"İkinci varta ve çare-i necat: Bu dahi iki meseledir." deniliyor, fakat ikinci mesele görünmüyor. Bilgi verir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Üstadımız Yedinci Şua'da Mukaddeme kısmında "İkinci varta ve çare-i necat" Bu dahi iki meseledir, dediği halde İkinci Mesele Latince Şualar eserine konulmamıştır. Fakat bu İkinci Mesele Osmanlıca Şualar eserinde mevcuttur. Olduğu gibi bu bahsi Latince olarak aşağıya alıyoruz:
İkinci mesele
İmanî meselelerin fevkalhad azametini çok kolay kabul ettirip, hattâ avâmın kalblerine güzelce yerleştiren çok azametli ve çok kuvvetli ve çok kesretli burhanları ve delilleri vardır. Meselâ, Yedinci Şuada göreceksin ki, bu kâinat bütün erkân ve tabakat ve envâ’ ve efrad ve müştemilâtıyla Vâcibü’l-Vücudun vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet eden bir daire-i zikir teşkil ederek, beraberce Lâ ilâhe illâllah derler.
Meselâ, nasıl ki küçük Hu, Hu, Hu’lerden mürekkep büyükçe Hu, Hu yazılır. Sonra bu Hu’lardan mürekkep çok büyük bir Hu olur.
Hem nasıl ki bir taburun hücumunda veya bir halka-i zikrin cezbesinde Allah Allah Allah derler ve onların seslerinden terekküp eden büyük ve cemaat sadâsıyla büyük bir tarzda Allah Allah kelimesi işitilir. Ve bunların seslerinden terekküp eden taburun sadâsı dahi büyük ve geniş bir telâffuzla Allah Allah Allah dediğini işittirebilir.
Aynen öyle de bu kâinatın her bir nev’i ve o nev’in fertleri ve o fertlerin âzâları, lisan-ı hal ile Lâ ilâhe illâllah derler. Birbiri içindeki büyük zikir daireleri misalimizdeki yalnız üç dört mertebe değil, belki üç yüz mertebeden geçer. Hem büyük ve küllî zikirleri yalnız küçük fertlerin zikirlerinden neş’et etmiyor, belki her bir büyük ve küllî mevcud, büyüklüğü nisbetinde bizzat zikreder, büyük bir şahıs gibi Lâ ilâhe illâ Hû der.
Hattâ, bu Yedinci Şuanın İkinci Makamında, on dokuz daireden altıncı bir daire olan eşcar ve nebatatın şehadetlerini Ramazan’da dinlerken, hayal gözüyle gördüm ki, ağaç ve nebatlardan her birinin yaprak ve çiçek ve meyveleri kendilerine mahsus lisanlarıyla Lâ ilâhe illâ Hû dedikleri gibi, ağaçların dahi kendi lisanıyla onları şahit göstererek daha yüksek bir Lâ ilâhe illâ Hû söylediğini ve umum ağaçların nev’i dahi kendi lisanıyla kelime-i şehadet getirdiğini hayalimle gördüm ve işittim desem, bir hayaldir denilmez. Belki o derece parlak bir hakikattir ki, hayali dahi kendine meftun edip hakikat hesabına çalıştırdı.
