"Böyle hadsiz büyük hakikatleri Allahu ekber nuruyla görüp tasdik ediyor ve Allahu ekber kuvvetiyle o hakikatleri taşıyor ve Allahu ekber dairesinde yerleştiriyor." cümlesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"BİRİNCİ NOKTA: Şeytanın en büyük bir desisesi, hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde dar kalpli ve kısa akıllı ve kasır fikirli insanları aldatır, der ki: 'Bir tek zat, umum zerrat ve seyyarat ve nücumu ve sair mevcudatı bütün ahvaliyle tedbir-i rububiyetinde çeviriyor, idare ediyor deniliyor. Böyle hadsiz acip, büyük meseleye nasıl inanılabilir? Nasıl kalbe yerleşir? Nasıl fikir kabul edebilir?' der. Acz-i insanî noktasında bir hiss-i inkâri uyandırıyor."
"Elcevap: Şeytanın bu desisesini susturan sır Allahu ekber'dir. Ve cevab-ı hakikisi de Allahu ekber'dir. Evet, Allahu ekber'in ziyade kesretle şeâir-i İslamiyede tekrarı, bu desiseyi mahvetmek içindir. Çünkü insanın âciz kuvveti ve zayıf kudreti ve dar fikri, böyle hadsiz büyük hakikatleri Allahu ekber nuruyla görüp tasdik ediyor ve Allahu ekber kuvvetiyle o hakikatleri taşıyor ve Allahu ekber dairesinde yerleştiriyor ve vesveseye düşen kalbine diyor ki:.." (Lem'alar, On Üçüncü Lem'a.)
İnsan cismen küçük olmakla birlikte şu haşmetli kâinatı seyir ve şu âlem kitabını mütalaa edebilmektedir. Bu kâinat ne kadar haşmetli ve maddeten ne kadar büyük olursa olsun, onu seyreden, okuyan ve anlayan insan manen ondan çok daha büyüktür.
"Aynı o insan, mahlukat-ı acîbe ve harekât-ı garîbeden aklının tartamadığı ve zihninin içine alamadığı şeyleri gördüğü zaman, 'Allahu Ekber' demekle rahat bulur. Yani, Hâlık’ı daha azîm ve daha büyüktür. Onların halk ve tedbirleri kendisine ağır değildir." (Mesnevi-i Nuriye, Habbe)
Tekbir getirmek, yani Allahu Ekber demek, Allah’ın en büyük olduğunu, onun kemalinin bütün tasavvurların çok ötesinde büyük olduğunu ilan etmek demektir.
Tekbir, insana aczini hatırlatan, zilletini ders veren ulvî bir zikirdir. Allah’ın her sıfatı sonsuz kemaldedir; kudreti de ilmi de iradesi de...
İnsan kendisine ihsan edilen ve Allah’ın mahluku olan cüz’i ve sınırlı sıfatlarıyla, Allah’ın sonsuz ve mutlak sıfatlarını idrakten çok âcizdir. Bu aczini bilmesi onu tekbire götürür. Misal olarak sadece ilim ve kudret sıfatlarını düşünelim: Bir kitapta kâtibin ilim sıfatı tecelli eder. Kitap ilmi gösterir, ama ilim değildir. İlim, ne kitabın yapraklarına benzer, ne sahifelerin mürekkebine, ne de herhangi bir kelimeye, satıra veya cümleye... O, bunların çok ötesinde ve bunlara hiç benzemeyen bir sıfattır. Henüz kendi ilim sıfatını anlayamayan insan, ruh yaratmayı ve onda ilim sıfatı yaratmayı bilen, akıl yaratmayı, melek yaratmayı bilen, sema yaratmayı, arz yaratmayı bilen Allah’ın, ilim sıfatını nasıl kavrayabilir?!.
İşte bu sonsuz ilmin kemâlini idrakten âciz olduğunu anlayan insan, bu aczini tekbir ile dile getirir. “Ben onun ilmi hakkında ne düşünsem ne tasavvur etsem ne hayal etsem o ilim sıfatı, bütün bunlardan sonsuz derece büyüktür.” der.
İnsan, Allah’ın kudret sıfatını idrakten âciz oluşuyla da “tekbir” getirir. Önce kendisine lütfedilen kudret ve kuvveti nazara alır. Sonra bütün canlılara dağıtılan kuvvetleri hayâlen bir araya toplar, tefekkürünü biraz daha genişletir. Sonra, atomdaki kuvvet cilvesinden, güneşteki cazibeye kadar bütün kuvvetleri birden düşünür. “Bu mahluklara bu kuvvetleri bağışlayan Allah’ın sonsuz kudreti, bu tecellilerle layıkınca bilinemez.”, der ve beşerin idrak edebileceği kuvvetlerden sonsuz derece büyük olan ilahi kudret karşısında hayretini “tekbir” ile ifade eder.
İnsanın en mühim vazifesi iman, marifet ve ibadettir. Marifet Allah’ı tanımak, onun azamet ve kibriyasının sonsuz olduğunu bilmektir. İşte “Allahu ekber” bu tanımanın anahtarıdır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar