"Bu zamandan o zamana bakmakla mezkûr zevkin dekaikini göremeyeceğimiz" ifade ediliyor. Fakat On Üçüncü Söz’deki cümleler ve ifadeler bu zamandan, o zamana baktırmıyor mu? Yoksa farklı bir bakışı mı tavsiye ediliyor?
Değerli Kardeşimiz;
Kur'ân'ın her bir âyetinin, küfrün zulümatını nasıl dağıttığını görmek için kendimizi o asr-ı cahiliyette ve o sahrâ-yı bedeviyette farz etmemiz isteniyor:
"O ölmüş veya yatmış mevcudat-ı âlem, يُسَبِّحُ sadasıyla, işitenlerin zihninde nasıl diriliyorlar, huşyar oluyorlar, kıyam edip zikrediyorlar."
deniliyor. Konunun devamında bu suale cevap olarak şöyle buyuruluyor:
“Evet, o zamandan beri nurunu neşreden ve mürur-u zamanla ulûm-u mütearife hükmüne geçen, ..., Kur’ânın güneşiyle gündüz rengini alan bir vaziyet ile yahut sathi ve basit bir perde-i ülfet ile baksan, … bu nev-i i’cazını zevk edemezsin.”(1)
Işık nedir bilmeyen, ömrü zindanda, zifiri karanlıkta geçen bir kişinin bir anda ışığa kavuştuğunu düşünelim. Onun, ışığa olan hayreti, alâkası, ona kavuşmakla kalbinde coşan zevk, bizim gibi her gün güneşle buluşan, gecelerinin çoğu da elektrik lambalarının ışığında geçen bir kişinin ışığı düşünmekten alacağı zevkten çok çok üstündür.
Hidayet güneşiyle ilk defa tanışan o insanların kalplerini istila eden o kudsî zevki bir derece olsun tadabilmek için, hayalen olsun o karanlık cahiliye dönemine gitmek, putlara tapan, bütün kuvvet ve kudreti, bütün ihsan ve nimeti onlardan bilen, semalara, yeryüzüne ve onlarda sergilenen mucize eserlere bakamayan insanların Kur’ân nuruna kavuşmalarıyla, ruhlarında nasıl bir inkişaf, kalplerinde nasıl nuranî bir haz, his âlemlerinde nasıl ulvî dalgalanmalar olduğunu seyretmek gerekir.
“Bu zamandan o zamana bakmak”, yani o devrin insanlarını tetkik etmek üzere fikren o günleri düşünmek başkadır, onların karanlık iklimlerine hayalen girip, sonra hidayet nuruna kavuşarak hâdiselere iman nuruyla bakmak çok daha başkadır.
"Hattâ bir adam, سَبَّحَ ِللّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ âyetini okudu. Dedi ki: 'Bu âyetin harika telâkki edilen belâğatını göremiyorum.' ”
"Ona denildi: 'Sen dahi bu seyyah gibi o zamana git, orada dinle.' O da kendini Kur'andan evvel orada tahayyül ederken gördü ki: Mevcudat-ı âlem perişan, karanlık camid ve şuursuz ve vazifesiz olarak hâlî, hadsiz, hududsuz bir fezada; kararsız, fâni bir dünyada bulunuyorlar. Birden Kur'anın lisanından bu âyeti dinlerken gördü: Bu âyet, kâinat üstünde, dünyanın yüzünde öyle bir perde açtı ve ışıklandırdı ki, bu ezelî nutuk ve bu sermedî ferman asırlar sıralarında dizilen zîşuurlara ders verip gösteriyor ki; bu kâinat bir câmi-i kebir hükmünde, başta semavat ve arz olarak umum mahlukatı hayatdarane zikir ve tesbihte ve vazife başında cûş u huruşla mesudane ve memnunane bir vaziyette bulunduruyor, diye müşahede etti...”(2)
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, On Üçüncü Söz.
(2) bk. Şuâlar, Yedinci Şua.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Bu zamanda belagatini niçin göremiyoruz, Kur'an evrensel değil mi? Şimdi biz o ayetin belagatini bu zamanda görmeyip o zamanda gorebiliyorsak bu zamanda benzeri olur manası çıkmaz mı?
Bu cümlelerde belagat hiç gözükmüyor demiyor bu ayetin belagatını daha güzel daha haşmetli daha azametli daha incelikli bir şekilde görmek ve anlamak istersen hayalen o asra git o asrın inanç ve toplumsal yapısını dikkate al ayete öyle bak deniliyor.
Bu zaman insanlarının zihni yapısında bazı arızalar, bazı hastalıklar bazı engeller var bu arıza, hastalık ve engeller kalkmadan ayetlerde ki belagatleri hakkı ile zevk etmek ve derinliklerinde ki ince nükteleri idrak etmek pek mümkün değildir.
Kur’an nurlarının mürur-u zamanla (üzerinden uzun bir zaman geçmesi) ulûm-u müteârife (bilinen alışılan bir bilgi) hükmüne geçmesi ile insanlar ayetlere ülfet ünsiyet gözü ile bakıyor ve bu bakış ayetleri hakkı ile anlamaya engel oluyor. Burada sorun ayette değil insanların bakış açısında ki matlaşma ve donuklaşmadır. Bu matlaşma ve donuklaşma giderilmeden ayetin belagatı tam anlaşılmaz.
İslam hakikatleri ve Kur’an güneşi on dört asırdır sürekli insanlara ışık ve nur verdiği için güneşin karanlık ile kıyas edilerek fark edilmesi biraz zor hale gelmiştir. Gözleri güneşe ve gündüze alışmış hatta nurdan kamaşmış bir insanın karanlığı hissedip ışıkla kıyas yapabilmesi çok zor bir hale geliyor. Sahabe asrının bir bölümü karanlık diğer bölümü nur içinde geçtiği için onların karanlık ile nur arasında ki farkı idrak edip nurun değer ve kıymetini anlaması daha yüksek daha parlak oluyor.
Bu zaman insanının bunu yapabilmesi ancak zihnen ve hayalen asr-ı saadete gitmesi ve o zulümatı zihninde tasavvur etmesi ile mümkün olabilir.
Ayetlerin nükte ve inceliklerini idrak edememe nedenlerinden bir diğeri de yüzeysel bakış ve ülfet perdesidir. Her gün bahçesinin içerisinden gelip geçen birisi bir zaman sonra bahçede ki gül ve çiçeklerin güzelliklerini görememeye başlar ve çiçeklerin koku ve güzellikleri sıradanlaşır.
Oysa o çiçekler hep aynılar değişen ise insanın bakışı ve duygularıdır arıza çiçekte değil insanın yüzeysel bakışında ülfet eden nazarındadır. Çiçeklerin o güzel kokusunu yeniden anlamak için bir parça pis kokuyu tahayyül ve tasavvur etmeye ihtiyaç var.