"Biri şarkta, biri garpta, biri şimâlde, biri cenupta, aynı zamanda, aynı tarzda birbirinin misli,.." Dünyanın farklı yerlerindeki çiçeklerin aynı olması tesadüfe neden verilemez?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Arabayı, bilgisayarı, çamaşır makinesini, uçağı, treni, mimar ve mühendisleri inkâr ederek tesadüfe verebiliyorsan, bunlardan daha harika, mükemmel ve daha san’atlı olan çiçekleri, böcekleri, ağaçları, yıldızları da san’atkârları olan Allah’ı inkâr ederek tesadüfe verebilirsin.

Bütün insanlar bir araya gelse bir sineğin kanadını yapamazlar. Sineği tesadüfe vermek ahmaklık değil de nedir acaba?!.

Bir çiçeğin tesadüfen veya kendiliğinden teşekkül etmesi imkânsızdır. Zira çiçek üstünde fail ve san’atkârına işaret eden sayısız nakış ve işlemeler vardır. Bütün bu nakış ve işlemelerin kendiliğinden ve tesadüfen ortaya çıktığını iddia etmek, kitaptaki bir cümlenin kendi kendine yazıldığını iddia etmekle aynıdır. Basit bir fiil bile failsiz olmadığına göre bir çiçeğin kendiliğinden failsiz bir şekilde vücut bulması mümkün değildir.

Mesela, mutfağa girdiğimizde çok güzel yemekler, börekler, çörekler görsek, onları hemen annemizin ya da eşimizin yaptığı aklımıza gelir. Yemekleri annemize ya da eşimize değil de tesadüfe vermek aklımızın ucundan bile geçmez.

Aynı şekilde, dünya mutfağında birbirinden lezzetli sayısız meyve ve sebzeleri, Allah’a değil de ne olduğu belirsiz tesadüfe vermek aptallık ve ahmaklık olur.

Allah, kâinatta her bir san’atı üzerine taklidi mümkün olmayan bir mühür vurmuş; tesadüf, tabiat yapıyor, fikrini yerle bir etmiştir. Bu yüzden, dünyanın neresine giderseniz gidiniz, tesadüfe yer yoktur. Yani kâinatta tesadüfe tesadüf edilmemiştir.

Tesadüf; ilmin, hikmetin, iradenin dışında, kendiliğinden olan rastgele şeyler için kullanılır. Kâinattaki nizamlı, hikmetli ve san’atlı her şey İlâhî bir iradeyi gösterir.

Bu kadar sayısız varlıkların içerisinde sadece insanlara ve hayvanlara göz nimetinin verilmesi tesadüf olabilir mi? Eğer tesadüf olsaydı canlıların bir kısmı görür bir kısmı görmezdi. Ağaçların veya başka varlıkların bazısında da görme vasfı olurdu. Görme sıfatının sadece canlılara verilmesi, Cenab-ı Hakk’ın mutlak iradesini göstermektedir.

Şayet canlılara verilen göz nimeti tesadüfen olsaydı bazılarına iki, bazılarına üç, bazılarına da beş tane göz verilirdi. Kimisinin gözleri ellerinde, kimisininki de enselerinde olurdu. Bütün canlılara ikişer adet göz verilmesi, her ikisinin de yüzlerinde yer alması ve aynı büyüklükte olması nihayetsiz bir ilmi ve mutlak bir iradeyi göstermektedir.

Kâinattaki bedi’, acib ve harika eserlere mana-yı harfi ile yani Allah namına bakan ve ibretle okuyan mütefekkir bir insan, onlarda tecelli eden isim ve sıfatları okur, her varlık üstünde Cenab-ı Hakk’ın silinmez ve taklit edilmez mührünü, sikkesini ve damgasını, sonsuz ilmini, mutlak iradesini ve nihayetsiz kudretini görür.

Kâinata mana-yı harfiyle bakan insan, semada sayısız yıldızları deveran ettiren, dağları yeryüzüne direk yapan, zemini meyvedar ağaçlarla, sayısız ve mütenevvi çiçeklerle süsleyen Rabbinin azametini idrak eder. Böyle bir bakış; marifettir, fazilettir, ilimdir, tefekkürdür. Tefekkür ise en büyük bir ibadettir.

Varlıkları kendilerine malik saymak, gördükleri vazifeleri kendi iradeleriyle yaptıklarını vehmetmek, onlarda tecelli eden isim ve sıfatları okuyamamak ise eşyaya mana-yı ismiyle bakmaktır. Kâinata mâna-yı ismiyle bakan tabiatperestler, onun arkasında tasarruf eden sonsuz kudreti göremezler ya da görmek istemezler.

Hayat, kâinat fabrikasının çarklarının dönmesi ile hâsıl olan bir olur. Mesela, dört ana unsur olan güneş, hava, su ve topraktan biri olmasa hayat vücut bulamaz, hiçbir canlı varlık meydana gelemez. Mesela, bir arının hayatının varlığı ve devamı için bütün kâinat çarklarının bir fabrika gibi işlemesi ve çalışması gerekir.

Yıldızlar ve galaksiler sistemli ve muvazeneli hareket etmeseler yine hayat olmaz. Zira bir yıldız zerre kadar mihverinden çıksa, bütün kâinat fabrikasını yerle bir eder. Bu da gösteriyor ki, hayat bütün kâinattan süzülüp gelen bir damla, bir meyve, bir neticedir. Hayata sahip olmak, bütün kâinata sahip olmakla mümkündür. Hayat öyle bir san’at ki, onu Allah’tan başka kimse yapamaz ve taklit edemez.

Hayat, kâinattaki birlik ve tevhidin, nizam ve intizamın bir neticesi ve cilvesidir. Nasıl ki tarla kimin ise onun mahsulü de onundur. Aynı şekilde kâinat ve unsurlar kimin ise, onlardan süzülüp gelen hayat da o zâtın eseridir. Her şey Cenab-ı Hakk’ın varlığını ve birliğini, tevhid ve vahdeti ilan ve ispat ediyor. Hayat, ancak bütün kâinatı kudret elinde tutan bir Zat'ın eseri olabilir.

Yani bir şeyi yaratmak her şeyi elinde bulundurmakla mümkündür. Mesela, bir çiçeği yaratabilmek için bütün kâinata hükmetmek gerekiyor. Bir sinek için de bütün bir kâinat lazımdır, bir insan için de. Her canlı bütün bir kâinata muhtaçtır. Zira Nur’larda geçtiği gibi; “Her şey her şeyle bağlıdır. Her şeyi yapamayan bir şeyi de yapamaz.”

Toprak, hayvanlara da rızık sunar, insanlara da. Bu unsurlar kimin mahlûku, kimin emirber neferleri ise onların hizmet ettiği bütün canlılar da O’nun misafirleridirler. Hava insanın kanını da temizler, koyunun kanını da. Güneş, bir sineği de aydınlatır, insanı da.

Demek ki çiçek kimin ise güneş ve sistemi de onundur.

Bu çok san’atlı ve ölçülü yaratılış, dünyanın her köşesindeki bütün çiçekler ve canlılar için de geçerlidir.

Bu konuda Tabiat Risalesini okuyup tahkik etmenizi tavsiye ederiz...

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

k.toprak
Ustadın harika tefekkürüyle birlikte sizin yaptıgınız şerh harika olmuş. Allah razı olsun.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...