"Bütün insanları diriltmesi bir nefsin ihyâsı derecesinde kolaydır... Vücut tabakalarından kuvvetli bir nev’in bir tırnağı, hafif bir tabakanın bir dağını eline alır, çevirir." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Vücut mertebelerinin en kuvvetli ve sarsılmaz olan vücub mertebesinde ve ezelî ve ebedî derecesinde bir vücut sahibi ve maddiyattan münezzeh ve mücerred ve bütün mahiyetlere mübayin bir mahiyet-i mukaddeseyi taşıyan bir Kadîr-i Mutlakın kudretine nisbeten, yıldızlar zerreler gibi ve haşir bir bahar misillü ve haşirde bütün insanları diriltmesi bir nefsin ihyâsı derecesinde kolaydır. Çünkü vücut tabakalarından kuvvetli bir nev’in bir tırnağı, hafif bir tabakanın bir dağını eline alır, çevirir. Meselâ, kuvvetli vücud-u haricîden bir âyine ve kuvve-i hafıza, zayıf ve hafif olan vücud-u misalî ve mânevîden yüz dağı ve bin kitabı içine alırlar ve çevirebilirler. İşte vücud-u misâlî ne derece kuvvetçe vücud-u haricîden aşağı ise, mümkünatın hâdis ve ârızî vücutları dahi ezelî, sermedî, vâcip bir vücuttan binler derece daha aşağı ve hafiftir ki, o mukaddes vücut, bir zerre tecellîsiyle, mümkünatın bir âlemini çevirir."(1)

Söz konusu sual iki kısımdan ibarettir. Birinci kısmı öldükten sonra dirilme, yani bütün insanların ve zîruhların ihyası; Allah indinde bir varlığın, yani nefsin ihyası ve diriltilmesi kadar kolaydır.

Şu ayet-i kerime de bu büyük hakikati akla yaklaştırmakta, kalbe kabul ettirmektedir:

“Ey insanlar! Sizin yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.” (Lokman, 31/28)

Cenâb-ı Hakk'ın kudretine nisbeten az ile çoğun, büyükle küçüğün, haşirde bütün insanların diriltilmesi ile bir tek nefsin ihyasının fark etmediği hakikatini akla yaklaştırmak için mahlûkat âleminden verilmiş misallerdir. Yani, “Allah’ın bir mahlûku için bile, az ile çok, büyükle küçük fark etmezse, elbette sonsuz ve mutlak olan İlâhî kudret için bir ile bin, fert ile cemaat, küçükle büyük hiç fark etmez.” hakikatini nefse de kabul ettirmek için verilmiş hârika misallerdir. Bunları İlâhî icraatlara aynen tatbik doğru değildir.

Güneşin bir çiçeği aydınlatmasıyla, bütün çiçekleri aydınlatması nasıl fark etmezse, her ikisini de aynı kolaylıkla aydınlatırsa, Allah için de bir insanın yaratılması ve haşirde yeniden diriltilmesi ile bütün insanların yaratılmaları ve diriltilmeleri arasında hiç fark yoktur.

“Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar kolaydır.” (Sözler)

Muazzez Üstadımız zahiren akla zor gibi görünen bu meseleyi iki kere iki dört eder gibi mantıken ispat etmiştir. Bu meseleyi de üç hakikat ile vuzuha kavuşturmuştur:

1) Allah’ın kudreti ezelîdir ve zatîdir. Zatî olan bir şeye, onun zıddı olan acziyet müdahale edemez. Zira bütün farklılıklar ve nisbetler zıtlarının müdahalesiyledir. Bu da mümkinat için geçerlidir. Mesela, sıcaklıktaki mertebeler soğuğun müdahalesiyledir. Bu müdahalenin nisbeti, hararetteki derece farklılığını teşkil eder. Eğer hararet bulunduğu varlığın zatî hususiyeti olsaydı; yani ondan ayrılmaz bir parça olsaydı, acziyet ona müdahale edemezdi. Müdahale olmayınca da sıcaklıktaki dereceler zuhur etmezdi. O zaman hararetin başkasına tesirinde farklılık olmayacağından karşıda da az-çok, büyük-küçük eşit olurdu.

İşte Cenab-ı Hakk'ın kudreti zatî olduğundan ondan ayrılmaz. Bu ezelî ve sonsuz kudrete acziyet müdahale edemez. Müdahale olmayınca o ezelî kudrette derece ve mertebe farkı olmaz. Dolayısıyla o ezelî ve sonsuz kudret karşısında az ile çok, bir ile bin, küçük ile büyük aynıdır. Aynı kudretle bir zerreyi de yaratır güneşi de.

Mahşerde de bütün insanları ve canlıları diriltmek, bir insanı ve nefsi diriltmek kadar kolaydır.

2) Cenab-ı Hakk'ın kudreti mahlûkatın melekûtunda, yani içinde kolay bir şekilde tasarruf eder.

Güneş ışığı, hava ve beden arasında bir karşılaştırma yapalım: Bunların her üçü de maddî olmakla birlikte kesafet yani katılık noktasında farklılık gösteriyorlar. Işık gözümüzün içine girdiği halde, hava ancak ciğerlerimizde dolaşabiliyor, bedenin bir organı olan elimiz ise ağzımızın bir bölgesine kadar gidebiliyor, daha ileri gittiğinde midemiz bulanıyor ve elimizi çekiyoruz.

“Fakat nur ve nuranî şeyler, ne kadar nuraniyette terakki ederse, o nisbette ince ve gizli şeylere nüfuzu tam ve keskin olur. Ve keza ne kadar latif olursa, o derecede maddîyatın içlerini keşfeder (Röntgen şuaı gibi).” (Mesnevi-i Nuriye)

İnsanın eli bedenin sadece dış yüzünde dolaşırken, onun ilmi bedenin bütün iç organlarını dolaşır, hepsinin hususiyetlerini araştırır ve bilir. Röntgen şuaı da latif olduğu için bedenin içini keşfedebilir.

Melekler, nuraniyette daha ileri oldukları için, biz onları görmediğimiz halde onlar bizi ve içimizi bilirler. Organlarımızın muntazam bir fabrika gibi çalışmasını hayretle tefekkür eder ve onların ibadetlerini temsil ederler.

Mümkinat âleminde durum böyle olursa, yani kesafetten uzaklaşıp nuraniyet ve letafet kazandıkça gizli şeylere nüfuz etme imkânı artarsa, göz nurunu da, ilim nurunu da, iman nurunu da yaratan ve melekleri nurdan halk eden, bir ismi Nur ve bütün isimleri ve sıfatları nuranî olan Cenâb-ı Hak, elbette her şeyin her şeyini bilir. Hiçbir şey O’ndan gizlenemez. O hem Evvel, hem Ahir, hem Zahir, hem Batın’dır. Kalpleri yaratan O olduğu gibi, o kalplere hidayet ihsan eden de O’dur. Akılları yaratan O olduğu gibi, düşünceleri de O yaratır.

“Yaratan bilmez olur mu? O, Latîf’tir (en gizli şeyleri bilir-çok lütuf sahibidir) , Habîr’dir (her şeyden haberdardır).” (Mülk Sûresi, 14)

“O Nur-ül Envar, Vacib ve Vahid’dir.” Vacib olan elbette bütün mümkinleri bilir, zira onları yoklukta bırakmayıp varlık sahasına çıkaran O’dur. O Vahid’dir. Her şeyi bilen ancak O’dur. Mahlûkat, O’nun bildirdiği şeyleri bilebilirler. Gözü, görmesini ve gördüğü eşyayı O yarattığı gibi, aklı, anlamayı ve anlaşılan şeyleri de yine O yaratmıştır.

Elbette Allah, “hafi olan bütün şeylere nüfuz eder ve bütün sırları bilir.” O’nun sonsuz ilmi gibi, sonsuz kudreti ve mutlak iradesi de her şeyi ihata etmiştir. Her şeyde bizzat O tasarruf eder.

İşte her bir varlığın mahiyet ve melekûtu Allah’a baktığından, Cenab-ı Hakk'ın kudreti karşısında bütün canlıların ihyası arasında farklılık yoktur.

3) Cenab-ı Hakk'ın kudreti kanun gibidir; aza çoğa, bire bine bir bakar.

