Üstad’ın tahte’l-arz yaptığı hayalî bir seyahatte gördüğü “Dördüncü Hakikat”i tafsilatlı olarak izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Dördüncü Hakikat: Ey nefis(*)"

(*) Müellif-i muhterem, kendi nefsine tasrîhen, başkalara da târizen söylüyor.(1)

Üstad Hazretleri birçok dersinde nefsini muhatab alır. Bunu sadece bir tevazu olarak te’vil etmek eksik olur. Üstadımız “Âlimler peygamberlerin varisleridirler.”(2) hadis-i şerifine kemaliyle mazhar olmuş bir mürşid olmakla beraber, kulluk şuurunda da çok ileri mümtaz bir şahsiyettir. Bilindiği gibi, peygamberlerin, “abdiyet ve risalet” olmak üzere iki cihetleri vardır. Bu iki cihete, bir başka ifade ile velayet ve nübüvvet cihetleri de denilir. Yani peygamberler, abdiyet cihetiyle Cenâb-ı Hakk’a en ileri mânada kulluk ederler. Allah Resulünün (asm.) şu hadis-i şerifi bu noktada çok ehemmiyetlidir:

“İçinizde Allah’ı en çok seveniniz benim. Allah’tan en fazla da ben korkarım.”(3)

Üstad Hazretleri kulluk cihetiyle “nefsini herkesten ziyade nasihate muhtaç” görmektedir, ama vazife noktasında iman ve Kur’ân hakikatlerini bütün muhtaçlara çekinmeden tebliğ etmiş ve bunda Allah’ın inayetiyle muvaffak da olmuştur.

"İşte, Cenâb-ı Hakka hadsiz şükürler olsun ki, bu zamanın tam yarasına bir tiryak olarak Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın bir mu'cize-i mâneviyesi ve lemeâtı bulunan Risâle-i Nur, pek çok muvâzenelerle en dehşetli muannid mütemerridleri, Kur'ân'ın elmas kılıncı ile kırıyor ve kâinat zerreleri adedince Vahdâniyet-i İlâhiyeye ve îmânın hakîkatlerine hüccetleri, delilleri gösteriyor..."(4)

Meselenin bir de şu ciheti var:

Bizler, Nur'un hakikatlerini muhtaç gönüllere ulaştırmaya çalışırken, evvela bu hakikatleri nefsimize ders verecek ve ruhumuza mal edeceğiz ki, sözlerimiz muhatapların akıl ve kalplerinde ma’kes bulabilsin. Kendimizi ihtiyaçtan müstağni görerek, karşımızdakine bir nasihat havası içinde yapacağımız derslerin fazla bir faydası olmaz.

"Kâinatın uzak çöllerine gidip Sâni'in isbatına deliller toplamaya ihtiyaç yoktur."

Sâni’, “yapan, san’atını icra eden” demektir. Biz de kâinat da Allah’ın sanatıyız. Sâniin varlığını ve birliğini biz de gösteririz, kâinat da. Bunlarda birincisine enfüsî, ikincisine ise afakî deniliyor. Bu eserin bir “İ’lem”inde “enfüsî tefekkürün tafsilatlı, afakî tefekkürün ise icmalî” olması gerektiği ehemmiyetle nazara verilir.

Burada da aynı mâna esas alınmıştır. İnsan enfüsî tefekkürle, yani kendi varlığını iyi düşünmek ve değerlendirmekle birçok marifet dersi alabilir. Enfüsî tefekkür denilince, hem ruh âlemimizi hem de bedenimizi birlikte düşünmek gerekir. Bunun dışındakiler, yani topraktan, sudan, güneşe, aya, yıldızlara kadar yapacağımız tefekkürler ise afakî tefekkürdür.

"Bir kulübecik hükmünde bulunan içerisinde oturduğun cisim kafesine bak! Senin o kulübenin duvarlarına asılan icad silsilelerinden, hilkatin mu'cizelerinden ve hârika san'atlarından, kulübeden harice uzatılan ihtiyaç ellerinden ve pencerelerinden yükselen 'Ah!, Oh!' ve enînler lisan-ı haliyle istenilen yardımlarından anlaşılır ki, o kulübeyi müştemilâtıyla beraber yaratan Hâlık'ın o âh u enînleri işitir, şefkat ve merhamete gelir, hacat ve âmâlin ne varsa taht-ı taahhüde alır."(5)

“İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cem’iyetli meyvesi” olduğundan, içinde yaşadığımız bu âlemle çok yakın alâkası vardır. Bir meyveyi ikiye bölüp bu iki parçadan her birini ayrı bir zatın yarattığını söylemek mümkün olmadığı gibi, onun ağacını da ikiye bölüp ayrı yaratıcılara isnat etmek aklen kabil değildir.

Aynı durum, insanla kâinat arasında da geçerlidir. Ne insanın organlarını birbirinden ayırabiliriz, ne kâinatın sistemlerini. Bir organ kimin san’atı ise, bütün beden de onun mülkü ve eseridir. Aynı şekilde bir element yahut bir yıldız kimin mülkü ve san’atı ise bütün kâinat da O’nundur.

İnsan kendi nefsini nazar-ı tefekküre tabi tuttuğunda, her bir organında, ayrı bir san’at mucizesi görecek, sonra bunlar arasındaki yardımlaşmaya bakarak tümünün insan mahiyetine hizmet etmek üzere en mükemmel şekilde terbiye edildiğini düşünecek, daha sonra tefekkürünü daha da genişletmek üzere cisim kafesinden dış âleme nazar edecektir. O zaman görecektir ki, insan müstakil bir varlık olmayıp kâinatla bir cihette iç içedir. Ayakları yer çekimiyle arza bağlandığı gibi, ciğerleri sürekli olarak havayla temas halindedir. Gözleri güneşten gelen ışıkla yolunu görmekte; midesi, bütün bir kâinatın iş birliğiyle yaratılan rızıklarla beslenmektedir.

İşte cisim kafesinden yahut kulübesinden yükselen bu ihtiyaç taleplerini o cismi yaratan Sâni’, bütün bir kâinatla karşılamaktadır.

Yukarıda sözünü ettiğimiz İ’lem’de Üstad'ın şöyle bir ikazı da var:

“Âfakî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. İçine dalma, boğulursun.”(6)

Biz saçımızın, kaşımızın, gözümüzün ve kulağımızın yaratılış hikmetlerini çok zahir bir şekilde gördüğümüz ve bildiğimiz gibi, kalbimizin, ciğerlerimizin, böbreğimizin ve diğer bütün iç organlarımızın da vazifelerini ve faydalarını ilmen biliriz.

Ama dış âlemde, bizimle pek alâkaları görünmeyen varlıkların, meselâ yıldızların, galaksilerin hikmetlerini aynı kolaylıkla idrak edemeyiz. Dış âlemde cereyan eden hâdiselerin hikmetlerine de çoğu zaman akıl erdiremeyiz. Bunların tamamını bilmeye kalkışmak, dipsiz denize dalmaya benzer. İnsan aklı bu güce sahip değildir.

İnsan bedeninin yüz trilyon hücreden meydana geldiği söyleniyor. Bu hücreleri yaratan, onları ilim ve hikmetiyle bir araya getirip organlar teşekkül ettiren, her organa yapacağı vazifeye en uygun sûreti veren Allah’a iman eden kimse, kendini bu mu’cizeler diyarında misafir olarak görür, malikiyet davası gütmez.

Aksi halde insan, bütün ihtiyaçlarını kendi ilim ve iradesiyle görmek, bütün düşmanlarından yine kendi güç ve kuvvetiyle kurtulmak gibi pek elim elemlerle karşı karşıya kalır.

"Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatını yerine getiremezsin. Öyleyse, beyhude ıztıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Mâlik hem Kadîr'dir, hem Rahîm'dir. Kudretine istinad et; rahmetini itham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul."(7)

Dipnotlar:

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Katre.
(2) bk. Buhârî, ilim, 10; Ebû Dâvud, İlim, 1; İbn Mâce, Mukaddime, 17.
(3) bk. Buhari, İman 13.
(4) bk. Hizmet Rehberi (Hutbe-i Şamiye'den)
(5) bk. Mesnevi-i Nuriye, Katre.
(6) bk. age., Habbe, Zeylü'z-Zeyl.
(7) bk. Mektubat, Yirminci Mektup, Birinci Makam.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 4.871
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...