Güneş'in nur ve hararetinin Allah’ın ilim ve kudretine nisbetle toprak gibi kesif olduğu ifade edilmektedir. Buradaki nisbeti açar mısınız? Toprağın misâl verilmesinin hikmeti ne olabilir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

“İşte, sema denizinin yüzünde ziyadar bir kabarcık ve Kadîr-i Mutlak'ın Nur isminin cilvesine kesif bir âyinecik olan şu güneşin, bilmüşahede şu hakikatın üç esasının nümunelerine mazhar olduğunu görüyoruz. Elbette güneşin nur ve harareti, ilim ve kudretine nisbeten toprak gibi kesif hükmünde, 'Nur-un Nur, Münevvir-un Nur, Mukaddir-un Nur' olan Zât-ı Zülcelal, her şeye, ilim ve kudretiyle nihayetsiz yakın ve hazır ve nâzır ve eşya ondan gayet uzak olduğuna, hem o derece külfetsiz, mualecesiz, sühuletle işleri yapar ki, yalnız mahz-ı emrin sür'at ve sühuletiyle icad eder gibi anlaşıldığına; hem hiçbir şey, cüz'î-küllî, küçük-büyük, daire-i kudretinden harice çıkmadığına ve kibriyası ihata ettiğine şuhud derecesinde bir yakîn-i imanî ile iman ederiz ve iman etmek gerektir.”(1)

a. “Güneşin nur ve hararetinin Allah’ın ilim ve kudretine nisbetle toprak gibi kesif olduğu” ifade edilmektedir. Burada sözü edilen “nisbeti” biraz açar mısınız?

Mahlûkların varlıkları, Allah’ın vacip varlığına nisbetle gölge kadar, hatta gölgenin gölgesi kadar zayıf kaldığı gibi, bir ismi “Nur” olan Allah’ın, nuranî sıfatlarından olan ilim ve kudretine göre, güneşin nur ve harareti gölge gibi zayıf kalırlar. Bu mânâ toprak gibi kesif olma şeklinde ifade edilmiştir. Hiç ışığı olmayan toprak ile Güneş arasında aydınlık yönünden çok büyük bir mesafe vardır. Toprakta hiç ışık yoktur, güneş ise muhteşem bir ışık kaynağıdır.

İşte Allah’ın ilim ve kudreti yanında, güneşin nur ve harareti de o kadar sönük kalırlar. Burada ilim nura benzetilmiştir, nurla eşya aydınlandığı gibi, ilimle de cehalet karanlığı kalkar, eşya ve hâdiseler doğru değerlendirilir. “Hareketten hararet, hararetten kuvvet doğduğu” için de Güneş'in harareti kudrete benzetilmiştir.

b. Kesafette toprağın misâl olarak verilmesinin bir hikmeti var mıdır?

Bütün elementler kesiftirler. Ancak, kesafetin de farklı şekilleri ve dereceleri vardır. Hava ile suyun, su ile toprağın kesafet dereceleri bir değildir. Toprak en kesif olmakla birlikte, bütün bitkilere, hayvanlara ve insanlara bir bakıma analık etmektedir. Âdem babamız topraktan yaratıldığı gibi, biz de dolaylı olarak yine topraktan yaratılmış bulunuyoruz.

“Toprak, tecelliyat ve cilvelere en yüksek bir âyinedir. Evet, kesif bir şeyin âyinesi ne kadar latif olursa, o nisbette suretini vâzıh gösterir. Ve nuranî ve latif bir şeyin de âyinesi ne kadar kesif olursa, o nisbette esmanın cilvelerini cilâlı gösterir. Meselâ hava âyinesinde yalnız şemsin zaîf bir ziyası görünür. Su âyinesinde şems, ziyasıyla görünürse de elvan-ı seb'ası görünmüyor. Fakat toprak âyinesi, çiçeklerinin renkleriyle şemsin ziyasındaki yedi rengi de gösterir.”(2)

c. “Cenâb-ı Hakk’ın bütün işleri külfetsiz, mualecesiz ve suhuletle yaptığı ve bütün eşyayı bir emr ile yarattığı” ifade ediliyor. Bizim müşahedemize göre her şey büyük bir ihtimamla, zaman içinde ve kademeli olarak meydana gelmektedir. Bu hususta düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Allah’ın iki ayrı şekilde yaratması vardır: İbda ve inşa.

“İbda” yoktan yaratmak, “inşa” ise kademeli olarak, safhalar halinde yaratmaktır. Bu dünya hikmet dünyası olduğundan çoğu varlıklar inşa ile yaratılırlar. Fatiha sûresinde, Allah’ın Rabbü’l-âlemîn olduğunun bildirilmesi, bu âlemdeki yaratılışta terbiyenin, yani kademeli olarak yaratmanın daha hâkim olduğunu göstermektedir. Ruhların ve meleklerin yaratılması ibda ile yani bir anda, zamansız olduğu gibi, âhiret kudret âlemi olduğundan orada ibda hâkim olacaktır.

Bununla birlikte, bu dünyadaki ilâhî icraatlarda sualde geçen mana yine hâkimdir. Sonsuz denecek kadar çok iş, bir anda, birlikte ve sonsuz bir kolaylıkla yapılmaktadır. Kâinatın bir küçük misâli olan kendi bedenimize bakalım. Yüz trilyon civarında hücremiz var ve her birinde de yine yüz trilyon kadar atom var. Bütün atomlarda ve hücrelerde işler son derece kolay, mükemmel ve âdeta zamansız yapılıyor. Biz, bu işlerin birbirini takip etmesiyle ortaya çıkan neticeleri görüyor ve bunların kademeli olarak yapıldığını düşünüyoruz. Halbuki bu kademelerin her birinde nice ibda misâlleri vardır. Meselâ, karaciğerimizin tek bir hücresinde, saniyenin binde biri kadar kısa bir zaman içinde 500 farklı kimyevî muamelenin tahakkuk ettiği söylenmektedir.

Ruh âlemimizde de bunun bir başka misâlini yaşıyoruz. Muhatabımızın ağzından çıkan ses sanki “kün” emriyle bir anda dimağımızda “mana” olarak yerleşiyor. O anda kulak zarından, beyindeki işitme merkezine kadar nice işler görüldüğü gibi, aklın çalışmasından hafızanın ona yardım etmesine kadar da nice faaliyetler yapılmaktadır.

Gökyüzüne bakalım. Bütün yıldızlar birlikte ve son derece bir intizam ile düşmeden, çarpışmadan varlıklarını sürdürüyorlar. “Kayyum” ve “Kadir” isimleri bunların tümünde beraber ve zamansız tecelli ediyor.

Bütün varlık âleminde şu anda görülen işleri birlikte düşünelim. Bu sonsuz işler de yine son derece kolay bir şekilde icra ediliyorlar. Sanki bu varlık âlemi her an “kün” emrine muhatap oluyor ve bir sonraki anı doğuruyor. O da aynı emre uyarak kendinden sonraki anda olacak hâdiseleri mahsul veriyor.

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, On Dördüncü Söz.

(2) bk. Mesnevî-i Nuriye, Şule.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...