"Hâkimiyet-i mutlaka, Rububiyet derecesinde ve âmiriyet-i mutlaka, Ulûhiyet derecesinde ve istiklâliyet-i mutlaka, Ehadiyet derecesinde..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Burada özet olarak: Allah'ın Hâkimiyetinin, âmiriyetinin, istiklaliyetinin ve istiğnasının insanlarınkine benzemediği ve mutlak ve sınırsız olduğu ifade edilmektedir.
“Hâkimiyet-i mutlaka, Rububiyet derecesinde” ifadesini biraz açacak olursak: İnsani sultanlar, belli bir yerin sultanıdırlar, ama Allah'ın saltanatı sınırsızdır. Diğer taraftan, insanların hâkimiyeti yalnız isimden ibarettir; her işi bizzat kendileri idare etmezler, işlerini yardımcılar vasıtası ile yaparlar. Ama Allah'ın hâkimiyeti rububiyet derecesindedir. Yani her şeyi bizzat kendisi terbiye etmekte ve münasip vazifelerde çalıştırmaktadır. İşte bu mana “rububiyet-i mutlaka” ifadesi ile dile getirilmiştir. Yirminci Mektup'ta geçen şu ifadeler de bu cümlenin güzel bir izahı olabilir:
"Yani, nasıl ki ulûhiyetinde ve saltanatında şeriki yoktur; Allah bir olur, müteaddit olamaz. Öyle de, rububiyetinde ve icraatında ve icâdâtında dahi şeriki yoktur."
"Bazen olur ki, sultan bir olur, saltanatında şeriki olmaz; fakat icraatında, onun memurları onun şeriki sayılırlar ve onun huzuruna herkesin girmesine mâni olurlar, 'Bize de müracaat et.' derler. Fakat Ezel-Ebed Sultanı olan Cenâb-ı Hak, saltanatında şeriki olmadığı gibi, icraat-ı rububiyetinde dahi muinlere, şeriklere muhtaç değildir. Emir ve iradesi, havl ve kuvveti olmazsa, hiçbir şey hiçbir şeye müdahâle edemez. Doğrudan doğruya herkes Ona müracaat edebilir. Şeriki ve muini olmadığından, o müracaatçı adama 'Yasaktır, Onun huzuruna giremezsin.' denilmez."(1)
Rububiyet;“Terbiye etmek, bir şeyi kademeli olarak kemâle erdirmek ve son şekline getirmek” demektir. Rab isminin insandaki tecellisiyle bir nutfede başlayan yolculuk bütün organları mükemmel bir insan olmakla kemâle ermiş oluyor.
Rabbü’n-nas yani “insanların terbiye edicisi” ismi bir tek insanda olduğu gibi, bütün insanlarda da birlikte seyredilir. Böylece bir saltanat-ı rububiyet ortaya çıkar. Yani bütün insanları terbiye eden ancak Allah’tır, O’nun bu saltanatına hiçbir şerik karışamaz, müdahale edemez.
Aynı mâna yıldızlar âlemi için de geçerlidir. Bir gaz olarak başlayan yolculuk Allah’ın terbiye fiilinin icrasıyla sonunda yıldız olma noktasına varır. Bütün yıldızları birlikte düşündüğümüzde yine bir saltanat-ı Rububiyet kendini gösterir. Yani, bir tek yıldızı terbiye ederek bu hale getiren ancak bütün yıldızların Rabbidir. Bu saltanat, şuur sahiplerine Allah’ın varlığını ve bütün yıldızların O’nun emrine riayetkâr olduklarını ilan eder, ehl-i fikri yani aklını yerinde kullanan insanları Allah’a iman etmeye ve O’nu şerikten münezzeh olarak bilmeye davet eder.
Kur’ânın hülasası kabul edilen Fatiha Sûresinde bu iki ders birlikte verilir. Önce bütün medih ve senanın ancak Allah için ve O’na mahsus olduğu beyan edilir. Bu bir tevhid dersidir. Sonra bütün âlemleri Allah’ın terbiye ettiği ders verilir. Sonra Rahmân ismi gelir. Yeryüzündeki bütün canlıların her türlü ihtiyaçlarının ancak âlemlerin Rabbi tarafından karşılandığına dikkat çekilir. Sonra Rahîm ismiyle bu lütuf ve ihsanların müminler için ahirette ebediyen devam edeceği hatırlatılarak kalpler bu fâni nimetlerden cennete tevcih ettirilir. Ve bu manaya kuvvet vermek üzere din gününün sahibinin ancak Allah olduğu hatırlatılır.
Bütün bunlar birlikte düşünüldüğünde insanın ancak Allah’a ibadet edip, bütün ihtiyaçlarını da ancak O’ndan dileyeceği hakikati kalpte hâkim olur ve bu hâkimiyeti bir sonraki ayetler açıkça beyan eder: “Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.”
Âmiriyet ile ulûhiyet arasındaki bağ ise, her mahlûk Allah’ın memurudur, hepsinin âmiri bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’tır, O neyi emerederse onu yaparlar.
İstiklal ile Ehadiyet arasındaki alakaya gelince: Ehadiyet, Allah'ın birliğini ifade eder. Ehadiyet; Cenab-ı Hakk’ın her varlığın idare ve tedbirini görmesi, her mahlûkuna bütün isimleri ile ayrı ayrı imdat etmesidir. Bir masnua tecelli etmesi, diğer mahlûkun imdadına koşmasına mani değildir. Mekân ve zaman, istiklaliyetini kayıt altına alamaz. Her zaman, bütün esması ile her yerde hazır ve nazırdır.
Kâinatın umumunda azamet ve kibriya ile tecelli eden isim ve sıfatları vahidiyeti gösterir. Yani vahidiyet, sonsuz sıfatların ancak Allah’a ait olacağını des verir.
Ehadiyet ise, Allah’ın zatının birliğini ders verir, yani kadim, baki, varlığı vacib olan ancak Allah’tır, başkası olamaz manasını ifade eder.
Padişahın da istiklali vardır, ancak o, ülkesinin idaresini başkalarının yardımıyla yapar, her yeri bizzat kendisi idare etmez. Ancak Allah'ın idaresi öyle değidir. Her şeyi, zerrelerden yıldızlara kadar bizzat kendisi tasarruf eder. İşte bu istiklaliyet, ehadiyet derecesindedir.
İstiğna; hiçbir şeye muhtaç olmayacak derecede zengin olmak demekti. Allah Samed’dir; her şey O’na muhtaç, o hiçbir şeye muhtaç değildir.
(1) bk. Mektubat, Yirminci Mektup Birinci Makam.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü