"Fıtrî meyelan, mukavemet-sûzdur. Bir avuç su, kalın bir demir gülle içine atılsa, kışta soğuğa mâruz bırakılsa, meyl-i inbisat demiri parçalar." Seyit Onbaşı'nın durumu ile izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Fıtrî meyelan mukavemetsûzdur." Âdetullah ve sünnetullah diye tarif ettiğimiz fıtratın kanunları, en sağlam gerçek ve hakikatlerdir. Yer çekimi kanunu, suyun batırma ve boğulma kanunu, yaşlılık ve ölüm kanunu, doğum, sümbül olma ve tohumun açılma kanunu, yaz ve kış kanunları, hürriyet ve istiklaliyet kanunu, itaat ve hürmet kanunları, nezafet ve nezaket kanunları, hayat standartları kanunu, sevk ve idare kanunları, vücudu besleme ve nesli devam ettirme kanunları, cazibe dafia kanunları, sevinme ve üzülme sistemleri, tapma ve ibadet etme hakikatları, ebed kanunu, mağduriyet ve mazlumiyet kanunları... gibi gerek kevni gerek insani ve gerekse de ahlaki ve fikri anlamda, Allah'ın aleme ve mahlukata idare vasfının tecellisi olarak tercih ettiği bütün kanunlar, hakikatdırlar, mevcutturlar, ortadan kaldırılmaları -muvakkaten geçici olarak mümkün olsa da- tamamen izaleleri ve lağv edilmeleri mümkün değildir.
İnsanlar böyle hakikatler ve kanunlar manzumesi ile dolu bu aleme, imtihan için gönderilmişlerdir. İnsanlar ve cinler irade sahibi oldukları için murad-ı İlahi onların iradelerini, dinler ve peygamberlerle bu fıtrî kanunlara riayet etmek ve o kanunlara uyarak, maddi ve manevi kemalat arşına yükselip, cennete liyakat kesbetmelerini istemektedir.
Yani, insanların muvaffakiyeti ve kemalatı, bu fıtrî kanunlara riayet ile mümkündür. Kelam-ı İlahi'den gelen bütün dinler, insanı uyması mecbur olan bu fıtrat kanunlarına itaat edebilmeleri için, iradelerine bir tenbihattır.
Fakat insanların bir kısmı iradelerini nefis ve şeytana tabi tutarak, muvakkaten hem fıtrî kanunlara hem de kelamı kanunlara isyan ederek, dünyada ve ukbada perişaniyetlerini hazırlamaktadırlar.
Bu fıtrî kanunlara itaat ederek insanlar ancak başarıya ve mükemmelliğe erişebilirler. Zira, bu kanunlar Allah'ın irade ve kudretinden geldikleri için, bunlara muhalefet, kaderle çarpışmak mânâsına gelir. Böyle davrananlar, başlarını örse vurarak hemen cezalandırılırlar.
Mesela ormanlara muhalefetten, ekolojik dengeyi bozduk. Sera gazları ile atmosferi kirlettik. GDO'lu gıdalarla, nimetleri nıkmetlere çevirdik. Menfaatî yaklaşımlarla, dünyanın ekonomik dengesini bozduk. Yanlış fikirlerle, doğru düşünme melekelerini kaybettik. Sefahetle ve rezaletle, ahlakımız dejenere oldu. Yanlış ibadetlerle, Hakikî Mabud'un yerine sunilerini koyduk. Yeisi ilka ederek, ümidi mahvettik. Sebeplere hırslı yaklaşımda, Müsebbib-ül Esbab'dan gaflet ettik. Aşırı dünya sevgisi ile ölüm hakikatını zedeleyip ahiretimizi yıprattık. Bu yanlışlar saymakla bitmez. Hepsi de yanlış ve bozuk kafalı insanların iradelerini nefsani ve keyfi alanlarda kullanıp, saydığımız fıtratın kanunlarına muhalefetin birikimi ve neticesi olarak, işte insanlığın hali ve dünyamızın ahvali Allah'ın koymuş olduğu fıtrî kanunlara başkaldırmak ve muhalefet etmek geçici bir süre imtihan icabı mümkün olsa da ilanihaye gitmez. Mutlaka o fıtri kanunlar direnir, atar, intikamını daha şiddetli bir şekilde alır.
Mesela, hürriyet ve hür yaşamak fıtridir. Buna tarih boyu zalimler muhalefet etse de muvaffak olamadılar. Hürriyet sayesinde o zalimlerin vatanlarında ve mekanlarında mazlumlar oturmaktadır.
Mesela, canavarlar güçlerine kuvvetlerine güvenerek fıtrî olan şefkat kanununu kırdıklarından dolayı nesilleri tükeniyor.
Mesela, faşizm ve komünizm fıtrata muhalefet ettiğinden dolayı çöpe gitmiştir. Kapitalizm de servete ve imkana müdahale ettiği için, onu da yıkacaktır.
Eğer insan içtimai ve sosyal hayatta bir çığır açmak ve bir plan ve proje ortaya koymak isterse, fıtratın kanunlarına uygun ve paralel gittiği müddetçe muvaffakiyet hasıl olur. Eğer aksiyle hareket ederse, maksadının aksiyle tokat yer, düşer ve fıtratın çarkları arasında acımasızca can verir.
Şimdiye kadar anlattıklarımız âdetullah kanunları muvacehesinde, herkes için umumi ve uygulanması icab eden, uygulandığında da ekseriyetle müspet netice alınacak ve muvaffak olunacak meselelerdır. İki kanun da yani kelamî ve iradî kanunlar manzumesi de umumen bu minval üzere gider.
Seyit Onbaşı'nın Çanakkale muharebesinde göstermiş olduğu o fevkalade hal, herkes için umumi bir kaide olmayıp, keramet nevinden Allah'ın bir ihsanıdır. Bu her zaman her yerde cereyan etmez.
Kul kendine düşeni yaptıktan ve bütün imkânlarını seferber ettikten sonra, bir netice hasıl olmazsa, o mesele de Allah'ın muradına denk gelmezse, fare dağ doğurur. Cenab-ı Hak hususi ve özel kanunlarla muamele eder. Şâz nevinden peygamberlere mucizeler, insanlara da bu anlamda kerametvari haller müyesser olur. Fakat bu alışkanlık haline gelmez. Bu gibi hususi meseleler, hususi zamanlarda, hususi mekanlarda, hususi insanlara nasip ve müyesser olur.
Seyit Onbaşı'nın oradaki fıtrî olan hali, düşmanın büyüklüğü ve cesaretine bakmadan, yapacağı işin ağırlığını, ehemmiyetini ve teknik meselelerini bilmeden "Ya Allah" deyip son hamlesini kullanma teşebbüsüdür. Buraya kadar fıtrî metalardır, ondan sonra terettüb eden netice aklı, mantığı, hayali ve tasavvuru hayrette bırakan fevkalade bir iş olup, Allah'ın lütuf ve keremiyle bir keramettir.
Fakat işin başından beri anlattığımız fıtratın kanunlarına riayet ederek muvaffak olmak, umumi herkese şamil bir meseledir. Aynı şekilde bu fıtrat kanunlarına muhalefet ederek mağlup olmak ve perişaniyete uğramak da gene umumi bir kaidedir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü