"Tenteneli Perde" ne demektir?

Soru Detayı

- Meleklerle münasebeti nasıldır?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Bu hadsiz tereşşuhat ve lemeat gösteriyor ki, şu âlem-i maddîyat ve şehadet ise, âlem-i melekût ve ervah üstünde serpilmiş tenteneli bir perdedir."(1)

Bu cümlede iki ayrı teşbih yapılmış bulunuyor:

“Tereşşuhat” ifadesiyle; “âlem-i melekût ve ervah” bir denize benzetilmiş, şu görünen âlemdeki bütün canlılar o âlemden haber veren birer damla, birer reşha olmuşlardır. Reşha, damladan daha küçüktür; Türkçe karşılığı damlacık veya sıçrantı olabilir.

Lemeat; ifadesiyle “âlem-i melekût ve ervah” bir Güneş'e benzetilmiş, bütün canlılar o Güneş'ten haber veren, onun nurunu gösteren birer parıltı gibi olmuştur.

“Tenteneli perde” ifadesi, hakikatlerin az bir dikkatle anlaşılabileceği mesajını vermektedir. Normal ve düz bir perde, biraz da kalınsa arkasındaki şeyleri göstermez. Ama aralarında çok sayıda küçük boşluklar bulunan bir tül perde biraz dikkat edildiğinde arkasındaki mekânları gösterir.

Meselâ; ne Ggüneş'te, ne Ay'da, ne de havada hayat bulunmadığına göre, bu canlı mahlûkata hayat nimetinin ancak Cenab-ı Hak tarafından ihsan edildiği az bir dikkatle anlaşılır.

Nur Külliyatı’nda eşyanın yaratılmasının kendi kendine olmayacağı, sebeplere ve tabiata verilemeyeceği konusunda çok mükemmel ve ikna edici dersler vardır. Bu derslerin her biriyle o tenteneli perdelerin arkasındaki hakikatler açıkça ortaya konulmuştur. Sadece bir misâl vermekle yetineceğiz:

“Nimete bakıldığı zaman Mün’im, san’ata bakıldığı zaman Sâni, esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i Hakikî zihne ve fikre gelmelidir."(2)

Bir meyveyi düşünelim: Onun nimet olması, ona muhtaç canlıların bulunmasıyla ve meyvenin de o canlıların ihtiyaçlarını yerine getirmesiyle tahakkuk eder. Canlılar olmasa, bir meyve sadece İlâhî bir sanat eseri olarak kalır, nimet olmaz, rızık olmaz.

O meyve ağacının insanları tanımadığı, meyveye olan ihtiyaçlarını bilmediği ve o meyveyi kendi ilim ve iradesiyle yapmadığı az bir düşünmeyle hemen anlaşılır. O halde, meyve ağacı, ondan çıkan meyvelerin Sanii, yani yapıcısı, ustası değildir. Zira kendisi de yapılmıştır. Onun yapılması ayrı bir sanat, ondan meyvelerin süzülmesi de yine bir başka sanattır. Her iki sanatın da Sanii; ancak Güneş'ten, sudan, toprağa kadar nice eşyayı o ağacın imdadına gönderen ve insanları o meyve ile nimetlendiren Cenab-ı Hak’tır.

Üstat Hazretleri tabiatın tarifinde sıraladığı bir dizi hakikatten birinde de “Kanundur, kudret değildir, kadir olamaz.” buyurur.

Ne cansız elementler, ne de kanunlar bu hayata menşe olabilirler. Meselâ, bahar bir kanundur, onun gelmesiyle yeryüzü çiçeklerle donanır, ama bu çiçekleri yapan ve onlara hayat veren bahar değildir. Bahar, Allah’ın adetullah kanunlarından birine unvan olmuştur. Kendisinin hariçte müstakil bir varlığı yoktur.

Şu görünen âlemin tümü de melekler ve ruhaniler âlemi önünde tenteneli bir perde gibidir. Yaprağın hareketinde rüzgârı seyreden ve canlıların hareketlerinde ruhları keşfeden bir akıl, şu görünen âlemden de melekleri seyredebilir.

“Hem madem, denizin balığa nisbeti gibi, ervâha muvafık olan âlem-i gayb ve âlem-i mânâ ervahlarla dolu olmak iktiza eder."(3)

Hiç balık görmemiş bir insan düşünelim. Suyun nice insanları boğduğunu bilen ve gören bu adama; suyun canlılarla kaynaştığını söyleseniz aklına sığıştıramaz. Zira denizi karaya nisbet eder, denizdeki canlıları da ormandaki ceylanlara benzetir, onları hayalen suya sokar ve boğar; böylece suda hayat olamayacağına hükmeder. Kokuşmuş bir et parçasını bile canlılarla kaynaştıran Cenab-ı Hakk’ın, bu muhteşem deryaları hayat sahipleriyle mutlaka şenlendireceğini, ancak onların hayatının karadakilere benzemeyeceğini düşünen insan, hakikati bulur. Aksi halde bütün balıklar dünyasının varlığını inkâr etmekle, büyük bir cehalete düşmüş olur.

Aynı cehalet örneği; meleklerin inkârında da sergilenmektedir. Yıldızların ve görmediğimiz nice âlemlerin nuranî varlıklarla şenlendiğini söylediğinizde, onların havasız, susuz bir ortamda yaşamalarını aklına sığıştıramaz ve inkâra sapar. Hiç düşünmez ki, kendi varlığında beden ve ruh olmak üzere iki ayrı âlem birlikte hüküm sürmektedir ve bunlardan birincisi gıdalarla beslendiği, hava ve su ile yaşadığı halde, ikincisinin bunların hiçbirine ihtiyacı yoktur. Yani, ne akıl, ne hafıza, ne de hayal; ekmek ile su ile hava ile beslenmezler; bunlara hiç muhtaç olmadan varlıklarını devam ettirirler. Şu insan bedeninde maddî organlar yanında, nice duygular ve latifeler yaratan Cenab-ı Hak, şu görünen âlemin iç yüzünde ve ötesinde de nice ruhanî ve manevî âlemler yaratabilir. Nitekim yaratmış ve semavî kitaplarıyla onların varlığını bildirmiş ve gayba imanın bir şubesi olan meleklere inanma hususunda da insanları bir imtihana tabi tutmuştur.

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz.
(2) bk. Mesnevî-i Nuriye, Katre.
(3) bk. Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
T
Okunma sayısı : 1.405
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...