"Hazret-i Ali’nin (ra) istikbaldeki vaziyetini ve o fitneler içindeki harpleriyle mesul olmadığını ve niyeti ve matlubu fazl-ı İlahi olduğunu haber veriyor." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Ve رُحَمَاۤءُ بَيْنَهُمْ ile istikbalde en mühim bir fitnenin vukuu hazırlanırken, kemal-i merhamet ve şefkatinden, İslamlar içinde kan dökülmemek için ruhunu feda edip teslim-i nefis ederek Kur’an okurken mazlumen şehid olmasını tercih eden Hazret-i Osman’ı da haber verdiği gibi; ..." (Lem'alar, Yedinci Lem'a)
Burada Hz. Osman (ra)’in fazileti ve şehit oluşundan bahsediyor. Hz. Osman (ra) halim, selim ve aynı zamanda çok şefkatli olduğu için, hilafeti zamanında çıkan siyasi fitneleri sert ve askeri bir yöntemle değil, kendi canını feda edecek bir fedakârlık ile karşılamıştır.
Şayet Hz. Osman (ra) sert ve askeri bir yöntem ile nifak çıkaranların üstüne gitmiş olsa idi, toplumun ikiye bölünmesi ve çok kanın dökülmesi mukadder idi. Ama o bu yöntemi değil, mazlumen şehit olmayı tercih ederek ne kadar müşfik ve fazilet sahibi olduğunu göstermiş oldu.
" تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًا saltanat ve hilafete kemal-i liyakat ve kahramanlıkla girdiği halde ve kemal-i zühd ve ibadet ve fakr ve iktisadı ihtiyar eden ve rükû ve sücudda devamı ve kesreti herkesçe musaddak olan Hazret-i Ali’nin (ra) istikbaldeki vaziyetini ve o fitneler içindeki harpleriyle mesul olmadığını ve niyeti ve matlubu fazl-ı İlahi olduğunu haber veriyor." (bk. age., a.y)
Hz. Ali (r.a)’in döneminde vuku bulan hadiselere ancak onun gibi sağlam ve kahraman bir karakter mukavemet edebilirdi. Hz. Osman (ra) zamanında hilm ve şefkat gerekirken, Hz. Ali’nin döneminde de cesaret ve kahramanlık gerekir. Sosyal ve siyasi hadiselere tek bir kalıp ile bakılamaz. Hz. Ali Efendimiz (ra)'in şecaat ve cesareti o dönem münafıklarını korkutuyordu ve elzem olan da bu idi.
Hz. Ali Efendimiz (ra) zühd, takva ve ibadeti esas alıp, daima kanaat ve iktisat ile yaşamış bir sahabedir. Onun en öne çıkan vasfı namaz ve ibadete olan düşüklüğüdür ki, “rükû ve sücudda devamı ve kesreti herkesçe musaddak olan” cümlesi bu hakikate işaret ediyor.
Bazı münafıkların iddia ettiği gibi, Hz. Ali Efendimiz (ra) hilafeti beceremediği için o hadiseler vuku bulmuş değildir, tam aksine o çetin ve çok karışık ortamı ancak onun gibi cesur ve minnetsiz bir kahraman kaldırabilirdi ve nitekim de öyle oldu.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Bir gün Hz. Hasan ve Hüseyin hastalanmıştı. Hz. Ali ile Hz. Fâtıma, sevgili yavruları iyileşirse Allah rızası için üç gün oruç tutmayı adadılar. Cenâb-ı Hak yavrulara sıhhat ve afiyet verince, adaklarını yerine getirmek üzere oruca başladılar. Akşam olmuş, iftar vakti gelmişti. Fakat yiyecek olarak ancak bir parça ekmekleri vardı. O sırada kapıda bir yetim belirdi. Ekmeği ona verip kendileri suyla iftar ettiler. İkinci ve üçüncü gün de üst üste bir fakir ve esir geldi. Yiyeceklerini onlara verdiler. Üç gün üst üste aç kalmanın tesiriyle güçsüz düştüler. Sabah olunca yavrularını da alarak Peygamber Efendimizin huzuruna gittiler. Renklerinin solgunluğu Peygamberimizin dikkatini çekti:
“Yâ Ali!” dedi. “Hâliniz nedir?”
Hz. Ali, başlarından geçen hadiseyi anlattı. Derken Cebrail geldi ve İnsân Sûresi‘nin şu mealdeki 5-10. âyetlerini vahyetti:
“İyiler, şüphesiz güzel kokulu ve serin kâfur dolu bir kadehten içerler. O bir pınardır ki, ancak ondan Allah’ın veli kulları içer. Onu nereye isterlerse peşlerinden akıtırlar, fışkırtırlar. Onlar adaklarını yerine getirirler. Şerri yaygın olan günden korkarlar. Yemeğe olan sevgi ve iştihalarına rağmen fakiri, yetimi, esiri doyururlar. Biz size ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür istemeyiz. Çünkü biz Rabb’imizden ve yüzlerin ekşiyeceği o çetin günden korkarız, derler.”
Peygamber Efendimiz, gelen bu vahyi kendilerine bildirdiğinde o kadar çok sevindiler ki, üç günlük açlığın verdiği bitkinliği unuttular.
Üsdü’l-Gàbe, 5: 530-531; Tefsîrü’l-Kebîr, 30: 244.
Amma Hazret-i İmam-ı Ali'nin Vak'a-i Sıffin'de Hazret-i Muaviye'nin taraftarlarıyla muharebesi ise, hilâfet ve saltanatın muharebesidir. Yani, Hazret-i İmam-ı Ali, ahkâm-ı dini ve hakaik-i İslâmiyeyi ve âhireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetin merhametsiz mukteziyatlarını onlara feda ediyordu. Hazret-i Muaviye ve taraftarları ise, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeyi saltanat siyasetleriyle takviye etmek için azimeti bırakıp ruhsatı iltizam ettiler, siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler. Said Nursi r.a. (Mektubat,15.Mektup)