"Bir emrin, behemehal bir müessirin tesiriyle vücuda gelmesi lâzımdır ki, tereccüh bilâ-müreccih lâzım gelmesin..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Onuncusu: Bir emrin, behemehal bir müessirin tesiriyle vücuda gelmesi lâzımdır ki, tereccüh bilâ-müreccih lâzım gelmesin. Amma itibarî emirlerde tahsis edici bir şey bulunmasa bile muhal lâzım gelmez." (İşaratü'l-İ'caz, Bakara Sûresi, 7.Âyetin Tefsiri)
Varlık üç nevidir:
Birisi, vacib olan vücuttur. Yani, vücudu ezeli ve ebedi olup, başka hiçbir şeye muhtaç olmayan, bizatihi nefsi ile kaim olan varlık ki, bu da Cenab-ı Hakk'dır.
İkincisi ise, mümteni vücut mertebesidir. Yani var olması, hiçbir zaman mümkün olmayan, vücudu imkansız olan şeylerdir.
Üçüncüsü ise, mümkün vücut mertebesidir. Yani, varlığı ve yokluğu müsavi olan şeylere denir. Var olması ve yok olması eşit olmasından, eşitliği bozup tercih eden bir müreccihe zaruret var. Bu mureccih ise, mümkün değil, vacib olması zaruridir. Zira mümkün, mümküne illet olamaz. Devir ve teselsül delilleri bunun en kati ispatlarıdır. Öyle ise, varlığı yokluğuna galip gelen kainat, bütün zerratı ile bir vacib müreccihe delalet ediyor. İşte, kelamcıların davası olan; “Tercih bila müreccih muhaldir” kaidesi bu manayı dile getirmektedir.
Varlığın üç nevinden biri olan mümkinat da üç nevidir:
Birincisi, mevcut olan vücut mertebesidir. Yani varlığı yokluğa tereccüh etmiştir. Bu ise ancak ilahi irade ve kudret ile mümkündür.
İkincisi ise, madum olan mertebedir. Yani, varlığı mümkün, ama vücut sahasına çıkmamış olanlardır. Bunlar, zaten illet-i tamme istemezler.
Mevzuumuz olan üçüncü kısım ki, mevcud ile madum arasında olan nisbi ve izafi emirlerdir. Bunlar ne mevcut ki illet-i tamme istesinler, yani İlahi kudrete muhtaç olsunlar, ne de madum ki, bütün bütün yok sayılsınlar. İşte insan iradesi de bu sınıftandır. Onun için ne illet-i tamme, yani kudret-i İlahi devreye girip cebir olsun, ne de bütün bütün yok olup mesuliyetten kurtulsun. Böylece ne cebir, ne de hallakiyetin şumulünden ihraç söz konusu olamaz. İşte ehlisünnetin yolu bu minval üzeredir.
“Tercih bila müreccih” prensibi, itibari ve nisbi emirlerde -buna insandaki cüzi iradede dahil- caizdir denilebilir. Nisbi emirler için kullanılan bu kaidedeki müreccih kelimesi tercihe sebep olan üstün vasıf, üstün özellik anlamında kullanılmıştır. Yani bir şeyi başka bir şeye tercih etmenin veya seçmenin olabilmesi için, üstün bir yönü ya da vasfı olması gerekmez.
Tercih ya da seçme işi müreccihe bağlı ve mebni bir şey değildir. Buna şöyle şöyle bir örnek verebiliriz: Aynı vasıfta ve kalitede iki kalemden birini diğerine -hiçbir üstün vasfı olmaksızın- tercih edebiliriz. Tercihin illeti rüchaniyet, yani üstün sıfat değil, iradedir. Onun için eşit olan şeylerde de tercih yapabiliyoruz. Şayet üstünlük, tercihin asıl sebebi, yani illeti olsa idi, eşitliği bozup tercih yapmamız imkansız olacaktı. Ama vaka böyle değil. O zaman “Tercih bila müreccih muhaldir.” sözü itibari ve nisbi emirlerde batıldır ve bir hezeyandır.
“Tercih bila müreccih muhaldır.” mülahazasına göre tercih, ancak iki farklı kitab arasında olabilir. Zira iki farklı kitab arasında mutlaka tercihe sebeb olacak bir rüchaniyet ve üstünlük yönü vardır. Bu üstün yön veya vasıf, tercihe bir illet ve sebeb teşkil edecek, böylece tercih vuku bulacaktır. Bu manada ve fikirde cebir ve illiyet illeti hastalığı kokuyor. Bu vakaya da münafi bir hezeyandır. Doğrusu, itibari emirlerde tercih bila müreccih caizdir. Üstün vasıf olmaksızın, insan tercih yapabilir. Bu da mesuliyetin muktazisi olan irade-i cüziyenin varlığına delildir.Bunun misallerini herkes hayatında çoklukla görebilir ve buna şahidlik edebilir.
Hatta üstün vasfı olmayanı olana da tercih yapmak caridir. Bu ise kulun cebir altında olmadığının en önemli vesikasıdır. Mesela insan, imanın ve İslam’ın nihayetsiz üstün vasıf ve halleri olduğu halde, küfrü ve inkarı imana tercih edebiliyor. Bu da gösterir ki, insanın iradesini rüchaniyet değil, kendi müstakil kesbi belirliyor. Rüchaniyet illet olup, iradeyi selb etmiyor. Sadece bir kolaylık sağlayıp, mesuliyet veriyor. Tercih bila müreccih insan iradesi noktasından caiz ve caridir.
Amma ”Tereccüh bila müreccih” muhaldir kaidesi ise sabit emirlerde esaslı ve hakikatlı bir kaide-i ilm-i kelamdır. Sabit emirler ise vücudu ademine tereccüh etmiş, yani varlığı yokluğuna üstün gelmiş, harici bir vücut kazanmış, yapılmış, çıkartılmış demek olup bununda müreccihsiz, yani tercih edeni olmaksızın vücuda gelmesi aklen ve şeran muhaldir imkansızdır.Buradaki müreccih kelimesi meydana getiren, yapan, varlık ile yokluk dengesini bozan, fail demektir yoksa üstünlük ve rüchaniyet manasına değildir.
Tercih eden olmadan, tercihin imkansız olması manası, itibari işler ve emirlerde değil, sabit yani mahluk ve mevcud olan işler ve emirlerde caridir. Kainat yaratılmazdan evvel, mümkünül vücudu. Yani varlığı da yokluğu da eşitti. Şu anda varlık sahasında olanlar için şunu diyebiliriz:
Demek ki, varlığı yokluğuna tereccüh etti. Yani üstün geldi. Bu da demek oluyor ki, tercih eden Vacibul vücut tercihini ve kasdını varlıktan yana istimal etti. Buna ilm-i kelamda, imkan ve hudus delili denir.
Bu manayı “Tercih bila müreccih muhaldir.” şeklinde hülasa etmişler. İşte tercih bila müreccih hükmünün itibari emirde farklı bir mana ve hüküm kazandığını bilmeyen, sabit emirlerdeki mana ve hükmünü itibari emirlere tatbik ile iltibasa düşüyor. Sabit emirlerde herhangi bir şeyi hallakiyet şumulünden ihraç şirktir, dalalettir. Ama itibari, yani harici bir vücudu olmayan irade-i cüziyeyide sabit emirler dairesine duhul etmekte cebri kabul, iradeyi inkardır. Bu da bir hezeyandır. İnsan iradesi bir şeyi tercih etmede üstün bir vasfa tercihi izale edecek kadar bir ızdıraba düşmez bu noktayı nazardan tam bir serbesiyet içindedir. Ama sabit emirlerdede hiçbir tesiri dahli yoktur burada tam bir muzdaribdir acz ve fakrı buna en güzel şahittir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü