"İ’lem Eyyühe'l-Azîz! Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber; bu üç mukaddes cümlenin faidelerini ve mahall-i istîmallerini dinle..." Tesbih, hamd ve tekbir konularında bilgi verir misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! "Sübhanallah", "Elhamdülillah", "Allahü Ekber" bu üç mukaddes cümlenin faidelerini ve mahall-i istîmallerini dinle:

1. Kalbinde hayat bulunan bir insan kâinata, âleme bakarken idrâkinden âciz, bilhassa şu boşlukta yapılan ilâhî manevraları görmekle hayretler içinde kalır. İşte bu gibi hayret ve dehşet-engiz vaziyetleri ancak "Sübhanallah" cümlesinden nebean eden mâ-i zülâli içmekle o hayret ateşi söner.

2. Aynı o insan, gördüğü leziz nimetlerden duyduğu zevkleri izhar etmekle, "Hamd" ünvanı altında in'amı nimette ve mün'imi in'amda görmekle idâme-i nimet ve tezyîd-i lezzet talebinde bulunarak "Elhamdülillah" cümlesiyle nimetler definesini bulan adam gibi nefes alıyor.

3. Aynı o insan, mahlukat-ı acîbe ve harekât-ı garîbeden aklının tartamadığı ve zihninin içine alamadığı şeyleri gördüğü zaman, "Allahu Ekber" demekle rahat bulur. Yani, Hâlık’ı daha azîm ve daha büyüktür. Onların halk ve tedbirleri kendisine ağır değildir."(1)

Tesbih:

Tesbih; Cenâb-ı Hakk’ı bütün noksan sıfatlardan tenzih etmektir. Allah’ı tesbih eden bir insan, her türlü noksanlıktan münezzeh olan Rabbinin huzurunda bulunduğunun şuuruyla işlerini elinden geldiğince hatasız yapmaya gayret gösterir.

Dokuzuncu Söz’de tesbihin üç ayrı mânası şöyle nazara verilir: Allah’ın; "bütün nekaisden pak ve müberra," "ehl-i dalâletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve muallâ", "kâinatın bütün kusuratından mukaddes ve muarra" olduğunu ilân etmek.

Yani, tesbihin birinci ve en yaygın kullanılan mânası; Rabbimizi bütün noksan sıfatlardan tenzih etmemiz.

İkinci manası; Rabbimizi kendi hakkında ileri sürülen bütün yanlış düşüncelerden, "üç ilâh safsatasından, meleklerin Allah’ın kızları olduğu hurafesine kadar" her türlü batıl itikad ve efkârdan tenzih etmemiz...

Üçüncüsü de, varlık âleminin sahip olduğu hiçbir noksanlığın Allah için söz konusu olamayacağını ilân etmemiz... Solan yapraklar, değişen iklimler, yorulan, uyuyan, hastalanan, yaşlanan ve ölen canlılar; batan güneş ve böyle daha nice varlıklar bu noksanlıklarıyla bize şu mesajı verirler: Biz hepimiz mahlûkuz... Bizdeki hiçbir noksanlık Hâlık’ımız için söz konusu olamaz.

İnsan bu mesaja kulak vermek ve Rabbini kâinattaki kusurlardan münezzeh bilmekle mükelleftir...

Rabbimiz; "Semâvât ve arzda ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. O Azîm’dir, Hakîm’dir." (Hadid Suresi, 57/1) buyurmakla mahlûkatın en hâkim zikrinin tesbih olduğunu bize ders veriyor.

Tesbihde celâl, azamet ve ulviyet hâkimdir...

Sema ve arz, kendilerini en uygun hizmetlerde çalıştıran bir celâl ve azametten haber veriyorlar. Ve o celâl ve o kudret sahibini durmadan tesbih ediyorlar. "Biz, kusurdan mukaddes Rabbimizin ilim ve iradesiyle böyle muntazam hareket ediyor, böyle hikmetli işler görüyoruz" diyorlar.

Hamd:

Hamd; İlahî ihsanlara karşı kalbin medih ve şükür duygularıyla dolması ve o ihsan sahibini tâzim etmesidir.

Kur’ân’ın hülasası olan Fatiha sûresi, "Âlemlerin Rabbine hamd" ile başlar. Demek ki âlemlerin terbiye edilmeleri hem en mükemmel bir İlâhî icraat, hem de insan için bir ihsan, bir ikramdır, Rabbinin bir lütfudur.

Güneş bir terbiyeden geçmiş de ziya veriyor, ısı veriyor, gezegenlerini etrafında döndürüyor. Onu böylece terbiye eden Allah’ı medih ve sena ederiz.

Oksijenle hidrojeni bir terbiyeden geçirerek su hâline getiren Rabbü’l-âlemin’e hamd ederiz. Zira su yaratmak, nehir, göl, deniz yaratmak Allah’ın azim bir san’atı olduğu gibi insanoğluna da büyük bir ihsanıdır.

Gözümüzü görmeğe, elimizi tutmağa, ciğerimizi solunuma uygun olarak terbiye eden Rabbimize hamdederiz.

Kur’ân’ı Kerîm'in "Rabbü’l-âlemine" hamd ile başlayıp, "Rabbü’n-nâs"a sığınmakla son bulması çok mânidardır.

"Rabbü’l-âlemin"; bütün âlemlerin terbiye edicisi; "Rabbü’n-nas" da insanı bütün âzalarıyla ve bütün duygularıyla terbiye eden demektir. Âlemlerin terbiyesi, insana baktığı, insanın faydalanmasına en uygun şekilde yapıldığı için, âlemleri terbiye eden ancak insanın Rabbidir.

Tekbir:

Tekbir; Allah u Ekber demek, Allah’ın en büyük olduğunu yani O’nun kemâlinin bütün tasavvurların çok ötesinde büyük olduğunu ilân etmek demektir.

Tekbir, insana aczini hatırlatan, zilletini ders veren ulvî bir zikirdir.

Allah’ın her sıfatı sonsuz kemâldedir. İnsan kendisine ihsan edilen ve Allah’ın mahlûku olan cüz’î sıfatlarıyla, ilâhî sıfatları idrakten çok âcizdir. Bu aczini bilmesi onu tekbire götürür. Misâl olarak sadece ilim ve kudret sıfatlarını düşünelim:

Bir kitapta kâtibin ilim sıfatı tecelli eder. Kitap ilmi gösterir, ama ilim değildir. İlim, ne kitabın yapraklarına benzer ne sahifelerin mürekkebine ne de herhangi bir kelimeye, satıra veya cümleye... O, bunların çok ötesinde ve bunlara hiç benzemeyen bir sıfattır. Henüz kendi ilim sıfatını anlayamayan insan, ruh yaratmayı ve ruhta ilim sıfatı yaratmayı bilen, akıl yaratmayı, melek yaratmayı bilen, sema yaratmayı, arz yaratmayı bilen Allah’ın ilim sıfatını nasıl kavrayabilir?!. İşte bu sonsuz ilmin kemâlini idrakten âciz olduğunu anlayan insan, bu aczini tekbir ile dile getirir. "Ben O’nun ilmi hakkında ne düşünsem, ne tasavvur etsem, ne hayal etsem o ilim sıfatı, bütün bunlardan sonsuz derece büyüktür." der.

İnsan, Allah’ın kudret sıfatını idrakten âciz oluşuyla da "tekbir" getirir. Önce kendisine lütfedilen kudret ve kuvveti nazara alır. Sonra bütün canlılara dağıtılan kuvvetleri hayâlen bir araya toplar, tefekkürünü biraz daha genişletir. Sonra, atomdaki kuvvet cilvesinden, Güneş'teki cazibeye kadar bütün kuvvetleri birden düşünür... "Bu mahlûklara bu kuvvetleri bağışlayan Allah’ın sonsuz kudreti, bu tecellilerle lâyıkınca bilinemez."der ve beşerin idrak edebileceği kuvvetlerden sonsuz derece büyük olan ilâhî kudret karşısında hayretini "tekbir" ile ifade eder.

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Habbe.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 7.960
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...