"Hem de afakî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur; içine dalma boğulursun." cümlesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Tefekkür; kâinatta teşhir edilen eserlerde, Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarının tecellilerini okuyup, marifet ve muhabbet vadisinde terakki ve tekâmül etmektir.
"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Âfâkî mâlûmat, yani hariçten, uzaklardan alınan mâlûmat, evham ve vesveselerden hâlî olamıyor. Amma, bizzât vicdânî bir şuura mahal olan enfüsî ve dahilî malûmat ise, evham ve ihtimallerden temizdir. Binaenaleyh merkezden muhite, dâhilden harice bakmak lâzımdır." (Mesnevi-i Nuriye, Habbe)
Tefekkür başlıca iki sahada tahakkuk eder: Enfüsî ve afakî. Bir başka ifadeyle, “insanın kendi zâtı” ve “haricî âlem.” Birincisine “enfüsî,” değerine “afakî” tefekkür deniliyor.
Enfüsî, “nefse ait” demektir. Buradaki nefis kelimesi, ruhla bedeni birlikte ifade eder ve “zât” mânâsına gelir.
Buna göre, enfüsî tefekkürün iki ayrı sahası vardır: Birisi ruh, diğeri ise beden. Afakî tefekkürde ise bedenimizi kuşatan hava tabakasından yıldızlara ve ötelerine kadar bütün kâinatın düşünülmesi, tefekkür edilmesi söz konusudur. Afakî malûmât için, “hariçten, uzaklardan alınan malûmat,” şeklinde bir tarif getiriliyor. “Hariç” kelimesiyle birlikte “uzak” kelimesi, bilhassa zikredilmiş.
Elma ağacı da bizim haricimizdedir, ama neye yaradığını biliriz. Onu Rezzak isminin bir tecellisi, ilâhî ihsanın bir sofrası olarak görür, Rabbimize şükrederiz. Ama bizden çok uzak olan yıldızlar âlemini değerlendirmemiz bu kadar rahat ve kolay olmaz. Böyle olunca, işimize yaramadığını zannettiğimiz bitki çeşitlerinden, yıldızlar âlemine kadar nice varlıkta tecelli eden ilâhî hikmet ve rahmeti anlamakta güçlük çekeriz. Bu noktada, nefis ve şeytan devreye girip, bunları faydasız ve gayesiz göstermeye çalışabilir.
Ama enfüsî tefekkür böyle değildir. Burada “vicdanî bir şuur” söz konusudur. Samanyolu’nun faydasını anlamayabiliriz, ama hücreler esas alındığında, her biri bir ayrı Samanyolu gibi olan kollarımızı çok rahat tefekkür edebiliriz; bunların faydası konusunda kalbimize en küçük bir tereddüt bile gelmez. Bu faydalar, vicdanımıza mâl olmuş bir ilim olarak, düşünmeye bile gerek kalmadan, çok iyi bilinir ve hissedilirler.
Vicdanen bildiklerimizin başında, ruh dünyamız ve ona takılı hissiyat âlemimiz gelir. Ruhumuza kudret sıfatının konulmuş olmasıyla, Allah’ın kudret sıfatını vicdanen biliriz. Şu var ki, bizdeki sıfatlar da ruhumuz gibi mahlûkturlar ve Allah’ın sıfatları bunlara benzemekten münezzehtir.
Aynı şekilde, irade sıfatımızda Allah’ın irade sıfatını, görme sıfatımızda Basîr, işitme sıfatımızda Semi’ isıfatını vicdanen bilebiliriz. İnsanın, önce evinden çıkıp sonra çarşıları, pazarları dolaşması gibi, tefekküre de nefsinden başlaması sonra haricî âlemi dolaşması en doğrusudur. Nitekim Üstat hazretleri de "Nefsî tefekkürün tafsilatlı, afakî tefekkürün ise icmalî yapılmasını" tavsiye etmektedir. Her hücremizin, her duygumuzun faydasını inceden inceye araştırabiliriz, ama aynı şeyi hariç âlemde yapmamız yanlış olur. Çünkü haricimizdeki her şeyi nefsimiz gibi net olarak bilemeyiz. Burada icmali malumat kâfidir.
Elbette ki, kâinat kitabının belli bir sayfasını inceleyen ilim adamları, o sahayı incelikleriyle kavramaya, anlamaya çalışabilirler. Ancak, onlar da başka ilim dallarında yine "icmalî" tefekküre mecbur kalırlar.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Afaki tefekkür cisim dairesine girildiği an başlar. Nefisten enfüsten çıkıldığı an başlar.Karacigerimizi incelemek birinci kisimdandir. Bkz;
Evet nasılki ehl-i tarîkat, seyr-i enfüsî ve âfâkî ile marifet-i İlahiyede iki yol ile gitmişler ve en kısa ve kolayı ve kuvvetli ve itminanlı yolunu enfüsîde, yani kalbinde zikr-i hafiyy-i kalble bulmuşlar. Aynen öyle de: Yüksek ehl-i hakikat dahi, marifet ve tasavvur değil, belki ondan çok âlî ve kıymetli olan iman ve tasdikte, iki cadde ile hareket etmişler:
Biri:
Kitab-ı kâinatı mütalaa ile, Âyetü'l-Kübra ve Hizbü'n-Nuriye ve Hülâsatü'l-Hülâsa gibi âfâka bakmaktır.
Diğeri:
Ve en kuvvetli ve hakkalyakîn derecesinde vicdanî ve hissî, bir derece şuhudî olan hakikat-i insaniye haritasını ve enaniyet-i beşeriye fihristesini ve mahiyet-i nefsiyesini mütalaa ile, imanın şübhesiz ve vesvesesiz mertebesine çıkmaktır ki; sırr-ı akrebiyete ve veraset-i nübüvvete bakar.*Ve enfüsî tefekkür-ü imanî hakikatının bir parçası, Otuzuncu Söz'ün "ene ve enaniyet"te ve Otuzüçüncü Mektub'un Hayat Penceresinde ve İnsan Penceresinde ve bazı parçaları da sair ecza-yı Nuriyede bir derece beyan edilmiş.
Emirdağ-1 - 146