"Birbirinden eşeff ve eltaf, kudretin çok aynaları vardır; sudan havaya, havadan esire, esirden âlem-i misale, âlem-i misalden âlem-i ervâha, hattâ zamana, fikre tenevvü ediyor..." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Birbirinden eşeff ve eltaf, kudretin çok aynaları vardır; sudan havaya, havadan esire, esirden âlem-i misale, âlem-i misalden âlem-i ervâha, hattâ zamana, fikre tenevvü ediyor."

"Hava aynasında, bir kelime milyonlar kelimat olur; kâlem-i kudret, şu sırr-ı tenasülü pek acip istinsah ediyor. İn'ikâs, ya hüviyeti veya hüviyetle mahiyeti tutar."

Allah, birbirinden farklı, birbirine mugayir sayısız âlemler ve mahlûklar yaratmıştır. Her bir âlemin hüküm ve keyfiyeti birbirinden farklıdır. Bu âlemlerden bazıları gayet kesif, bazıları da çok şeffaf ve latiftir. Böyle olunca, hükümleri ve kayıtları birbirine zıt oluyor.

Mesela hava, suya göre daha latif ve şeffaf olduğu için, insanın ince ve hassas organlarında rahatlıkla dolaşabiliyor. Bazı hassas organlara su girse öldürüyor. Akciğerde olduğu gibi. Bu farklılıklar, maddî âlemde böyle olduğu gibi, gaybî âlemlerde de aynıdır.

Bu âlemlerin farklı olmasından dolayı, isim ve sıfatların tecellileri de farklı oluyor. Kudret sıfatının havadaki tecellisi ile sudaki tecellisi farklıdır. Ama müşterek olan bir nokta vardır ki; kudretin tecellisi açısından herhangi bir zorluk sözkonusu değildir.

Bir kelime, hava aynasında milyon kelime olup, milyonlarca insanın kulağına gider. İşte bu durum, kudretin hava aynasındaki müthiş tecellisidir. Aynı kudret, bir damla sudan, insanın binlerce hissiyat ve azalarını, kesif ve katı olan bir incir çekirdeğinden, incir ağacının milyonlar cihazatını yaratıyor. Aynı kudret, esir maddesinden had ve hesaba gelmez nice âlemleri ve sayısız ve muhtelif mahlûkatı icat ediyor. Misal âleminde kudretin bir lem’ası, bütün âlemleri halk ve tedbire kâfidir.

Zaman, kudret sıfatının yazar bozar bir tahtası hükmündedir; mahlûkat bu tahta üzerinden nehir gibi akar gider. Yani her bir âlem aynasında Kudret-i İlahî aynı ölçü ile ama farklı suretlerde tecelli ve taalluk eder.

Şuunat-ı seyyale; kâinatta olup-biten bütün işlerin kudret ırmağından kolayca akmasına işaret ediyor. Yani her âlem farklı bir mahiyette de olsa, kudret karşısında bir su gibi akıp vazifesine gider, hiçbir zorluk çıkaramazlar, mâni olamazlar. Toprak, "Ben kesif ve katıyım, su gibi boyun eğmem" diyemez. Allah’ın kudretine karşı, esir maddesi de "Ben çok küçük ve latif bir maddeyim, kudretin nazarından gizlenirim." diyemez. Sonsuz kudret karşısında hepsi eşittir.

"Kesifin timsalleri birer meyyit-i müteharriktir. Bir ruh-u nuranînin kendi aynalarında olan timsalleri, birer hayy-ı murtabıttır; aynı olmasa da gayrı da değildir." (1)

Kesif ve katı şeylerin aynada aksetmesi ile nuranî ve latif şeylerin aksetmesi aynı değildir.

Temessül; “bir şekil ve sûrete girme”,bir şeyin aynı ile başka bir şeyde aksetmesi demektir. Meselâ bir mumun etrafında on adet ayna bulunsa, o mum her bir aynada temessül eder. Bir tek mum iken, on mum olur.

Nuranî varlıklar ile onun zıddı olan kesif varlıkların in’ikâsında ve temessülünde durumları farklılık arz eder, hükümleri başka olur, biri hakiki akseder diğeri sadece görüntü olarak yansır.

Nuranî bir varlık, vasıfları ile in’ikâs eder. Mesela güneş kendine has vasıflarını aynaya da aksettirir, bir nevi küçük bir güneş o aynada teşekkül eder. Aynı güneş gibi o ayna da ısı ve ışık verir; ancak aralarında azamet noktasında azim bir fark vardır.

“Bir tek zât, muhtelif merâya vasıtasıyla külliyet kesbeder. Cüz'î-yi hakikî iken, umumî şuunata mâlik bir küllî hükmüne geçer.” (16. Söz)

Güneş tek bir varlıktır ama şeffaf şeylerdeki tecellileri sayılamayacak kadar çoktur. Yeryüzünü akisleriyle doldurur. Denizlerden, damlalardan, bütün gözlere kadar sayısız eşyada tecelli eder; onlar üzerinde iş görür.

Kesif ve maddî şeylerin akisleri ve temessülleri sadece görüntü olarak vardır, vasıflar oraya aksetmez. Yansıyan şey ile yansımaya mahal olan şey çok farklıdır.

Yani, bir tek şahıs, kendisi cüz’î bir fert olduğu halde farklı aynalar yoluyla küllîleşir, bir anda çok işler görebilir. Bunun günümüzde en açık misali televizyon programlarıdır. Orada konuşan bir tek şahıstır, her ekran bir ayna kabul edilirse, o konuşma milyonlarca farklı mekânda, farklı kişilerce seyredildiğinde, o şahıs sanki külliyet kazanmış, milyonlarca şahsa birlikte hitap etmiştir.

Bir âlimin eserlerini de onun ilminin birer aynası olarak kabul edebiliriz. O tek şahıs kitabını okuyan her kişiyle sohbet etmiş gibi olur ve sohbeti külliyet kesbeder.

Bu temessülün böyle hadsiz kısımları olduğu için her mevcut, aynasının kabiliyetine göre bu temessüle mazhar oluyor. Kelime kendi kabı ve istiab haddine uygun olarak o temessüle mahal oluyor.

Mesela, Kur’an’ın bir kelime ya da cümlesi Allah’ın sıfatlarının temessülüne mazhar olduğu için taklidi ve tanziri kabil olmuyor. İnsanlar bu kelime ve cümle karşısında aciz kalıyor. İşte temessülün bir aksamı..

Hüviyet; aynı mahiyetteki varlıkları birbirinden ayıran farklılıklardır. Her insan, simasından, parmak izlerine kadar diğer insanlardan farklılık gösterir. Bu ise onun hüviyetidir.

“Mahiyet”, bir şeyin ne olduğudur. Meselâ, biz insanız ve mahiyetimiz insandır.

Her şeyin bir sureti bir de mahiyeti vardır. Karşımızda iki bina farz edelim. Şekilleri, kat sayıları, metrekareleri, renkleri, mimarî hususiyetleri aynı olsun. “Bunlar nedir?” diye sorulsa. “Bina” diye cevap veririz. Bu cevap binaların suretiyle alâkalıdır. Fakat hakikatte, biri okul, diğeri oteldir.

Hasiyet, bir şeyin vasıflarına ve hususiyetlerine denir. Mesela, insanın cesedi hayat ateşinden dolayı sıcaktır. Derisi yumuşak rengi toprak rengine çalar vs...

Şimdi bedenin bu hasiyetleri aynada görünen suretinde yoktur. Aynada görünen bedenin sıcaklığı, derisinin yumuşaklığı yoktur.

Tam nuranî varlıklar, bütün hâsiyetleri ile temessül eder ve bütün mahiyeti ile yansırlar...

Cebrail (as) nuranî bir varlık olduğu için, temessül sırrı ile bir anda binlerce yerde zâtı ile bulunur, aynı ile temessül eder. Arştaki Cebrail (as) ile Dıhye suretinde Resul-i Ekrem Efendimizin huzuruna gelen Cebrail (as) aynıdır. Ancak Arş çok câmi’ ve geniş bir ayna olduğu için, Cebrail (as) bütün haşmet ve azameti ile arşta temessül eder. Haşmet ve azamet aynanın kabiliyetine göre oluyor.

Hüve Nüktesi'nde hava unsurundaki temessül konu alınmıştır. Söylenen bir kelimenin bütün hava zerrelerinde temessül etmesi nazara verilmiştir.

(1) bk. Mektubat, Hakikat Çekirdekleri.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

yunusozturk
Allah razı olsun emeğinize sağlık..çok istifade ediyoruz Rabbim hizmetlerinizin devamını nasip etsin..
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
isahalim
"Bir ruh-u nuranînin kendi aynalarında olan timsalleri, birer hayy-ı murtabıttır" cümlesiyle ilgili 2 sorum olacaktı: 1: Cümlede ruh-u nurani'ye dair kullanılan "KENDİ AYNALARI" ifadesini anlayamadım. 2: Ruh-u nurani ile kastedilen enbiya, evliya gibi mübarek zatlar mı ve eğer öyleyse, aynı anda birden fazla yerde görünmelerinden mi bahsediliyor burada?
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)
Nurani bir ruh yansıdığı yere kendini de götürür bu yüzden bir anda bir çok yerde bulanabilir. Buna tayy-ı mekan denilir. Enbiya, evliya gibi mübarek zatların ruhu bu keyfiyettedir.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...