Ben kendi kendime namazın arkasında her bir Lâ ilâhe illâllah dedikçe, fikrim o dairelerden her birisinin büyük ve küllî ve en kuvvetli bir tarzda getirdiği şehadet kelimesini ve Lâ ilâhe illâllah tevhidini dinler, belki müşahede eder. Güya her bir dairenin, meselâ arzın şehadeti arz kadar kuvvetli ve büyük ve zahir bir surette hayale görünür. Onun için, bu Yedinci Şuada bişehadeti azameti… ilh. ve bimüşahedeti azameti ihatati… ilh. fıkraları çok tekrar ederler. Bu Şua gerçi Risale-i Münacat’a benziyor ve aynı tarzda gitmiş; fakat benim için bu Şua müşahedat suretinde ve aynelyakin tarzında göründüğünden, daha kuvvetli, daha yüksek, daha tatlı, daha nurludur. Bu Şuanın birinci ve ikinci makamları bu gelen âyet-i muazzama ve muhteşeme olan:
تسبح له السموات السبع والأرض ومن فيهن وإن من شيء إلا يسبح بحمده
hazinesinin haşmetli bir nüktesi ve geniş bir tefsiri ve Ramazan-ı Şerifin bir hediyesi, bir nuru ve çok benzediği Risale-i Münacat’ın ve o münacatın menbaı olan Münacat-ı Aleviyye ve onun menbaı olan Münacat-ı Cevşeniyye-i Ahmediyye (a.s.m.) ve onun menbaı olan
إن في خلق السموات والأرض
ilh.’nin ilhamî bir ziyası ve tevhidî bir feyzi olarak hem zikir, hem fikir suretinde zuhur eden aynı kelimat-ı Arabiyeyi Ramazan’ın şerefi ve bir hatırası için aynı mükerrer kelimeleri yazıyorum. Kim isterse, mükerrer kelimeler yerine “ve hâkezâ” deyip okuya ve yazabilir. Bu hediye-i Ramazaniye bende zikir ciheti ve zikir mânâsı fikre galebe ettiğinden, sair zikirler gibi aynı kelime tekrar ediliyor.
Hem umumun neticeleri bir tek burhan olduğundan ve burhanların vecihleri birbirine benzediğinden, cümleleri aynen tekrar edilmiş. Ve bu tekrar bana usanç vermiyordu. Çünkü her bir mertebede başka bir âlemin kapısı açılıyordu. Ve o mahsus mertebe-i burhaniyenin haricinde ve kâinatın yüzünde bulunan şehadetleri ve o şehadetlerin haricî meydanı hayalime görünüyordu. O halde değil usanç, belki gayet ulvî bir zevk-i imanî veriyordu. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanda zikir mânâsı ve tilâvet ciheti dahi bulunduğundan, gayet tatlı tekraratı belâgatine belâgat katmış, noksaniyet vermemiş.
Her neyse… On dokuz nurdan ve otuz üç mukaddeme ve mertebeden terekküp eden bir tek burhan olan bu Yedinci Şua kadar vücud-u Vâcibü’l-Vücud ve vahdaniyetin ispatında daha kuvvetli bir delil ve daha kat’î bir burhan tasavvur edilmez. Ve hiç bir hükmü ve hiçbir cümlesi ve hattâ hiçbir kaydı yoktur ki, Risale-i Nur’da ispat olunmamış olsun. Hususan Münacat ve İkinci Şua risalelerinde ve onun kat’iyeti ve kıymeti ve lezzeti için ben her ne vakit sıkılsam veya sıkıntıya düşsem veya yorgunluk ve usanç getirsem, bir kere mütefekkirane okusam, hiçbir sıkıntı ve usanç kalmaz.
Ma’nidar bir tevafuktur ki, namazın tesbihatında ve tesbihat gibi otuzüç defa tekrar ettiğim لآ إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ ’ın zikrinde otuzüç mertebe ayrı ayrı nurları gördüm. Sonra o mertebelerdeki isbat-ı vucud ile isbat-ı vahdaniyete baktım. Gördüm ki, isbat-ı vücud bürhanlarının adedi Risale-i Nur’da gayet ehemmiyetli bir aded olan ondokuz aded, hem ondokuz harfli ve ondokuz defa okunan İsm-i A’zam’ın tılsımlı rakamı olan ondokuz adedine tevafuk sırrıyla ondokuz âlemde tezahür etmiş. Ve İsm-i A’zam’ın mazharı olduğuna bir emare göstermiş. Ve isbat-ı vahdaniyet ise, bir defa Risale-i Nur’da gayet sırlı ve mübarek bir rakam olan onüç ve bir defa da ondört ve bir defa da ondokuz adediyle zahir oldu. Kasdım olmadan uzunlaşmış olan mukaddime nihayet buldu.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Âyetü'l-Kübra'nın otuz üç mertebesinin şematik olarak gösterimi ve izahını yapar mısınız?
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü