İslami açıdan ilimsiz ve avam ise; tebliğdeki teferruatlar ve meşrep farklılıkları önem arz etmez. Zira o insanın ihtiyacı; dinin farz olan kısımları dediğimiz hakaik-i imaniye ve esasat-ı İslamiyedir. Bunlar gerçekleştikten sonra dinin füruat dediğimiz kısmı devreye girer. Burada da Ehl-i sünnet vel cemaat itikadını muhafaza etmek kaydıyla, yine teferruattaki konular çok önem arz etmez. Zira cemaatlerin ve cemiyetlerin birbirinden ayrılan ve fark eden kısımları; muamelatın ve tebliğatın füruat kısmıdır.
Zira bütün İslami hak cemiyetler, cemaatler, vakıflar ve dernekler hepsi külliyen; hak olan dört mezhebe bağlıdırlar. Dört hak mezhep de dinin ve İslam'ın hakikatine bağlıdır.
Buradan da anlaşılacağı üzere, binlerce meşrep ve meslek farklılığı arz eden cemaatler ve cemiyetler olmakla beraber, tamamı hak olup, dört ana mezhebe tabidirler.
Mademki Ehl-i sünnet itikadı taşıdıktan sonra bu kadar mesleklerin ve meşreplerin farklılıkları haktır ve doğrudur. Aynı zamanda nimet-i ilahiyedir. Çünkü insanların tamamı herhangi bir meslek ve meşrebe girme mecburiyeti yoktur. Ancak iş mezheplere yükseldikçe dörtten birini kabul etmek mecburiyeti çıkar. Bu da daha yükseğe çıkıldıkça tek bir hak din kabul edilmelidir.
Öyleyse farklılıkları birbirimize bir nimet-i ilahiye kabul edip; her biri bir eksik tarafı tamamlayan bir unsur olduğunu kabul edersek; insanların ihtiyaçlarını giderme açısından aynı mekânda farklı hizmetler ve faaliyetler yapılabilir.
Herkes ihtiyacı olan alanı tercih eder veya herkes yapısına ve fıtratına uygun olanı seçer, ondan istifade ve istifaze eder.
Bu hususta Üstadımız: “... Maksadımız, dinî cemaatlar maksatta ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meşreplerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir.”(2) buyurmuştur.
Üçüncüsü: Mekânlar özelliklerini ve vasıflarını mekinden yani orada bulunanlardan alır. Bir mekân hizmet amaçlı tanzim edildikten sonra hangi müspet ve hayırlı hizmet ifa edilirse onun rengiyle boyanır. Bizler sohbetlerimizi ve derslerimizi ifa ederken mekânın özelliklerine pek takılmayız. Yeter ki haramla iştigal alanı olmasın. Mesela çayhanelerde, kahvehanelerde, okullarda, mescidlerde ve camiilerde, evlerde ve bazı sosyal mekânlarda hizmetlerimizi sohbetlerimizi deruhte edebiliyoruz. Bu bir sıkıntı meydana getirmiyor. Dolayısıyla söz konusu yerlerde ve mekânlarda da farklı hizmet erbabı, kendisine has zamanlarda hizmetlerini ifa edebilirler. Bunun ideolojileri paylaşmakla bir alakası yoktur. Zira mekânları paylaşıyoruz. Dolayısıyla mekânların da ideolojisi olmaz.
Hele de Frengistan (gayri müslim) diyarında ve Avrupa ülkelerinde herkes kendisine has özel mekân ve alan bulamayabilir. Burada ittifak noktalarını öne çıkararak tebliğin esasını baz alıp, meşrep ve meslek farklılıklarında boğulmayarak, daha güzel daha rantabl ve daha müttefik hizmetler ifa ederek; hem insanların mizacına göre istifadeyi arz etmek, hem de birlik ve beraberliğe çok muhtaç olduğumuz bu zamanda, uhuvveti ve muhabbeti artıracak bu gibi hizmet programları ve projeleri faydalı olacaktır. Netice olarak tarafgirliği ve merciiyeti davamız kaldırmadığından bu gibi projelere muhalefet etmek; Muazzez Üstadımızın ve Risale-i Nur'un birleştirici, tevhid edici geniş şemsiyesi ve sayesine yakışmaz.
Zira Risale-i Nur ve Bediüzzaman sadece bir grubun değil, bütün insanlığın ve beşeriyetin mal-ı umumisidir.
Muazzez Üstadımızın aleminde; önemli olan kimin nerden nasıl ve ne şekilde olursa olsun istifadesine taraftar olmak bir kaidemizdir. Ayrıca Risale-i Nurlar mazide Osmanlıca yazılıp telif edildiği halde; Latin harfleriyle ve matbaa ile basılma imkanını Allah lutfettiğinde; Üstadımız, ille de Osmanlıcada ısrar etmemiş, kendi hayatında Latince olarak Külliyatı bastırmıştır. Zira onun aleminde olan davanın insanlığa kavuşmasıdır. Latinize harfleri Osmanlıca ile mukayese etiğimizde fevkalade nakıs, eksik ve problemli bir alan olması hasebiyle dahi olsa; Üstadımız buralara takılmıyor, âdeta farklı lisanları ve alanları kullanarak davanın yayılmasına kuvvet veriyor. Meseleyi bu açıdan da değerlendirebiliriz.
Dördüncüsü: Bu gibi ortamlarda, elbette şeytan boş durmayacak ve bazı menfi damarları tahrik edecek ve fitne ateşlerini parlatmaya çalışacaktır. Bu nedenle beraber çalışacak gruplar birbirlerini daha önce tanıyan ve takdir edenlerden seçilmeli, ilk vakitten muhtemel sıkıntıları izale edecek tedbirleri konuşarak ve alınan kararları madde madde yazarak karşılıklı imzalamakla muhtemel problemlerin önü alınmalıdır. Yosa "Hayırlı bir hizmete beraber girelim." derken, ayrıca bir ehl-i iman grupla çatışma ortamı hazırlanabilir. Özellikle bu noktaya azami dikkat edilmelidir.
Dipnotlar:
(1) bk. Buhari, İman 42; Müslim, İman 95.
(2) bk. Hutbe-i Şamiye.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü