Fatihanın başındaki; gaibane Âlemlerin Rabbi hitabı; O, denilmesi birinci makam ve İyyakeden itibaren; Sana hitabına geçilmesi, ikinci makam mı oluyor? Ayetü'l-Kübra Birinci Bab sonunda geçen "makamdan ve mertebeden" maksat nedir?
Değerli Kardeşimiz;
Ayetü'l-Kübra risalesi, kâinattan Hâlıkını ve Rabbini soran bir seyyahın, yani mütefekkir bir ehl-i tahkikin müşahedesidir. Bu müşahedeler; kâinatın içindeki muhtelif tabakaların ayrı ayrı tahkik ve tedkik edilmesinden ibarettir. Yani bu mütefekkir olan ehl-i tahkik zat, her tabaka ve her cins mahlûkatı bir makam, bir mertebe olarak değerlendiriyor. Bir nevi mahlûkat ve mevcudatı sınıflandırıyor. Her sınıfta, Allah ve O’nun isim ve sıfatları hakkında malumat ve marifet topluyor. İşte makam ve mertebe bu mânaya geliyor.
Bu seyyahın her makamda ve her mertebede imanı ziyadeleştiği için, fikir ve nazarı da nuranîleşip letafet kazanıyor. Fikir ve nazar latifleştikçe, gezdiği ve topladığı marifetler de ona göre incelip nuraniyet ve letafet kazanıyor. Baş kısımlardaki deliller daha ziyade müşahhas olan deliller iken, sonraki deliller biraz daha kalbî ve vicdanî olmaya başlıyor. Yani ezcümle; Üstad bu risalede, bütün delillere işaret ediyor. Sadece insanın aklına değil, kalbine ve sair hissiyatlarına da hitap ediyor.
"Fatiha-i şerifede, başından tâ 'İyyake' kelimesine kadar gâibane medh ü senâ ile bir huzur gelip 'İyyake' hitabına çıkılması gibi, biz dahi doğrudan doğruya gaibane aramayı bırakıp, aradığımızı aradığımızdan sormalıyız. Her şeyi gösteren güneşi, güneşten sormak gerektir. Evet, her şeyi gösteren, kendini her şeyden ziyade gösterir. Öyleyse, şemsin şuââtı ile onu görmek ve tanımak gibi, Hâlıkımızın Esmâ-i Hüsnâsıyla ve sıfât-ı kudsiyesiyle, Onu kabiliyetimizin nisbetinde tanımaya çalışabiliriz."(1)
Başlangıçtaki deliller gaibane, Allah’ı aramak şeklinde iken, delillerden hâsıl olan tahkikî imandan sonra, huzur makamına çıkıp asıl aradığı Allah’ı, kendisinden sormak makamına çıkıyor ve imanın çok yüksek bir mertebesine vasıl oluyor. İmanın gaibane makamından, huzur makamına çıkması manasındadır. Yukarıda da temas ettiğimiz gibi; delillerin kesafetten letafete seyridir ifade edilen husus.
23. Söz’de de "Gaibane ve hazırâne muhatap olma" meselesi harika bir şekilde izah edilmektedir.
Karşımızdaki kişiyle konuşmamız hazırânedir, yâni o zât o anda hazırdır, bizi dinlemektedir. Biz de kendisine doğrudan hitap ederiz. O anda yanımızda bulunmayan bir kişi hakkında konuştuğumuzda ise gaibane konuşmuş oluruz. Karşımızdaki kişiye “sen” diye hitap ederken, gaibane söz ettiğimiz kişiden “o” diye bahsederiz.
Üstad Hazretleri Fatiha sûresinin başından “iyyake na’büdü” ye kadar Cenab-ı Hakk’tan gaibane söz edildiğini, “iyyake na’büdü” de huzur makamına geçildiğini ifade eder.
Sûrenin başındaki; “Bütün medih ve sena âlemleri terbiye eden Allah’a mahsustur” cümlesi gaibane bir ifadedir. Bunun hâzırâne şekli şöyle olur: "Bütün medih ve sena sana mahsustur, sen bütün âlemlerin terbiye edicisisin."
“(O) Rahmân ve Rahîm’dir” cümlesi de gaibanedir. Bu cümlenin hâzırâne şekli ise; “Sen Rahmân ve Rahîmsin.”
“Din gününün sahibi O’dur” cümlesinin hâzırâne şekli ise; “Sen din günün sahibisin.”
Önceki gaibane tefekkürler mü’minin ruhunda bir huzur hâli doğurmuş ve bu hâl onu Allah’a doğrudan hitap etme makamına yükseltmiştir.
İşte gaibane hitaptan bu huzur makamına varıldığında; “Biz ancak sana ibâdet eder ve yalnız senden yardım dileriz” denilmekle Allah’a doğrudan hitap edilir.
(1) bk. Şualar, Yedinci Şua.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar