"Hem zeval ve firak, memat ve vefat ve darağacı olan mürur-u zaman, o iman tılsımı ile Sâni-i Zülcelâlin taze taze, renk renk, çeşit çeşit mucizât-ı nakşını, …" Devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"...Hem zevâl ve firak, memat ve vefat ve darağacı olan mürur-u zaman, o iman tılsımı ile, Sâni-i Zülcelâlin taze taze, renk renk, çeşit çeşit mucizât-ı nakşını, havârık-ı kudretini, tecelliyât-ı rahmetini kemâl-i lezzetle seyir ve temâşâya vasıta suretini alır."(1)

Zeval ve firakın, ölüm ve vefatın şu mahlûklara musallat olmasının üç sebebi burada beyan edilmiştir:

1. Sani-i Zülcelâl olan Allah Teâlâ’nın çeşit çeşit ve renk renk olan nakşının mu’cizelerini göstermek,

2. Kudretinin hârikalarını göstermek,

3. Rahmetinin tecelliyatını göstermek.

İşte bu üç sebepten dolayı, bir mahlûk yaratılır ve bazen üç beş gün veya üç beş saat bu âlemde kalır ve sonra ölür, yerine yenisi yaratılır. Meselâ, bir bahçede açan güller bir iki haftada solar ve yerine yenileri açar. Bu sayede seyir ve temaşanın lezzeti artar. Zira sahnelerin değişmesi lezzetin artmasına bir sebeptir. İnsan bir tabloyu birkaç dakika ancak seyredebilirken, bir filmi birkaç saat seyredebilir. Bunun sebebi, filmde sahnelerin devamlı değişmesi ve kişinin bir sahne ile ünsiyet etmemesidir.

Bu sırdan dolayı Cenâb-ı Hak da âdeta her gün bir âlemi öldürür ve yeni bir âlemi yaratır. Bu âlemi devamlı doldurur ve boşaltır. Bu sayede nakşının mucizelerini, kudretinin harikalarını ve rahmetinin tecelliyatını farklı tarzlarda, taze taze, renk renk ve çeşit çeşit gösterir. Ehl-i nazarı, ibrete ve hayretle seyre davet eder.

İman gözü ile bakıldığı zaman, eşyanın zaman içinde akıp gitmesi ve ölmesi, yokluk ve mutlak bir ayrılmak değil, Allah’ın isim ve sıfatlarının değişik nakışlarının sergilenmesi için bir harekettir. Yani zaman bir darağacı, eşya da orada asılıp yokluk kuyusuna atılan zavallılar değildirler. Tam aksine, onlar zaman şeridi üstünde mânasını gösterdikten sonra arkada bekleyenlere yer açmak için ebedî âleme seyahat eden bahtiyar mahlûklardır.

“Nasıl ki, güneşe karşı cereyan eden bir nehrin yüzünde kabarcıklar parlar, gider. Gelenler aynı parlamayı gösterip, taife taife arkasında parlayıp, sönüp gider. Bu sönmek, parlamak vaziyetiyle, yüksek, daimî bir güneşin devamına delâlet ederler. Öyle de şu mevcudat-ı seyyaredeki hayat ve mevtin değişmeleri ve münavebeleri, bir Hayy-ı Bâkînin bekà ve devamına şehadet ederler."

"Evet, şu mevcudat, âyinelerdir. Fakat zulmet nura âyine olduğu gibi, hem karanlık ne derece şiddetliyse o derece nurun parlamasını gösterdiği gibi, çok cihetlerle zıddiyet noktasında âyinedarlık ederler.”(2)

Öyle ise zaman şeridindeki harekete ve eşyanın o şeritte kaybolmasına ebedî bir yok olmak ve sonsuz bir ayrılmak olarak bakılamaz.

İman öyle bir iksir ki, bu iksiri içen, her hâdisenin sırrını çözer ve mahlûkatın nereden gelip nereye gideceğini görebilir. Ama küfür ve inkâr bu mânaları göstermediği için, kâfirin nazarında zaman bir darağacı, ölen canlılar da onda asılan zavallı ve bahtsız varlıklar hükmündedir.

İşte, iman ile küfür arasında böyle azim bir bakış farkı vardır. İman ehli, zaman şeridindeki manzaraların değişmesinden zevk ve lezzet alır, kâfir ise eşyanın kaybolmasından dolayı hüzne ve kedere kapılır.

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, Yedinci Söz.
(2) bk. Mektubat, Yirminci Mektup, İkinci Makam.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...