"Başkasının dalaleti sizin hidayetinize zarar etmez; sizler, lüzumsuz onların dalaletleriyle meşgul olmayasınız." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
İnsan, İslam’ın istikametli yolunu bulduktan ve ona sımsıkı sarıldıktan sonra, başkalarının günahı ve küfrü ona hiçbir zarar veremediği gibi, onu hak yoldan da saptıramaz. Yani İslam yolu o kadar sağlam ve emin bir yoldur ki, kişi o yola iradesi ile girdikten sonra, artık onu hiçbir kâfirin küfrü, hiçbir şeytanın vehmi onu o yoldan çıkaramaz.
Bir de işlenen suçlar şahsa aittir, başkalarını bağlamaz. Lüzumsuz yere onunla meşgul olunursa o zaman zarar verir.
"Ey iman edenler! Siz kendi sorumluluklarınıza dikkat edin. Siz doğru gittiğiniz takdirde yanlış yola sapanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır ve yapmakta olduğunuz her şeyi o zaman Allah size bildirecektir." (Mâide, 5/105)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu ayeti bir misal üzerinden geniş bir şekilde izah eder. Emirdağ Lahikası'nda geçen bu izahı aşağıya alıyoruz:
"Aziz kardeşlerim, siz kati biliniz ki, Risale-i Nur ve şakirtlerinin meşgul oldukları vazife, ru-yi zemindeki bütün muazzam mesailden daha büyüktür. Onun için, dünyevi merakaver meselelere bakıp, vazife-i bakiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyvenin Dördüncü Meselesini çok defa okuyunuz; kuvve-i maneviyeniz kırılmasın."
"Evet, ehl-i dünyanın bütün muazzam meseleleri, fani hayatta zalimane olan düstur-u cidal dairesinde, gaddarane, merhametsiz ve mukaddesat-ı diniyeyi dünyaya feda etmek cihetiyle, kader-i İlahi, onların o cinayetleri içinde, onlara bir manevi cehennem veriyor. Risale-i Nur ve şakirtlerinin çalıştıkları ve vazifedar oldukları fani hayata bedel, baki hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünyeviyenin perestişkârlarına gayet dehşetli ecel celladının, hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i imanın saadet-i ebediyelerine birer vesile olduğunu, iki kere iki dört eder derecesinde kati ispat etmektedir. Şimdiye kadar o hakikati göstermişiz."
"Elhasıl: Ehl-i dalalet, muvakkat hayata karşı mücadele ediyorlar. Bizler, ölüme karşı nur-u Kur'ân ile cidaldeyiz. Onların en büyük meselesi -muvakkat olduğu için- bizim meselemizin en küçüğüne -bekaya baktığı için- mukabil gelmiyor. Madem onlar divanelikleriyle bizim muazzam meselelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz, neden kudsi vazifemizin zararına onların küçük meselelerini merakla takip ediyoruz? Bu ayet لاَيَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْ ve usul-ü İslamiyetin ehemmiyetli bir düsturu olan اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَيُنْظَرُ لَهُ yani, 'Başkasının dalaleti sizin hidayetinize zarar etmez; sizler, lüzumsuz onların dalaletleriyle meşgul olmayasınız.' düsturun manası: 'Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz. Ona şefkat edip acınmaz.'"(1)
Madem bu ayet ve bu düstur; bizi, zarara bilerek razı olanlara acımaktan men ediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla, vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun haricindekileri malayani bilip, vaktimizi zayi etmemeliyiz. Çünkü elimizde nur var, topuz yoktur. Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse, nur gösteririz. Vaziyetimiz bir nevi nuranî müdafaadır.
Bununla birlikte bizlere zarar vermeyecek bir tedbir ile ehl-i dalaletin imanlarına şefkatle koşmak da bizim aslî vazifemizdir. Bunu ihmal etmemek esastır. Lakin düsturumuz, zarara düştüğümüzü anladığımızda dalalet ehliyle uğraşmamak olmalıdır.
1) bk. Emirdağ Lahikası-I, 21. Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü