"Hem madem, denizin balığa nisbeti gibi, ervaha muvafık olan âlem-i gayb ve âlem-i mana ervahlarla dolu olmak iktiza eder." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Hiç balık görmemiş bir insan düşünelim. Suyun nice insanları boğduğunu bilen ve gören bu adama; suyun canlılarla kaynaştığını söyleseniz bunu aklına sığıştıramaz. Zira denizi karaya nisbet eder, denizdeki canlıları da ormandaki ceylanlara benzetir, onları hayalen suya sokar ve boğar; böylece suda hayat olamayacağına hükmeder.
Kokuşmuş bir et parçasını bile canlılarla kaynaştıran Cenab-ı Hakk’ın, bu muhteşem deryaları hayat sahipleriyle mutlaka şenlendireceğini, ancak onların hayatının karadakilere benzemeyeceğini düşünen insan, hakikati bulur. Aksi halde bütün balıklar dünyasının varlığını inkâr etmekle, büyük bir cehalete düşmüş olur.
Aynı cehalet misali; meleklerin inkârında da sergilenmektedir. Yıldızların ve görmediğimiz nice âlemlerin nurani varlıklarla şenlendiğini söylediğinizde, onların havasız, susuz bir ortamda yaşamalarını aklına sığıştıramaz ve inkâra sapar. Hiç düşünmez ki, kendi varlığında beden ve ruh olmak üzere iki âlem birlikte hüküm sürmektedir ve bunlardan birincisi gıdalarla beslendiği, hava ve su ile yaşadığı halde, ikincisinin bunların hiçbirine ihtiyacı yoktur. Yani, ne akıl ne hafıza ne de hayal; ekmekle, su ile hava ile beslenmezler; bunlara hiç muhtaç olmadan varlıklarını devam ettirirler.
Şu insan bedeninde maddi organlar yanında, manevi kalp, akıl, hayal, hafıza, sevgi, korku, endişe, merak, merhamet gibi sayısız hisler ve duygular yerleştiren Cenab-ı Hak, şu görünen âlemin iç yüzünde ve ötesinde de nice ruhani ve manevi âlemler yaratabilir. Nitekim yaratmış ve semavi kitaplarıyla onların varlığını bildirmiş ve gayba imanın bir şubesi olan meleklere iman hususunda da insanları bir imtihana tabi tutmuştur.
"Elhasıl, madem ehl-i hikmetle ehl-i din ve ashab-ı akıl ve nakil manen ittifak etmişler ki mevcudat, şu âlem-i şehadete münhasır değildir. Hem madem zahir olan âlem-i şehadet, camid ve teşekkül-ü ervaha nâmuvafık olduğu halde bu kadar zîruhlarla tezyin edilmiş. Elbette, vücud ona münhasır değildir. Belki daha çok tabakat-ı vücud vardır ki âlem-i şehadet onlara nisbeten münakkaş bir perdedir. Hem madem denizin balığa nisbeti gibi ervaha muvafık olan âlem-i gayb ve âlem-i mana, ervahlar ile dolu olmak iktiza eder. Hem madem bütün emirler, mana-yı melaikenin vücuduna şehadet ederler."
"Elbette bilâ-şek velâ şüphe, melaike vücutlarının ve ruhani hakikatlerinin en güzel sureti ve ukûl-ü selime kabul edecek ve istihsan edecek en makul keyfiyeti odur ki Kur’an, şerh ve beyan etmiştir. O Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan der ki: 'Melaike, ibad-ı mükerremdir. Emre muhalefet etmezler. Ne emrolunsa onu yaparlar. Melaike, ecsam-ı latîfe-i nuraniyedirler. Muhtelif nevilere münkasımdırlar.'"(1)
Burada varlık âlemlerinin, sekeneler ile doldurulmasının hakikatine işaret ediliyor. Denizler, deryalar ve nehirler bir âlem, içindeki sayısız balıklar ve sair mahluklar onların sakinleridir. Toprak bir âlem, bitkiler ve hayvanlar da onun sakinleridir. Hava bir âlem, kuşlar ve sinekler onun sakinleridir. Ve her varlık âleminin sakinleri bu âlemin şartlarına ve yapısına göre yaratılmıştır. Suyun içindeki balığa kanat yerine süzgeç verilmiş, havada uçan kuşa süzgeç yerine kanat verilmiş. Bütün bunlar gösteriyor ki, her varlık âleminin kendine mahsus ve o âlemin şartlarına münasip sakinleri vardır.
Varlık ve sakinleri sadece bizim şu dünyamıza ve şartlarına mahsus kılınmamıştır. Allah’ın mülkü geniş olmasından, varlığın nevileri de çoktur. Her âlemin de kendine mahsus seyircisi ve sakinleri vardır. Gaybî ve mana âlemlerinin de kendine mahsus sakinleri vardır ki, Kur’an bunları "melekler ve ruhaniler" şeklinde tasvir etmiştir.
İşte bilinenden bilinmeyene intikal etmek bu şekilde olur. Biz denizdeki emirlere yani; kanunlara ve işleyişlere, topraktaki hükümlere, havadaki icraatlara bakarak bilmediğimiz ve görmediğimiz nice âlemlerin de bunun gibi sakinleri olduğuna intikal ediyoruz. Yani; bilinen âlemde işleyen umumî kanunun ucu belki esası o bilinmeyen âlemlerde de tecellî ediyor.
1) bk. Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, Birinci Maksat.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü