"Hem mânevî i'câzındaki ulviyet-i üslûp ise tercümeye gelmez. Mânevî i'câzında olan ulviyet-i üslûp cihetinden gelen zevk ve hakikati beyan ve ifham etmek pek müşkül." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Kur'ân-ı Hakîmin hakikî tercümesi kabil olmadığını Yirmi Beşinci Söz ispat etmiştir. Hem mânevî i'câzındaki ulviyet-i üslûp ise tercümeye gelmez. Mânevî i'câzında olan ulviyet-i üslûp cihetinden gelen zevk ve hakikati beyan ve ifham etmek pek müşkül. Fakat yolu göstermek için bir iki cihete işaret edeceğiz." (1)

Kur’an mu’cizeler deryasıdır. Onda mu’cizelerin her türlüsü mevcuttur. Bu mu’cizelerden bazıları vardır ki Üstad Hazretleri onlara; “Mânevî i'câzında olan ulviyet-i üslûb” diyor. Bu tarz mu’cizeler ancak zevk edilebilir, tarif ve tercümesi çok müşküldür diyor; ama aynı bahiste bazı misaller de veriyor. Balı hiç tatmamış birine, onu tarif ile anlatmak hakikaten çok zordur.

"Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da Onun âyetlerindendir." (Rum, 30/22)

"Gökler Onun kudret elinde dürülmüştür." (Zümer, 39/67)

"O sizi, annelerinizin karnında, üç karanlık içinde, bir yaratılıştan diğerine çevirerek yaratıyor." (Zümer, 39/6)

"Gökleri ve yeri altı günde yarattı." (A'râf, 7/54)

"Zerre kadar bir şey bile Ondan uzak kalamaz." (Sebe', 34/3)

"Allah, kişi ile kalbi arasına girer." (Enfâl, 8/24)

"O geceyi gündüze, gündüzü de geceye geçirir. Gönüllerde saklı olanı hakkıyla bilen de Odur." (Hadîd, 57/6)

Bu ayetlerde üstün ve yüce bir üslup var. Bu üslup mu’cize seviyesindedir; ama bizim bunu meal ya da tercümesinden görmemiz ve anlamamız mümkün değildir. Üstad Hazretleri bu ayetler hakkında devamla şu ifadeleri kullanıyor ki, bir nebze bu mu’cizeyi bize tattırıyor:

"Sani-i Âlem olan şu kâinatın ustası, iş başında olarak şems ve kameri hangi çekiçle yerlerine çakıyorsa, aynı çekiçle, aynı anda zerreleri yerlerine, meselâ zîhayatların gözbebeklerinde yerleştiriyor. Semâvâtı hangi ölçüyle, hangi mânevî âletle tertip edip açıyorsa, aynı anda, aynı tertiple gözün perdelerini açar, yapar, tanzim eder, yerleştirir. Hem Sâni-i Zülcelâl, mânevî kudretin hangi mânevî çekiciyle yıldızları göklere çakıyorsa, aynı o mânevî çekiçle, beşerin simasındaki hadsiz alâmet-i farika noktalarını ve zâhirî ve bâtınî duygularını yerlerine nakşediyor."

"Demek, o Sâni-i Zülcelâl, iş başında işlerini hem göze, hem kulağa göstermek için, âyât-ı Kur'âniye ile, bir çekici zerreye vuruyor; aynı âyetin diğer kelimesiyle, o çekici şemse vuruyor, merkezine çakar gibi ulvî üslûpla vahdâniyeti ayn-ı ehadiyet içinde ve nihayet celâli nihayet cemal içinde ve nihayet azameti nihayet hafâ içinde ve nihayet vüs'ati nihayet dikkat içinde ve nihayet haşmeti nihayet rahmet içinde ve nihayet bu'diyeti nihayet kurbiyet içinde gösterir. Muhal telâkki edilen cem-i ezdâdın en uzak mertebesini, vâcip derecesindeki bir suretini ifade eder, ispat edip gösterir."

"İşte bu tarz ifadesi ve üslûbudur ki, en harika edipleri, belâgatine secde ettiriyor." (2)

Dipnotlar:

(1) bk. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup.
(2) bk. a.g.e.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...