"Hem madem gözümüzle görüyoruz ve aklımızla anlıyoruz ki; insan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi, ve hakikat-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi, ve kâinat Kur'ân'ının âyet-i kübrası,.." İzah?
Değerli Kardeşimiz;
"Hem madem gözümüzle görüyoruz ve aklımızla anlıyoruz ki; İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi,.."
Kainatı bir ağaç gibi hayal edersek, insan bu ağacın ucunda duran en cemiyetli yani ağacın bütün özelliklerini üzerinde toplayan mükemmel bir meyvesidir. Kainat küçülse insan olur, insan büyütülse kainat olur. İnsanın bedeni adeta kainat gibi mükemmel bir mahiyete sahiptir. İnsanın bedenindeki hücre ve zerreler kainatın yıldızları, kanlar ve sıvılar, deniz ve okyanuslar, kıllar ve saçlar nebatat ve bitkiler, kemikler dağ ve taşlar gibidir. İnsan mikro kainat, evren ise makro kainattır. Kainatın bütününde azametli bulunan unsur ve elementler, insan vücudunda mütevazı ve özet şeklinde bulunur. Ve insanın manevi duygu ve cihazları kainatı ihata edecek kadar geniş ve hassastır. Mesela elli gramlık dili ile yeryüzündeki bütün tat ve lezzetleri tadabiliyor.
"Ve hakikat-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi,.."(1)
Hazreti Peygamber (asm) insan-ı kamil olması ciheti ile hem kainatın en güzel ve en büyük meyvesi hem de kainat ağacının çekirdeğidir. Çünkü ilk yaratılan onun nurudur ve her şey onun nurundan yaratılmıştır. Allah kainatı yaratmazdan evvel hiçbir şey yoktu, sadece Allah vardı. Allah ilk olarak Peygamber Efendimiz (asm)'in mübarek nurunu yarattı. Bu nurdan da diğer mahlukatı yarattı.
Bu, hadiste şu şekilde ifade ediliyor:
"Allah`ın yarattığı şeylerin ilki benim ruhumdur."(2)
Yüce Allah daha sonra da o nurdan alemleri yarattı, bütün mükevvenatı da o nur ile donattı.
Yine bu konu ile ilgili olarak Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:
" Ben yaratılış bakımından peygamberlerin ilki olduğum halde, onların hepsinden sonra gönderildim."(3)
"Eğer o âlem-i kebir bir şecere tahayyül edilirse, nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur."(4)
Nasıl ağaç bir çekirdekten çıkıp en sonunda yine meyvede tekrar çekirdek şeklinde toplanıyorsa, kainat ağacının ilk çekirdeği Hazreti Peygamber Efendimiz (asm)'in nuru olduğu gibi, bu ağacın en mükemmel ve son meyvesi yine onun ibadet ve kulluğudur. Evet yukarıdaki hadislerde de ifade edildiği gibi, ilk yaratılan madde Peygamber Efendimiz (asm)'in nurudur ve bütün kevniyat ise bu nurdan icat edilmiştir. Bu noktadan Peygamber Efendimiz (asm)'in nuru kainat ağacına bir çekirdeklik vazifesini görmüş. Aynı kainat ağacının en mükemmel meyve ve neticesi yine Peygamber Efendimiz (asm)'in ubudiyeti ve kulluğu olmuştur.
"Madde-i aciniye"nin kelime anlamı, hamur gibi yoğrulmuş cisim demektir ki Allah Peygamber Efendimiz (asm)'in nurunu kainata ve kevniyata bir maya, bir öz, bir genetik şifre mesabesinde icat etmiş ve sonra bu öz ve şifreyi belli hikmet dalgaları şeklinde faslederek açmıştır. Çekirdeğin açılıp içinden ağacın çıkması gibi aciniye denilen maddenin içinden de kainat ağacı çıkmıştır. Bu madde-i aciniyenin keyfiyet ve kemiyetinin ne olduğunu bilmemiz mümkün değildir.
"Ve kâinat Kur'ân'ının âyet-i kübrası,.."
Bütün kainat içindeki eşya ile birlikte Allah’ın sanatı ve eseridir ve onu isim ve sıfatları ile bize tanıtıyor. Lakin kainatın dilini ve mesajını insanoğlu soyut aklı ile okuyup anlayamıyor. Bu dili ve mesajı tercüme edip insanlığa ders ve talim ettirecek büyük bir muallime ihtiyaç var ki Hazreti Peygamber (asm) bu kainat okulunun baş muallimi anlamında ayet-i kübrası yani büyük ayetidir.
Evet, insanlığı küfür ve şirk karanlığından tevhidin aydınlığına çıkaran en büyük tevhit delili Hazreti Peygamber (asm)'dir. Bize Allah’ı isim ve sıfatları ile tarif eden en büyük muarrif Hazreti Peygamber (asm)'dir.
"Ve İsm-i Âzamı taşıyan âyetü'l-kürsîsi,.."
İnsan potansiyel ve kuvve olarak ism-i a'zama mazhardır. Özellikle Peygamber Efendimiz (asm) ve onun izinden giden diğer peygamberler ve evliyalar makamlarına göre ism-i a'zama mazhar olmuşlardır. Peygamber Efendimiz mahlukat içinde bütün isimleri en azam makamda gösteren ve ism-i azama tam manası ile mazhar olan en mümtaz ve müstesna bir mazhar-ı azamdır. Peygamber Efendimiz (asm) Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını üzerinde en üst seviye ve perdeden gösteren mücella ve dev bir aynadır. Kürsi ifadesi bu makamın yani ism-i a'zamı üzerinde gösterenlerin en üstünü en yükseği anlamını taşıyor.
"Ve kâinat sarayının en mükerrem misafiri,.."
Kainat Allah’ın insanları davet ettiği bir saray ve bu davetliler içinde Allah’ın en mükerrem en mümtaz en ağır misafiri Hazreti Peygamber Efendimiz (asm)'dir. Bunun en güzel ve açık ifadesi ona "Habibim" nişanesini vermesidir.
"Ve o saraydaki sair sekenelerde tasarrufa mezun en faal memuru,.."
Hazreti Peygamber Efendimiz (asm) yaratılmışlar üzerinde tasarrufa izinli ve en yetkili ve bu hususta en etkili ve faal bir vazifeli memurdur. O insanların ve cinlerin peygamberi olduğu gibi, semada da meleklerin gıpta ile baktığı en mümtaz ve en seçkin bir nebidir. Miraç bunun en bariz kanıtıdır.
"Ve kâinat şehrinin zemin mahallesinin bahçesinde ve tarlasında, varidat ve sarfiyatına ve zer' ve ekilmesine nezarete memur,.."
Allah’ın kainat şehrinde mükemmel bir terbiye ve idaresi olduğu gibi, bu kainat şehrinin içinde bir mahalle olan yer yüzünde de mükemmel bir terbiye ve idaresi bulunuyor. Yani kainat ve dünya Allah’ın isim ve sıfatlarını sergilediği mükemmel bir sergi salonudur. Ve bu sergi salonunun en keskin ve takdir edici seyircileri insanlardır; insanlar içinde de peygamberlerdir, peygamberler içinde de Hazreti Peygamber Efendimiz (asm)'dir. Yani kainat ve dünya da sergilenen ilahi isimlerin en büyük nezaretçisi Hazreti Peygamber Efendimiz (asm)'dir.
"Ve yüzer fenler ve binler san'atlarla teçhiz edilmiş en gürültülü ve mes'uliyetli nâzırı, Ve kâinat ülkesinin arz memleketinde, Padişah-ı Ezel ve Ebedin gayet dikkat altında bir müfettişi, bir nevi halife-i arzı,.."
"Biz insanı en mükemmel surette yarattık." (Tin, 95/4)
"O değil mi seni yaratan, bütün vücud sistemini düzenleyen ve sana dengeli bir hilkat veren." (İnfitar, 82/7)
"Kesin inanmak isteyenler için yeryüzünde birçok deliller vardır. Bizzat kendi varlıklarınızda da böyle deliller vardır. Hâla görmeyecek misiniz?" (Zariyat, 51/20-22)
”Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, 'Âdem’e secde edin!' diye emrettik. İblis’in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı.” (A’râf, 7/11)
“Ben yerlere ve göklere sığmadım, ancak mü’min kulumun kalbine sığdım."(5)
Bütün bu ayet ve hadislerin ışığında meseleye bakarsak, insanın kainata halife ve kalbinin de ne kadar geniş ve ihatalı olduğunu anlarız. Evet insan kâinatın misalı musağğarıdır. İnsanı büyütseniz kâinat, kâinatı küçültseniz insan olur. Mesela yeryüzündeki ağaçlar insandaki kıllara; toprak tabakası, kılların altında bulunan deriye; taşlar kayalıklar derinin altında bulunan kemiklere; yeryüzünde mevcut olan çeşit çeşit sular, insanda bulunan muhtelif sulara; (kan , göz yaşı ağız suyu gibi), yine yeryüzündeki mağaralar insandaki kulak ve burun deliklerine işaret ediyor olabilir.
İnsanın mahiyetindeki bütün latife ve duyguların hepsi Allah’ın bir isminin tecelli ve nakışlarıdır. Bu latife ve duyguların dışında insanın maddi ve manevi kalıplarındaki her bir cihaz ve organlarda Allah’ın isim ve sıfatlarının birer tecelli ve nakışlarıdır.
İnsandaki bu duygu ve cihazların her birisinin kendine mahsus tevhit ve şirki olduğu gibi, her birisinin de Allah’ı tanıma ve zikretme şekilleri de başka başkadır.
Mesela insan göz penceresi ile görüntü alemini seyreder. Kulak penceresi ile alem-i mesmuat denilen sesler alamini işitir ve o alemden istifade eder. Burun ile alem-i şemime yani kokular alemine açılır...
Aynı şekilde bu alemlere açılan duygular tevhit namına işler ise, yani Allah hesabına o nimetlerden faydalanırsa, o zaman o duygular bir nevi o vazifeyi ifa etmekle ibadet etmiş oluyorlar. Yine insandaki bu duygular küfür ve şirkin hakim olduğu bir nazar hesabına çalışıyor ise, bu seferde küfür ve şirk hesabına çalışmış oluyorlar.
Kalp, sevgi ve muhabbet alemine açılan geniş ve cami bir penceredir. Allah’ın cemal ve kemalini kabul edip onunla coşan duygu kalptir. Şayet Allah ile coşmayıp yabani şeyler ve masiva ile coşar ise, bu kalbin gaflet ve şirki olur. Özetle kalbin zikri Allah sevgisi olduğu gibi şirki de masiva sevgisidir.
Akıl, kainatın arka planında işleyen ince ve latif manaları görüp onları açığa çıkaran bir vasıtadır. Yani mana aleminin bir anahtarı bir rehberi konumundadır. Şayet akıl tevhid namına işlerse kainatın yüksek ve ali bir mütefekkiri olur. Yok şirk hesabına işler ise bu seferde küfür ve karanlığın bir vasıtası haline dönüşür. Tefekkür aklın zikri iken felsefe yapmakta aklın şirki ve dalaletidir.
Ruh, alem-i ervaha açılan nurani ve latif bir duygudur. İnsan ruh penceresi ile ruhani alemler ile irtibat kurar. Şayet ruh iman hesabına işlerse o zaman bütün duygu ve hislerin efendisi ve aynı zamanda onların elektriği hükmüne geçer. Yok şirk ve küfür hesabına işler ise bu kez de imansızlık ve şirk hesabına duygulara elektrik olur.
Vicdan, manevi alemlerin esası ve haritası konumundadır. Hakikatlerin uçlarının temerküz ettiği cami bir aynadır. Hem ahlaki değerlerin hem de doğruluğun ana üssü gibidir. İnsan yanılsa bile vicdan yanılmaz. Şayet bu duygu küfür ve gaflet ile kokuşursa, bu kez aynı vicdan karanlık ve küfür hesabına şahitlik eder, onun namına işler. İşte insandaki her bir his ve duygunun iman ve küfür hesabına çalışması onlar adına hareket etmesi gayet mümkündür; çalıştığı şeyin hesabına göre hüküm alıyorlar. Bu hasse ve duygular iman hesabına çalıştıkları zaman tevhitte ve ibadette olurlar küfür hesabına çalıştıkları zaman şirkte ve dalalette olurlar.
Peygamber Efendimiz (asm) insan-ı kamil olduğu için, insana verilmiş kabiliyet ve duyguların en azamı ve en mükemmeli onda toplanmıştır. Ve o hem de insanların en mesuliyetlisidir.
"Ve cüz'î ve küllî harekâtı kaydedilen bir mutasarrıfı,.."
İnsanın küçük büyük cüzi külli her hareketi kaydedildiği gibi, kainatın manevi mutasarrıfı olan Hazreti Peygamber Efendimizin (asm) de her hareketi kaydediliyor.
"Ve semâ ve arz ve cibâlin kaldırmasından çekindikleri emanet-i kübrâyı omuzuna alan,
Ve önüne iki acip yol açılan, bir yolda zîhayatın en bedbahtı ve diğerinde en bahtiyarı,
Çok geniş bir ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî,.."
"Emanet-i kübra" insanın geniş mahiyeti ve Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını tartıp tadacak kabiliyet ve duygular ile mücehhez olmasına kinayedir. Evet insanda ki ene, zahiri ve batini duygular, kalp, vicdan, ruh, akıl ve latifeler öyle bir emanettir ki bütün kainatı kuşatıyor ve Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını tartıp tadıyor.
Mesela insanın simasındaki göz Allah’ın basar sıfatının bir tecellisidir, kulak sem sıfatının bir yansımasıdır, konuşma mahalli olan dil kelam sıfatının bir cilvesidir, yüzdeki tasvir ve çizim Musavvir isminin, hayata lazım olan rızkın gönderilmesi ve bedenin ve bedende çalışan hücrelerin beslenmesi Rezzak isminin nakışları ve tecellileridir. Bu isimler gibi Allah’ın bütün isimleri insan mahiyetinde nakış suretinde tecelli edip cilvesini göstermiştir. Bu nakışların ve tecellilerin hepsi kaynakları hükmünde olan isimlere açılan birer pencereler hükmündedir. İnsan bu pencereler vasıtası ile Allah’ın isim ve sıfatlarına intikal ederler.
İnsan, hem nakışlar vasıtası ile Allah’ın isimlerini okumak ve anlamak ile mükellef hem de bu isimlerin hüküm ve gereklerini hayatına aksettirmek yolu ile izhar ve ilan etmekle mükelleftir. Mesela, Allah kainatta Adl isminin hükmü ve gereği olan adalet ile iş görüyor ve bu hükmü kainatın her noktasında tatbik ve tecelli ettiriyor. Bizde aynı tecelli ve hükmü yani adilane hareket etmeyi hayatımıza ve işlerimize tatbik edip ilan etmekle sorumluyuz. İşte bu hükmü hayatıma tatbik edince bir çeşit Şahid-i Ezeli'nin nazar-ı şuhud ve işhadına o isim ve sıfatları sunmuş oluyorum. Diğer isimleri de buna kıyas edebiliriz.
Hazreti Peygamber Efendimiz (asm) bu emaneti hakkı ile taşıyıp hakkı ile arz-ı ubudiyet eden en mümtaz en mükerrem bir kuldur.
"Ve Kâinat Sultanının İsm-i Âzamına mazhar ve bütün esmâsına en câmi bir aynası, ve hitabât-ı Sübhâniyesine ve konuşmalarına en anlayışlı bir muhatab-ı hassı,.."
Peygamber Efendimiz (asm), mahlukat içinde bütün isimleri en azam makamda gösteren ve ismi azama tam manası ile mazhar olan en mümtaz ve müstesna bir mazhar-ı azamdır. Peygamber Efendimiz Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını üzerinde en üst seviye ve perdeden gösteren mücella ve dev bir aynadır. Aynı zamanda Allah’a hem muhatap hem de onun mesajlarını anlayıp ibadet ile karşılık verebilen mükemmel bir kuldur. Tabiri caiz ise bir usta bir sanat icra etse ve bu sanat ustanın her arzu ve mesajını yerine getirip ustaya tam bir muhatap olsa, usta bu sanatından gayet memnun olur. Aynı şekilde Hazreti Peygamber Efendimiz (asm) de Allah’ın böyle mükemmel ve külli bir sanatıdır.
"Ve kâinatın zîhayatları içinde en ziyade ihtiyaçlısı, Ve hadsiz fakrıyla ve acziyle beraber hadsiz maksatları ve arzuları ve nihayetsiz düşmanları ve onu inciten zararlı şeyleri bulunan bir biçare zîhayatı,.."
İnsan fıtraten nihayetsiz aciz ve fakirdir. Bu nihayetsiz acizlik ve fakirlik boşluğunu ancak nihayetsiz bir kudret ve zenginlik doldurabilir ki bu sıfatlarda ancak ve ancak Allah’ta vardır. Öyle ise insan benlik ve gurur davasını bırakıp, Allah’a aczi ve fakrı ile sığınmalı, onun sonsuz kudret ve zenginliğine iltica etmelidir ki ibadetin özü ve hakikati de bundan ibarettir.
Allah, insanı bu dünyaya ibadet ve kulluk için göndermiştir. Yoksa benlik ve gurur yapsın, kasıntı ile "ben şunu yaptım, ben şöyleyim, ben böyleyim" demek için insan yaratılmamıştır. İnsanın hakikati ile her şeyin dizgininin ve terbiyesinin Allah’ın kudret elinde olduğunu anlaması ve buna tam bir acziyet ile teslim olması, ancak iman ve ibadet ile mümkündür. Bunun dışındaki inanç ve ideolojiler bu kıvamı yakalayamaz. Tam aksine bu inanç ve ideolojiler insanı kendini beğenmiş ve acz ve fakrını unutmuş bencil bir firavun şekline dönüştürüyorlar.
İnsanın Allah’a yaklaşmakta ve onu razı etmekteki en önemli donanımı, fıtratındaki nihayetsiz acizlik ve fakirliğidir. İnsan bu nihayetsiz acizliği ile nihayetsiz kudrete köprü atar yine nihayetsiz fakrı ile de nihayetsiz zenginlik ile irtibat kurar o zaman o nihayetsiz kudret ve gına insanın nihayetsiz acizlik ve fakirliğine tam bir merhem ve tam bir ilaç olur. Nasıl bebeğin çaresiz ve zayıf hali anne ve babasını ona hizmetçi yapıyor ise, aynı şekilde insanda nihayetsiz acizliği ve fakirliği ile Allah’ın nihayetsiz kudret ve zenginliğini kendine cezp ediyor ve onun nazarında nazlı bir bebek gibi oluyor. İşte insan kibir ve benlik davası yerine bu acz ve fakr kanalını işletse her şey ona itaatkar olur her şey ona ihsan edilir.
Hazreti Peygamber (asm) her hususta olduğu gibi bu hususta da yani acizliğini ve fakirliğini anlayıp aciz ve fakir olmayan Allah’a iltica etme konusunda da insanlığa rehber ve örnek olmuştur.
Bütün bunlar olurken, dünyanın dört bir yanından gelen ganimet ve hediyeler O’nun ayaklarının altına seriliyordu. Fakat O, şahsı adına bunların bir zerresinden bile istifadeyi düşünmüyor, gelenlerin hepsini ashâbına dağıtıyordu. O’nun bu tavrı; bütün bir hayat boyu hiç mi hiç değişmemişti. Daha ne diyeyim, Mekke fethinde başını o kadar eğmişti ki, arşa değen baş, orada semerin ka’şına değecek kadar eğilmişti...
Sa’d b. Muâz (ra) gelirken, yanındakilere: “Efendiniz için ayağa kalkın” diyordu. Halbuki sahâbe ne zaman O’nu görse ve ayağa kalksa: “Acemler gibi ayağa kalkmayın.” hitabıyla karşılık veriyordu.
Mi’rac esnasında bütün peygamberlere imam olmuş ve onlara namaz kıldırmıştı. Ancak bu mazhariyet, O’nu yine değiştirmemiş ve: “Beni, Musa b. İmran’a (as) tafdîl etmeyin.” demişti. Ve bir başka seferinde de: “Beni, Yunus b. Mettâ’ya (as) tafdîl etmeyin.” diyecekti...
Evet, bir ömür boyu âhenk ve tavırlarını değiştirmeyen tek bir insan, tek bir lider vardır; o da hiç şüphesiz, Hz. Muhammed Mustafa’dır (asm).
"Ve istidatça en zengini,.."
Hazreti Peygamber (asm) yaratılış ve kabiliyet zenginliği bakımından insanların en zengini en haşmetlisi idi.
"Ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi ve lezzetleri dehşetli elemlerle âlûde,.."
Hazreti Peygamber (asm) dünya imtihanında en çok sıkıntı ve meşakkate maruz kalan bir insandı. Normal bir insanın takat getiremeyeceği kadar ağır bir yükün altında idi, ama buna rağmen mükemmel bir şakir, mükemmel bir abiddir.
"Ve bekaya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâyık ve müstehak ve devamı ve saadet-i ebediyeyi hadsiz dualarla isteyen ve yalvaran ve bütün dünya lezzetleri ona verilse, onun bekaya karşı arzusunu tatmin etmeyen,.."
Ayrılık acısından gelen feryat ve inlemeler insanın yaratılış bakımından bekaya yani sonsuz yaşamaya nasıl aşk derecesinde müptela olduğunu gösteriyor. Evet, insan sonsuzluğa aşık ve ona ekmek ve su gibi muhtaç bir fıtrattadır. Bu yüzden ölüm ve ayrılıklar insanın ruhuna ve kalbine elim bir azap ve kor ateş gibi düşüyor.
İnsandaki bu aşk-ı beka duygusu, sanki mükemmel bir akıl ve mana gibi ebedi alemin vücuduna delil ve burhan oluyor. Yani bu duygunun izlerini takip eden birisi ebedi yurt olan cennet ve cehennemi bulabilir. Her şeyi hikmetle donatan ve hikmetini kati olarak ispat eden Allah, aşk-ı beka duygusunu verip onun mukabili olan ebed yurdunu vermemesi hikmetsizlik olacağı için, bu duygu şuurlu bir şekilde bekaya delil oluyor ve ebedi alemlere işaret ve beşaret ediyor. Evet ölüm ayrılık ve hicran değil bekaya ve dostlara kavuşmaktır.
Hazreti Peygamber (asm)'in fıtratı en kamil bir fıtrat olmasından dolayı, onun bekaya olan aşkı ve şiddeti bütün insanlarınkinden daha fazla idi. Öyle ise, Peygamber Efendimizdeki bu aşk-ı beka duygusu bir dua, Allah’ın cennet ve cehennemi buna mukabil yaratması ise bu duaya bir icabettir. Diğer insanların duası onun bu büyük duasına bir katık gibidir.
"Ve ona ihsanlar eden Zâtı perestiş derecesinde seven ve sevdiren ve sevilen çok hârika bir mu'cize-i kudret-i Samedâniye ve bir acûbe-i hilkat,.."(6)
Allah habibine karşı çok büyük ihsan ve ikramlarda bulunmuş. Habibi de bu ihsan ve ikramlara mukabil mükemmel bir aşk ile Allah’ı hem sevmiş hem de getirdiği hidayet nuru ile diğer insanları sevdirmiş. Yani yaratan memnun yaratılan memnun, tam bir mütekabiliyet esası hükmetmiş ve ediyor inşallah.
Dipnotlar:
(1) bk. Şualar, On Birinci Şua, Yedinci Mesele.
(2) bk. K.Hafâ. 1, 309, 311.
(3) bk. Taberi, Ahzab Suresi 7. ayet tefsiri
(4) bk. Mesnevî-i Nuriye, Habbe.
(5) bk. Aclunî, 2/195.
(6) bk. Şualar, On Birinci Şua, Yedinci Mesele.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Değerli ağabeyler; bu özellikler sadece Peygamberimize (asm) has değil, bütün insanlara ait özelliklerdir. Neden Efendimize (asm) özel yazılmış?
Değerli Kardeşimiz;
Peygamber Efendimizdeki üstün vasıflar diğer insanlarda hiç yok demekle bu üstün vasıflar diğer insanlarda da tecelli etmişler ama en parlak ve en üst perdeden onda tecelli etmiş demek arasında çok fark var.
Mesela insanların en cesuru Peygamber Efendimizdi dediğimizde bundan haşa Hazreti Ali korkaktı diye bir anlam çıkarmak yanlış olur. Hazreti Ali de cesurdu ama cesaretin en üstünde Peygamber Efendimiz bulunuyordu.
Savaş kızıştığında, bazen sahabenin onun gölgesine sığındıkları tarihi belgelerle sabit bir gerçektir. Bunu Hz. Ali (ra) gibi sahabenin en cesur bir kahramanı söylüyor: “Bedir savaşı esnasında (öyle anlar oluyordu ki) biz Resulullah’ın arkasına sığınıyorduk. Düşmana en yakın yerde duruyordu. O gün insanların en güçlüsü/kahramanı oydu.” (Mecmau’z-Zevaid, 9/12)
İnsani değerlerin en yüksek ve en parlak bir şekilde görüldüğü yegâne şahsiyet Peygamber Efendimizdir. Ama bu değerler sırası ile diğer Peygamberlerde, salih insanlarda da görülmüştür.
Peygamber Efendimiz insanlığı ve insani değerleri temsil etme ve üzerinde en parlak bir şekilde gösterme bakımından biriciktir kimse ona denk değildir.
Selam ve dua ile...