"En büyük bir küll, en küçük bir cüz'î gibi olması ve en çok ve en az farkı bulunmaması; hem bu hayretli hikmetini ve bu azametli tılsımını..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Evet, gayet çokluk ile gayet çabukluk, hem gayet san'atkârâne ve mâhirane ve dikkat ve intizam ile gayet kolay ve rahatça, hem gayet mebzuliyet ve karışıklık içinde gayet kıymetli ve farikalı olarak, bulaşmadan ve bulaştırmadan ve bulandırmadan yapmak, ancak ve ancak bir tek vâhid Zâtın öyle bir kudretiyle olabilir ki, o kudrete hiçbir şey ağır gelmez. Ve o kudrete nisbeten, yıldızlar zerreler kadar ve en büyük, en küçük kadar ve efradı hadsiz bir nevi, bir tek fert kadar ve azametli ve muhit bir küll, has ve az bir cüz kadar ve koca zeminin ihyası ve diriltilmesi, bir ağaç kadar ve dağ gibi bir ağacın inşası, tırnak gibi bir çekirdek kadar kolay ve rahatça ve suhuletli olmak gerektir, tâ ki, gözümüzün önünde yapılan bu işleri yapabilsin."
"İşte, bu mertebe-i tevhidin ve bu üçüncü hakikatın ve kelime-i tevhidin bu ehemmiyetli sırrını, yani en büyük bir küll, en küçük bir cüz'î gibi olması ve en çok ve en az farkı bulunmaması, hem bu hayretli hikmetini ve bu azametli tılsımını ve tavr-ı aklın haricindeki bu muammasını ve İslâmiyetin en mühim esasını ve imanın en derin bir medarını ve tevhidin en büyük bir temelini beyan ve hall ve keşf ve ispat etmekle Kur'ân'ın tılsımı açılır. Ve hilkat-ı kâinatın en gizli ve bilinmez ve felsefeyi idrâkinden âciz bırakan muamması bilinir."(1)
İnsanlar canibinden bakıldığında çok ve geniş olan bir şeyin idare ve terbiyesi çok zor ve meşakkatli olur. Bu da insanın acizliğini ortaya koyar. Bir şey genişleyip çoğaldıkça, o şeyin tedbir ve idaresi müşkül hale gelir. Üstad Hazretleri bu mânayı “müşevveşiyet” şeklinde tabir ediyor. Yani çok ve geniş olan bir şey insan açısından karmaşık ve müşküldür.
Ama Allah’ın kâinat sarayında icra ettiği harika san’at eserlerinde böyle bir durum söz konusu değildir. Yani geniş ve çokluk içinde bir ahenk, nizam ve harika bir güzellik hükmediyor. Allah kâinatta zıtları cem ederek iş görüyor ki, bu da ancak mutlak bir irade, nihayetsiz bir ilim ve sonsuz bir kudretle mümkündür.
Bir ustadan, çok san’atlı ve güzel bir eser yapması istense, bu uzun bir zaman ve çok itina ister. Bir iki ayda yapılacak işi, bir iki saatte yapması istense, o eser san’atlı ve güzel olamaz. Bu durum, insanların acziyetinden ileri geliyor. İnsanlar aciz olduğu için iki zıt şeyi aynı anda yapamıyor. Hem çok sür’atli hem de çok san’atlı iş yapmak ancak Allah’a mahsustur. Kâinatta her şey çok sür’atli ve ani yaratılmasına rağmen, aynı zamanda gayet nizamlı ve çok san’atlı yapılıyor. Bu da Allah’ın san’atları üstünde bir tevhid mührü oluyor.
Çok çabuk yapılan bir iş, basit ve san’atsız olur. Uzun bir zamanda ve çok itina ile yapılan eser ise gayet san’atlı ve harika olur. Bu, esaslı bir kaidedir. Hâlbuki kâinatta çok sür’atli ve nihayetsiz icat edilen bitki ve hayvanların mükemmel ve çok san’atlı olması, onu icat eden Zâtın sonsuz kemalini ve nihayetsiz kudretini ilan ve ispat ediyor. Ne acaiptir ki, her taraf böyle mu’cizeler ile donatıldığı halde, insanların ekserisi bunu görüp okuyamıyor.
Birçok madde ne kadar iç içe ve girift bir şekilde ise, karışıklık da o nisbette şiddetli olur. Bunları birbirinden tefrik etmek çok zor olur. Yeryüzü bir tarla, milyondan fazla tohum bu tarlaya atılmaktadır. Öyle ki, bir türde milyonlar fertler bulunur. Mesela buğday türünün adedini ne insanlık sayabilir ne de bilgisayarlar. Bütün bu trilyonlarca tür ve adetleri bir tarla olan zemin yüzünde birbirine karıştırmadan, mükemmel bir şekilde tefrik ile muhafaza eden Zâtı bilmemek, cehaletin en büyüğü olsa gerek.
Keza Allah karışıklık ile temyiz gibi iki zıddı cem ederek eserindeki mu’cizeyi gösteriyor. İhtilat içinde imtiyaz ancak sonsuz kudretin işi olabilir.
Mebzul, yani çok ve kesretli olan bir şey, kıymetçe düşük ve bayağı olur. Az ve nadir olan ise, kıymetli olur. Çok ve bol olan bir şeyin kıymetsiz olması bir kaidedir. Lakin Allah’ın san’atları için bu kaide pek esassızdır. Zira Allah’ın çok ve bol yarattığı san’atların hepsi gayet mükemmel ve çok kıymetlidir.
Ucuzlukla ve bollukla suhulet arasında yakın alâka vardır. Bir şey çok zor elde edilirse, onun için bolluk söz konusu olmaz ve fiyatı da ona göre çok pahalı olur.
O sonsuz kudretle çok kolay ve bol olarak yaratılan eşyada Cenab-ı Hakk’ın esmâ ve sıfatları tecelli etmekte, her şey O’nun cemâl ve kemâline parlak bir ayna olmaktadır. Her türlü ihtiyaçtan münezzeh olan Allah, bütün bu nimetlerini insanlara karşılıksız olarak ikram ve hibe etmekte ve onlardan sadece fiyat olarak, Birinci Söz’de izah edildiği gibi, “zikir, fikir ve şükür” istemektedir.
“Eğer, gayet mebzuliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehad’in malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik bir tek narı yiyemezdik.” (22. Söz)
O nar müstakil bir şey olmayıp “bütün eşya ile alâkadardır.” Ona hakiki sahip olmak ancak bütün kâinata sahip olmakla mümkündür.
Bizim ödediğimiz ücret, narın fiyatı değil, bahçıvanından manavına kadar, onun bize ulaşmasında emeği geçen bütün insanların çalışma bedellerinin toplamıdır.
Üstad Hazretleri burada da dutları misal veriyor. Hangi dut tanesi acaba san’at ve kıymet bakımından diğerinden aşağı ya da bayağıdır?.. Her bir dut tanesi kıymet bakımından bütün dutlara müsavidir. Allah bir dut tanesinin yaratılmasında da güneşi, bulutları, toprağı, suları ve sair mahlûkatı istihdam ediyor, bütün dutların yaratılmasında aynı elementleri ve unsurları sarf ediyor. Demek kıymet ve ehemmiyet noktasında eserler arasında hiç bir fark yoktur. Bu da ancak sonsuz bir zenginlik ve kudretle mümkündür.
Madem bir dut tanesi ile bütün dutların maliyeti ve kıymeti aynıdır; öyle ise bir duta insanlığın servetinin yetmesi mümkün değildir. Zira bir dut tanesinin teşkilinde bütün kâinat bir fabrika gibi çalıştırılıyor. İşte bütün nimetlerin ucuz ve masrafsız olmasının yegâne sebebi Allah’ın sonsuz şefkati, nihayetsiz kudreti ve payansız zenginliğidir. Yani Allah lütuf ve ikramı ile bize o çok kıymetli nimetleri ucuz ve masrafsız olarak ikram ediyor, karşılığında yalnız şükür istiyor.
Bütün bu İlahi icraatlar, akıl almaz fiiller, insan aklının okumakta zorlandığı harika ve mükemmel eserler, Allah’ın varlığını ve birliğini ilan ve ispat ediyor. İnsan, aklını vahye teslim ederse, her şeye iman gözlüğü ile bakarsa, kâinattaki bütün bu ince ve azametli meseleler kolayca anlaşılır ve okunur. Zorluk vahye teslim olmayan akıl içindir. Yoksa vahye ram olan akıl en zor ve meşakkatli meseleleri kolayca idrak edip teslim olur. Kur’an bu hususta bize tam bir rehber ve anahtardır.
(1) bk. Şualar, Yedinci Şua, Dördüncü Hakikat.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü