"Evet, hakikat ne kadar zayıf ise de ölmez, suret gibi mahvolmaz. Belki teşahhuslarda, suretlerde seyr ü sefer eder. Hakikat büyür, inkişaf eder, gittikçe genişlenir. Kışır ve suret ise eskileşir, inceleşir, parçalanır..." Devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Evet, hakikat ne kadar zayıf ise de ölmez, suret gibi mahvolmaz. Belki teşahhuslarda, suretlerde seyr ü sefer eder. Hakikat büyür, inkişaf eder, gittikçe genişlenir. Kışır ve suret ise eskileşir, inceleşir, parçalanır. Sabit ve büyümüş hakikatin kametine yakışmak için daha güzel olarak tazeleşir. Ziyade ve noksan noktasında hakikatle suret, makûsen mütenasiptirler. Yani suret kalınlaştıkça hakikat inceleşir. Suret inceleştikçe hakikat o nisbette kuvvet bulur. İşte şu kanun, kanun-u tekâmüle dâhil olan bütün eşyaya şâmildir."(1)

Önce "suret", "kışır" ve "hakikat" üzerinde kısaca duralım:

Burada hakikat, suretin zıddı olarak kullanılmıştır.

Mesela, bir çekirdek yarı canlıdır. Bu yarı canlılık hakikati, suretlerin değişmesiyle değişmez, hatta kuvvet kazanır. Çekirdek yarı canlı olduğu gibi, filiz de fidan da dallar da ağacın tamamı da bütün çiçekleri ve meyveleri de yarı canlıdır. Suretlerin değişmesiyle bu hakikatte bir değişme olmamıştır.

İnsanın da sureti beden, hakikati ruhtur. Bedendeki değişmeler ruhta bir değişme yapmaz. Aksine, ruh her bir değişmeden ayrı bir tefekkür ve şükür tablosu seyretmekle manen terakki eder. Ve insanın sureti olan bedeni, ölüm kanunuyla, vazifesini tamamen bıraktığında, ruh bu dünyadan daha güzel bir âleme göç etmekle kuvvetlenir ve terakki eder.

Beden ruhun sureti ve kışrı olduğu gibi, bu kâinat da beka âleminin kışrı hükmündedir. Çekirdeğin parçalanmasıyla ağacın meydana gelmesi, bedenin vazifeden terhisiyle ruhun ebedî âleme göçmesi gibi, bu fani dünyanın kabuğunun parçalanmasıyla da beka âlemine geçilecektir.

Metnin devamında şu ders verilmiştir:

"Demek herhalde bir zaman gelecek ki kâinat hakikat-ı uzmasının kışır ve sureti olan âlem-i şehadet, Fâtır-ı Zülcelal’in izniyle parçalanacak. Sonra daha güzel bir surette tazelenecektir. يَوْمَ تُبَدَّلُ اْلاَرْضُ غَيْرَ اْلاَرْضِ sırrı tahakkuk edecektir."

"Elhasıl: Dünyanın mevti mümkün, hem hiç şübhe getirmez ki mümkündür."(2)

Metninde geçen ayet-i kerimenin meali:

“O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür ...” (İbrahim, 14/48)

Konuyla alakalı olarak daha önce geçen bir sualin cevabından kısa bir bölüm:

“Bazı âlimler kıyamette her şeyin yok olacağı görüşündedirler ve şu ayet-i kerimeyi buna delil olarak getirirler.

“Allah’ın zatından başka her şey helak olacaktır.” (Kasas, 28/88)

Ancak aynı âyet-i kerîmede geçen 'halikün' ibaresine bazı zatlar da helak olucudur manası vermişlerdir. Yani her şeyin mahiyetinde helak olabilme özelliği vardır, ancak Cenâb-ı Hak dilerse helak eder, dilerse varlığını devam ettirir."(3)

Tefsir âlimlerinin bir kısmı âyet-i kerimede tağayyür veya tahavvül yerine tebeddül kelimesinin kullanılmasından hareketle yer ve göğün asıllarının kaybolmayacağını savunurlar. Şu var ki, bu ikinci görüş benimsenerek aslî unsurların kaybolmayacağı kabul edilse bile, şu görünen âlemin -çekirdeğin ağaç olması kabilinden- çok büyük bir değişime uğrayacağı da muhakkaktır.

Kıyametle başlayacak olan bu değişmede yer başka bir yer olacak, gökler de başka göklere dönüşecektir. Bir yanda dağların uçtuğu, denizlerin yandığı bir yeryüzü, öte yanda güneşin dürüldüğü, yıldızların kararıp döküldüğü bir gökyüzü ortaya çıkacaktır. Daha sonra, hadîs-i şerîfte; “Ne gözler görmüş ne kulaklar işitmiş ve ne de beşerin kalbine, hatırına gelmiş” şeklinde nazara verilen cennet hayatına geçilecektir.

Cennetin bu dünyaya hiç benzemediğine sadece iki misal, ayet-i kerimede haber verilen “bal ve süt nehirleri”dir... Bal nehri, arıların çiçeklerden toplayarak yaptığı bala benzemediği gibi, süt nehri de hayvanların memelerinden akan süte benzemez.

Zâten Üstad Hazretlerinin de ifade ettiği gibi, “o âlemin taşı, toprağı hayattardır” ve hepsi emir dinlemektedir. Böyle bir âlemin, insanların söz dinlemediği bu dünyadan ne kadar farklı olduğu açıktır. Ve hadîs-i şerîfin haber verdiği gibi, bu farklılığın boyutunu akıllar idrak edemez, hayaller ihata edemez.

Göklere gelince, “Cennetin tavanı Rahmanın arşıdır.”(4) hadis-i şerifi, cennet göklerinin dünya göklerine hiç benzemeyeceğini açıkca ders vermektedir. Üstad Hazretleri, arşı insanın kalbine benzetir. İnsanın bedeni ve haricî faaliyetleri bu manevî kalpten yönetildiği gibi, bütün âlemler de arştan idare edilirler. Arşı, İlahi emirlerin meleklere ilk tebliğ edildiği makam şeklinde tarif ediyorlar. O halde, insan kalbi bedeninden ne kadar farklı ise, cennetin tavanı olan arş da cennetten o derece farklı olacaktır.

Söz konusu âyet-i kerimenin bu dersle münasebeti, dersin başında verilen altı misalde saklıdır. Sadece birisini hatırlayalım:

Suyun, kendi zararına temeyyu ederek ayrı bir şekle bürünmesi gibi, yer ve gökler de âhiret âlemine uygun yerlerle ve göklerle değişecekler ve apayrı bir âlem hüküm sürmeye başlayacaktır.

Dipnotlar:

1) Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, İkinci Maksat.

2) age.

3) Harab-ı âlem ve mevt-i dünyanın mümkün ve vaki olması kâinatın tamamıyla mı ilgili? Kıyamette her şey yok mu olacak?​

4) Mesnevi-i Nuriye, Hubab (el-Münâvî, Künûzü’l-Hakâik, s. 78).

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Mehmet Ali Akgün
Bu konu başlığı altında sorulan soruyu izah için şu örneği vermişsiniz: "İnsanın da sureti beden, hakikati ruhtur. Bedendeki değişmeler ruhta bir değişme yapmaz. Aksine, ruh her bir değişmeden ayrı bir tefekkür ve şükür tablosu seyretmekle manen terakki eder. Ve insanın sureti olan bedeni, ölüm kanunuyla, vazifesini tamamen bıraktığında, ruh bu dünyadan daha güzel bir âleme göç etmekle kuvvetlenir ve terakki eder." Bu örneğin, tam olarak isabetli olduğu kanaatinde değilim. Şöyle ki, Üstad'ın "Ziyade ve noksan noktasında hakikatle suret, makûsen mütenasiptirler." şeklinde ifade ettiği prensip, ruh hakikatinin cesed kışrına nisbeten incelmesi için insanın ölmesi gerekiyor demiyor. Bu dünyada iken, ruhun inkişafı için imani eğitime giren kişi, bu anlamda terakki eder ve bunun neticesinde, ruhu cesedine galip gelir yani lüb olan ruh kalınlaştıkça, kışır olan cesed zayıflar. Maddi anlamda insanın kilo kaybetmesi değildir bu. İnsanın, bu alemin hakikatini yaşarken, hangi pencereden baktığına işaret eder. Maddi cesed yoğunluklu olarak mı bu alemi müşahede ediyoruz, yoksa ruhaniyatı esas alan bir nazarımız mı var? Maddeye ve maddiyata daldıkça, ruhaniyattan uzaklaşılır; ruhaniyat terakki ve tekamül ettikçe "cesed" merkezli nazar zayıflar - demektir Risaleden alıntılanan orijinal parça. Değilse, ruhun zayıflayıp hakikatinin ortaya çıkması için insanın ölmesi gerekmez. Zira bu hakikatın bu şekilde anlaşılması, bize bu hayatta iken lazım; ki ona göre imanımızı yaşayabilelim. Saygılar.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...