Mesela, yerçekimi kanunu, ölüm kanunu, doğum kanunu gibi âdetullah karşısında her bir varlık eşittir.

Mesela, fanilik Allah’tan başka her şey için geçerlidir. Bir mikrop da fanidir, kâinat da fanidir. Bu kanunun pençesine karşı az-çok, bir-bin müsavidir.

Mesela, şeriatta hırsızların eli kesilir. Bu bir kanundur. Bir kişi de yapsa bin kişi de yapsa kanun için aynıdır. Yani kanun; “hırsızlar çoğaldı hükmüm geçersizdir” diyemez.

Aynen öyle de haşir, yani öldükten sonra dirilme bir ilahî kanundur.

Nasıl ki bahar kanunu geldiğinde yoncayla çınar aynı kolaylıkla dirilip yeşilleniyorsa, haşir kanunu geldiğinde her canlı aynı kolaylıkla diriltilecektir. Basit bir misal verelim; yazmayı bilen birine şu tahtaya "Bir" ve "Bin" yaz desek hangisini daha kolay yazar? Elbette ikisi de aynıdır. Aynen öyle de Cenab-ı Hak da bir varlıkla bin varlığı aynı kolaylıkla yaratır.

Sualin ikinci şıkkı:

Varlıkların vücud mertebeleri farklıdır. Mesela, hayalî vücutlar, tasavvurî vücutlar, taakkulî vücutlar, maddî vücutlar ve vaciv olan vücutlar. Alâmeratibihim gider...

En zayıf olanlar hayalî olanlardır; sonra şekil ve suret sahibi maddî olan vücutlar gelir. Daha sonra nuranî olanlar devreye girer. Daha sonra en sağlam olan vacib vücutlar vardır.

Maddî olan vücutlar nuranî olan vücutlara göre daha zayıf, daha aciz ve daha nakıstırlar. Nuranî olanlar, maddî olan vücutlara müessir ve hâkimdirler.

Mesela, insanın vücudu maddîdir, ruhu ise manevî ve nuranîdir. Nuranî âlemden olan şekli, şemaili, ağırlığı olmayan bir ruh koca bünyeyi gayet kolaylıkla idare ediyor. Çünkü ruhun mahiyetine göre bedenin mahiyeti daha hafif ve daha nakıstır. Buradaki hafiflik ve nakıslık maddî ağırlık değil, mahiyet farklılığı ve keyfiyeti manasındadır.

Mesela, bir Genelkurmay başkanı taktığı rütbenin ve makamın keyfiyetinin yüceliğine binaen, bir emirle koca bir orduyu harekete geçirir. Fakat kendisi maddî olarak 70-80 kilogramdır.

Mesela, bir aynayı bir dağa karşı tutsak, koca dağ onun içine girer ve görünür. Çünkü ayinenin içerisine giren dağın suretidir. Dağın görüntüsü ve sureti hayal ve misal âleminden olduğundan, vücudu o kadar hafiftir ki; o aynanın vücudu içindeki dağın suretinden daha güçlü ve daha kuvvetli olduğundan, dağın tamamı içine alır. Ancak dağın toprak ve taş cinsinin varlığından sadece ayna kadarını alır. Çünkü birisi maddîdir, diğeri misalîdir.

Mesela, şehadet âleminden mercimek kadar bir et parçası, kendisinden daha hafif olan mâna âleminden bir kütüphaneyi içine alır. Zira o mana âlemi hayal ve suret âlemi gibi mahiyet itibariyle daha hafif olduğundan, elle tutulur, gözle görülür maddî âlemden mercimek kadar bir et parçasının içerisine girer. Hâlbuki o mercimek kadar et parçası; o manaların zuhuruna vesile olan kâğıttan ve harften ancak mercimek kadarını alabilir. Çünkü ikisi de aynı cinstendir.

Şimdi o ordu komutanının makamının mahiyeti ile bir emirle o koca orduyu hangi kolaylıkla sevk ve idare ediyorsa;

O ayna, içerisinde görünen dağı alt üst edip, indirir, kaldırır ve kolaylıkla icad edebilirse;

O mercimek kadar et parçası olan hafıza içine aldığı ve ihata ettiği mana âlemlerini kuşattığı gibi, kudreti de olsa idi onları tezahür ettirir ve fevkalade bir kolaylıkla icad ederdi.

Hepsi de mümkün olan vücutların ilcaatı ve icabatı olarak o kadar işler kolaylıkla icat edilirse; vücudun en yüce ve âli mertebesi olan vücubun ve rasih olan vücubun karşısında bütün mahlûkatın varlığı ve vücut mertebeleri o kadar zayıf, hafif ve basittir. Vacibü'l-vücud olan Cenab-ı Hakk'ın kudretinin mahiyeti karşısında bütün varlıkların mahiyetleri mümkündür. Yani varlıkları ve yoklukları eşittir.

Varlığı ve yokluğu eşit olan mümkünatın mahiyeti; Cenab-ı Hakk'ın vacib, ezelî ve ebedî olan varlığı ve mahiyeti karşısında yok gibidir.

Dolayısıyla Vacibü'l-Vücud'un kudretinden -la teşbih- tırnak kadar bir kuvvet, bütün mükevvenatı gayet suhuletle yoktan yaratır, kolay bir şekilde tedbir ve idare eder.

(1) bk. Şualar, On Beşinci Şuâ, İkinci Makam.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

greatweb
Ben vücut tabakaları için şöyle bir misal düşündüm. Paylaşmak isterim. Vücud-u haricisi olan bir cisim düşünürsek bunun aynada bir görüntüsü olur. Bu aynaya 1. ayna diyelim. Bu 1. aynadaki görüntünün de 2. bir aynada yansıması olduğunu düşünelim. 2. aynadaki görüntününde 3. bir aynada yansıması olduğunu düşünelim. Daha sonra her aynanın camını değişik renklere boyadığımızı ve aynaların yüzeylerini değiştirdiğimizi düşünelim. 1. aynanın yüzeyinin değişmesi 1. 2. ve 3. aynalarıdaki görüntüleri de değiştiricektir. 2. ayndaki yüzeyin değişmesi de 2. ve 3. aynadaki görüntüyü değiştiricektir. 3. aynadaki yüzeyin değişmesi de sadece 3. aynadaki görüntüyü etkileyecektir. Dolayısıyla 1. ayna en kararlı aynadır. 3. aynada en kararsız aynadır çünkü etkilendiği şeyler 1. aynaya göre daha fazladır. Dışarıdaki cisim ise bu aynalardaki değişiklerin hiçbirinden etkilenmiyecektir. Aynen öylede herşey Allah'ın sıfatlarının ve onun ilminin bir yansımasıdır. Dolayısıyla vücud-u ilmi en kararlıdır. Vücud-u harici daha sonra gelir. En kararsızı da vücud-u misalidir; çünkü o da vücud-u haricinin bir yansımasıdır. Ben sadece benim anladığımı anlattım. Yanlışım varsa düzeltin lütfen. En doğrusunu Allah bilir.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)

Güzel bir örnek olmuş faydalandık Allah razı olsun.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Mehmet ER

Gayet güzel bir izah olmuş...

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Adem68474

Vücûd mertebeleri ile vücûd tabakaları arasındaki farkı izah edermisiniz 

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)

Mertebe ve tabaka aynı anlama geliyor. 

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
muratkul

Burada misal aleminin ile cismani maddi aleminden daha zayıf karasız demişsiniz halbuki başka yerlerde en zayıf kararsız maddi cismani alem diyorsunuz burayı bu mertebelerin özelliklerini daha açık izah edermisiniz 

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)
Gereken izah cevapta zaten yapılmış. 
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
nurcu56

Vücud tabakaları hakkında bilgi verir misiniz?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)

Varlıkların kuvvet ve zayıflık bakımından muhtelif tabakaları vardır. Nuraniyete yakın olan varlık tabakaları, maddî ve kesif olan varlık tabakalara nisbetle daha kuvvetlidir, kayıtlardan azadedir. Yani varlık tabakaları içinde en zayıf ve kararsız olanı, kesif olan maddî ve cismanî tabakadır.

Mesela, insanın hafızası, nuranîliğe yakın olduğu için, binlerce kitabı ve görüntüleri içine alır.

Bir ayna kendini güneşe karşı tuttuğunda, infiâl cihetiyle, yâni tecelliyi kabul etme, güneşe ayna olma yönüyle, yedi renge ve ısıya sahip olduğu gibi güneşi mesafesiyle de içine alır. O birkaç milimlik cam parçası, bir anda yaklaşık yüz elli milyon kilometrelik bir derinlik kazanır; koca sema yıldızlar beraber onda yansır.

Kuvvetli olan varlık tabakası, kendinden kuvvetsiz olan varlık tabakasında kolay ve zahmetsiz tasarruf eder.

Allah’ın varlık mertebesi bütün varlık mertebelerinden kıyasa gelmeyecek şekilde daha kuvvetli olmasından dolayı, mümkinat âlemi olan bütün mahlûkatta çok kolay bir şekilde tedbir ve tasarruf eder. Mahlûk olan varlık mertebelerindeki kayıt ve maniler Allah için geçerli değildir. Zira Allah’ın varlığı zatındandır, vacibtir, ezelî ve ebedîdir, maddeden ve cisimden münezzeh ve mukaddestir. 

Vücud-u Haricî: Maddî ve kevnî vücuttur. Vücutlar içinde kayıtlı, en hantal, en kesif ve en zayıfıdır.

Vücud-u İlmî: Mahlûkatın ve eşyanın, Allah’ın ezelî ilmindeki sabit ve daimî halidir. Bu ilmî vücud, maddî vücuttan daha rasih ve daha sağlamdır. Hatta bazı tasavvuf ve felsefe erbabına göre, hakikî vücut, ilmî vücuttur, maddî ve kevnî vücutlar bu vücudun zayıf ve yok hükmünde bir yansımasıdır. Üstad Hazretleri belki maddî âlemi bir kısım tasavvuf ve felsefe erbabı gibi inkâr etmiyor; ama ilmî vücutların kevnî vücutlardan daha sağlam olduğunu ifade ediyor.

Vücud-u Misalî: Maddî ve kevnî vücutların, misal âleminde imaj ve suret olarak yansımasıdır. 

Misal âleminde her şey daha latif ve daha geniş olduğundan, maddî âlemden küçük bir çakıl taşı, büyük bir dağ gibi görünür. Küçük bir su birikintisi büyük bir göl olarak yansır.

Şu içinde yaşadığımız dünya, sema, yıldızlar, galaksiler hâsılı tüm kâinat şehadet âlemidir.

Âlem-i misal; şehadet âlemi ile gaybî âlemler arasında bir köprü âlemdir. Misal âlemi hayale yakın bir âlemdir. Ruhlar âlemine göre daha kesif, madde âlemine göre ise daha latiftir. İnsanın hafızası levh-i mahfuzu temsil ettiği gibi, hayali de âlem-i misali temsil eder. Uyku halinde insanın maddî âlemle münasebeti kesildiği için, gaybî âlemler ile irtibata geçer ve oralarda gezinir. Yanında konuşulanları duymayan insan, seneler evvel vefat etmiş yakınları ile görüşüp, konuşuyor, en uzak mesafelerde dolaşıyor. Uyku vasıtası ile maddî âleme kapanan pencereler, manevî ve misalî âlemlere açılıyor. Ruh da bu açılan pencerelerden, o âlemleri seyir ve mütalaa ediyor.

Rüyada görülen bu cilveler ve numuneler misal âleminin değişik şekil ve keyfiyetlerine bürünüyor. İşte bu yüzden görülen rüyalar tabir istiyor. Zira hakikat âleminden basit bir şey misal âleminde çok büyük ve müşevveş bir hal alabiliyor.

Ayna da aynen misal âlemi gibi maddî vücutların suret mahallidir. Varlığı maddeye bağlıdır. Yani bir ateşin aynadaki yansıması, ateşin kendisinden daha sağlamdır, demek doğru olmaz. Böyle olunca aynada yansıyan şeylere ilmî vücut demek yanlış olur. Aynadaki görüntü, maddenin hususiyetsiz, temessülsüz bir yansımasıdır. 

Mesela; aynadaki ateşin misali insanı yakmaz, ama ateşin kendisi yakar. Demek aynadaki ateş hakiki bir varlık değil, misalî ve zayıf bir görüntüden ibarettir.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...