"Evet, dünyaya ait işler, kırılmaya mahkûm şişeler hükmündedir. Baki umur-u uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir." İzah eder misiniz, mesela öğretmen olmayı istemek malayani midir?
Değerli Kardeşimiz;
Dünyayı kesben (çalışma olarak) değil, kalben terk etmeliyiz. Yani elimiz işte gönlümüz Allah’ta olmalıdır.
Eşyayı mana-yı ismi (her şeyi kendi hesabına) ile değil, mana-yı harfi (eşyayı Allah adına ve onun hesabına) ile sevmeliyiz.
Halk içinde iken kalbimiz Hâlık ile olmalıdır.
Dünyayı ahiretin kazanılacağı bir mezra olarak görmeliyiz.
Bu ölçüler ışığında meseleye bakmak gerekiyor. Yoksa Allah’ı sevmek ona kul olmak dünyada çalışmaya, memur veya ticaret erbabı olmaya mani değildir.
Hem dünyanın üç yüzü var:
Birisi, Allah’ın isim ve sıfatlarının talim edildiği bir mekteptir ki, bu yüzde ne kadar derinleşirsek, Cenab-ı Hakk’ı daha iyi tanımış oluruz.
İkincisi, dünya ahiretin bir mezrası, yani tarlasıdır. Kişi burada ne ekerse ahirette onu biçer. Öyle ise Allah ve ahiret için dünyada çok çalışıp çabalamak gerekiyor.
Üçüncüsü ise, dünyanın nefse ve hevese bakan yüzüdür ki, bu yüzden kaçınmamız gerekiyor.
İnsan, kalbini masivadan temizlemeden dünyayı şeklen ve kesben terk etmiş olsa da zâhid olamaz. Çünkü zühdün esas manası, kalbin Allah ile meşgul olması ve sadece ona perestiş etmesi ve sadece onu sevmesidir. Bu durumda olan bir kalbin iyi bir mühendis, iyi bir mimar, iyi bir doktor, iyi bir öğretmen olması zühde zarar vermez...
Üstadımızın buyurduğu gibi:
"...Dünyayı kesben değil, kalben terk etmek lazımdır."(1)
“Kesb”, kazanma demektir. Bu dünyada çalışıp kazanmak, bu kazançla hem kendine hem aile fertlerine helal rızık temin etmek, yine bu kazançla zekât farzını yerine getirmek, muhtaçlara yardım etmek esastır. Ancak, bütün bunlar yapılırken, yaratılış gayesinin bu dünyaya hizmet etmek olmadığının şuurunda olmak ve kalbini ona bağlamamak gerekir. On Yedinci Söz’ün sonunda dünya için yapılan tariflerin her biri kalbi dünyaya bağlanmaktan alıkoyan ehemmiyetli esaslardır. Birkaçını hatırlayalım:
Ticareti terk etmeyiz, çalışır kazanırız, ama işyerimizin eşyalarına da gönül bağlamayız. Nitekim, her akşam evimize döndüğümüzde o eşyaların tamamını iş yerinde bırakırız. Hiçbirini yanımızda taşımadığımız gibi kabrimize de götürmeyeceğimizi bilir onları kalben terk ederiz.
Kısacası, insan ne tarlada sürekli kalmak ister, ne imtihan meydanında ne de iş yerinde. O halde, bunların hiçbirine kalben bağlanmamak gerekir.
Ahiret dünyada kazanıldığı için dünyayı severiz, Rabbimizin isimlerine ayna olduğu için de dünyayı severiz. Onda çalışıp kazanmayı, bu kazancımızla güzel işler görmeyi, sevaplar kazanmayı isteriz. İmtihan salonunda çok şeyler kazanırız, bu kazançları severiz, ilim öğrenmişsek ilmi severiz, ama okulumuzun, fakültemizin binalarına da gönül bağlamayız.
1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Habbe.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü