"Hizmet" ne demektir, "İman hizmeti" nasıl yapılmalı?
- Farklı grupların farklı çalışmaları aynı kategoride mi tasnif ediliyor?
Değerli Kardeşimiz;
Lügat manâsı olarak, "hizmet", birinin işini görme. Bir kimsenin hesabına veya menfâatına iş görme, bu suretle yapılan iş, vazife ve memuriyet gibi manalara gelmektedir.
Dinî literâtürde "hizmet" karşılığı: Allah'ın dininin yücelmesi adına ortaya konan her türlü maddî ve manevî cehd, gayret, mücadele ve çalışma, olarak ifâde edilebilir.
İman hakikatlerini muhtaç gönüllere ulaştırma, bu yolda çalışma, cehd etme ve gayret göstermeye “iman hizmeti” denir. İmana hizmet yolunda her çeşit gayret ve çaba, hizmet dairesindedir.
"Hizmet" mutlak bir kavram olduğu için, yani belli bir kalıbı ve şekli olmadığı için, "şu şekilde olursa olur, şu şekilde olmazsa olmaz", demek doğru değildir.
Bir yazar kitapları ile hizmet eder, bir öğretmen öğretmenliği ile hizmet eder, bir esnaf malı ve parası ile hizmet eder vs. Yani her insan kendi sahası, mesleği, gücü ve imkânı dairesinde iman hizmetinde bulunur. Zaten "iman hizmeti" müşterek bir çalışmadır ve şahs-ı manevidir.
Numan ibni Beşir radıyallahuanhümadan rivayet edildiğine göre, Rasülullah saîlallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Mü'minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar." (1)
İnsanların idrak ve anlayış seviyesi muhteliftir. Kimisi sadece sohbet dinlemeye gelir, kimisi ise hem dinler hem anlatır, kimisi de sohbet ortamlarını organize eder. İnsanların hepsini bir kalıp içine sokmak mümkün değildir. Ya da bir kalıbı esas alıp; “bundan başka hizmet olmaz” demek doğru değildir. Her meşrebin kendine mahsus bir hizmet anlayışı vardır, onlara saygı duymak gerekir. Mühim olan ortak payda olan imana hizmet etmektir. Hizmetin şekil ve düsturlarının farklı ve muhtelif olması bu hizmete zarar vermez. Aksine bunlar birer zenginliktir.
Allah’ın isim ve sıfatlarının birbirinden farklı nihayetsiz tecellileri vardır. Eşyadaki ve mevcudattaki ihtilaf ve farklılıklar, isim ve sıfatların tecellisinden meydana gelmektedir. Böyle olunca, her bir insan şahsiyet açısından diğer insanlardan tamamen farklı bir mahiyete sahip oluyor. Bütün mahlûkat içinde insanın çok hususî bir mevkii vardır. Her bir insan duygu ve istidatları cihetiyle farklı bir âlemdir, kâinatın küçük bir misalidir. İnsanlardaki ihtilaf-ı istidat, ihtilaf-ı esmâdan geliyor.
İnsanların, fikirleri, görüşleri, meşreb ve meslekleri itibariyle farklılık arz etmelerinin ehemmiyetli bir sebebi de fıtratlarının farklı olmasıdır.
Şöyle ki: İnsanların simaları göz, kulak gibi aynı âzâlardan teşekkül ettiği hâlde hiçbir insanın diğerine benzememesi gibi, her bir insanın ruhu da kalb, akıl, hafıza gibi belli latifelere sahip olduğu hâlde hiçbir ruh, diğerinin aynı değildir. Hafızada, zekâda, hayalde, merhamette, şefkatte, cesaret ve korkuda, sanatta, ticarette her ruh, tabiri caizse, ayrı bir manevî dokuya sahiptir.
Bu farklı sermayelerin, ayrı sahalarda, farklı şekillerde ve değişik derecelerde sarf edilmeleri neticesinde, insanlar arasında değişik meslek ve meşrebler, farklı görüş ve kanaatler ortaya çıkmıştır.
Hizmetin ne olduğu, bizim için ne mana ifade ettiğine bağlıdır. Kendimize biçtiğimiz konum, nasıl ve ne kadar hizmet etmemizi belirler. Bu konum ise, risalelerde; talebe, kardeş ve dost olarak vasıflandırılmıştır. Bizim hedefimiz bunlardan hangisidir? Buna bakarak hizmetteki yerimizi tayin edebiliriz. Bu üç konum ve hizmet dereceleri Üstadımız tarafından ifade edilmiştir. Ona bakarak kendi konumumuzu belirleyebiliriz.
Yirmi Altıncı Mektup'ta şu ifadeleri dikkatinize sunuyoruz:
"ONUNCU MESELE"
(Ziyaretçilere ait bazı dostlar tarafından ihtar ile bir düstur izah edilmek istenilmiştir. Onun için yazılmıştır.)
"Malûm olsun ki, bizi ziyaret eden, ya hayat-ı dünyeviye cihetinde gelir; o kapı kapalıdır. Veya hayat-ı uhreviye cihetinde gelir. O cihette iki kapı var:"
"Ya şahsımı mübarek ve makam sahibi zannedip gelir. O kapı dahi kapalıdır. Çünkü ben kendimi beğenmiyorum; beni beğenenleri de beğenmiyorum. Cenâb-ı Hakka çok şükür, beni kendime beğendirmemiş."
"İkinci cihet, sırf Kur’ân-ı Hakîmin dellâlı olduğum cihetledir. Bu kapıdan girenleri ale’r-re’si ve’l-ayn kabul ediyorum. Onlar da üç tarzda olur: Ya dost olur, ya kardeş olur, ya talebe olur."
"Dostun hassası ve şartı budur ki: Kat’iyen Sözlere ve envâr-ı Kur’âniyeye dair olan hizmetimize ciddî taraftar olsun; ve haksızlığa ve bid’alara ve dalâlete kalben taraftar olmasın; kendine de istifadeye çalışsın."
"Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakikî olarak Sözlerin neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz namazını edâ etmek, yedi kebâiri işlememektir."
"Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözleri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin."
"İşte şu üç tabaka, benim üç şahsiyetimle alâkadardır:"
"Dost, benim şahsî ve zâtî şahsiyetimle münasebettar olur."
"Kardeş, abdiyetim ve ubûdiyet noktasındaki şahsiyetimle alâkadar olur."
"Talebe ise, Kur’ân-ı Hakîmin dellâlı cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetimle münasebettardır."
"Şu görüşmenin de üç meyvesi var:"
"Birincisi: Dellâllık itibarıyla mücevherât-ı Kur’âniyeyi benden veya Sözlerden ders almak -velev bir ders de olsa-."
"İkincisi: İbadet itibarıyla uhrevî kazancıma hissedar olur."
"Üçüncüsü: Beraber dergâh-ı İlâhiyeye müteveccih olup rapt-ı kalb ederek, Kur’ân-ı Hakîmin hizmetinde el ele verip tevfik ve hidayet istemek."
"Eğer talebe ise, her sabah mütemadiyen ismiyle, bazan hayaliyle dahi yanımda hazır olur, hissedar olur."
"Eğer kardeş ise, birkaç defa hususî ismiyle ve suretiyle dua ve kazancımda hazır olup hissedar olur. Sonra umum ihvanlar içinde dahil olup, rahmet-i İlâhiyeye teslim ediyorum ki, dua vaktinde 'ihvetî ve ihvânî' dediğim vakit onlar içinde bulunur. Ben bilmezsem, rahmet-i İlâhiye onları biliyor ve görüyor."
"Eğer dost ise ve ferâizi kılar ve kebâiri terk ederse, umumiyet-i ihvan itibarıyla duamda dahildir."
"Bu üç tabaka dahi beni mânevî dua ve kazançlarında dahil etmek şarttır."(2)
"Hizmet-i Kur'an ve iman" ifadeleri teyid için kullanılmış olabileceği gibi, aralarındaki fark dikkate alınarak da kullanılmış olabilir.
Hazreti Adem (as)'dan günümüze kadar gelen dava, iman davasıdır. Peygamber Efendimiz (asm)'dan sonra ise, iman davası ve Kur'an'ın ihtiva ettiği daha geniş ve daha cami bir dava vardır.
Kur'an, imanı ihtiva ettiği gibi, diğer taraftan da kendine has bir hukuk ve ibadet ile muamelatı da ihtiva etmektedir. Yani iman ve amel bütünlüğü. Hayatı bir bütünü ile kucaklayan bir davadır Kur'an davası. Ancak diğer semavi dinlerde bu bütünlük tam manası ile sağlanamamıştır. Bunda insanların seviyesi ve zamanın şartları mühim bir sebep olmuştur. Bütün insanlığa hitap eden ve âlemşümul olan Kur'an davası ise, bu bütünlüğü ortaya koymuş ve nice güzel misalleri ile hayata yansıtmıştır.
- "Tarikat" ve "Tasavvuf" ne demektir?
- "Ehl-i Hakikat" ile "Ehl-i ilim" ne demektir?
- "Ehl-i Keşif" ve "Ehl-i Tasavvuf" ne demektir?
Dipnotlar:
(1) bk. Buharî, Edeb 27; Müslim, Birr 66.
(2) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas, Onuncu Mesele.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü