"Sani-i Zülcelal, cisim ve cismani olmadığı için, zaman ve mekân onu kayıt altına alamaz..." Üçüncü menba olan tecelli-i ehadiyeti izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Üçüncü menba olan tecelli-i ehadiyet: Yani, Sâni-i Zülcelâl, cisim ve cismanî olmadığı için, zaman ve mekân onu kayıt altına alamaz. Ve kevn ve mekân, onun şuhûduna ve huzuruna müdahale edemez. Ve vesait ve ecram, onun fiiline perde çekemez. Teveccühünde tecezzî ve inkısam olmaz. Bir şey bir şeye mâni olmaz. Hadsiz ef'âli, bir fiil gibi yapar." (Mektubat, 20. Mektup, İkinci Makam)
Allah’ın bir ismi Nur ve bütün esması nuranidir. Maddi eşya için söz konusu olan zaman, mekân, uzak, yakın gibi mefhumlar Cenab-ı Hak için söz konusu olamaz. O bütün zamanlarda, bütün varlıkları birlikte yaratır, sonsuz ve muhit sıfatlarıyla her şeyin yanında hazır ve nazırdır; bizzat her şeyi birlikte sevk ve idare eder.
"Teveccühünde tecezzî ve inkısam olmaz." Yani binler işe birlikte teveccüh edebilir ve kudretinde hiçbir azalma, bölünme, parçalanma olmaksızın her şeyi o sonsuz kudretiyle yaratır.
Teveccüh, burada, Allah’ın bütün mahlukatı ile teker teker alakadar olması ve her birinin tedbir ve idaresini görmesidir.
Üstad Hazretleri Mesnevi-i Nuriye’de "Vâcibü'l-vücud zatında, mahiyetinde mümkine benzemediği gibi ef'alinde de benzemiyor." (bk. Mesnevi-i Nuriye, Zerre) buyururlar. İnsan birkaç işi birlikte yapamaz. Zira, iradesi cüz’îdir, yani iradesi bir anda ancak bir şeye taalluk edebilir. İrade olmaksızın da kudret bir iş görmez; dolayısıyla insanın kudreti de iradesi gibi cüz’îdir; bir anda ancak bir şeye taalluk eder.
Yine insan bir yükü kaldırdığında onun için belli bir kuvvet sarf eder, yük arttıkça gücünde ve kuvvetinde azalma olur ve bir noktadan sonra artık yeni bir yükü yüklenemez hâle gelir. Bu ise onun kudretinin sınırlı olmasından ve inkısam ettiğindendir. İnsan kudretinin inkısamı şu mânaya gelir: Bir insan hafif bir yüke kuvvetinin az bir kısmını sarf eder, ağır yüke ise daha çok kuvvet harcar.
Allah, büyük bir şeyi yarattığı zaman ona fazla bir kuvvet sarf etmediği gibi, küçük bir şeyi yarattığında da az bir kuvvet sarf etmez. Büyüğü de küçüğü de aynı sonsuz kudretiyle yaratır. Ancak, güneş her aynaya onun kabiliyetine göre ziya verdiği gibi, ilahi kudret de eşyanın mahiyetine göre az veya çok tecelli eder. Tecellinin azı ve çoğu, büyüğü ve küçüğü olur, ama onların kaynağı olan kudret için böyle bir şey düşünülemez, büyük-küçük fark etmez. Çiçeğe de aynı sonsuz kudretiyle teveccüh eder yıldıza da.
Ehadiyet, Allah’ın zatının bir olması demektir. Üstad Hazretleri Besmelenin İkinci Sırrında vahidiyetle ehadiyetin farkını güneş misaliyle bizlere ders veriyor. Mana olarak arz edelim:
Güneş'in ziyası, harareti ve yedi rengi mukabilindeki bütün eşyayı ihata etmiştir. Bu ihata vahidiyete misaldir. Allah’ın sonsuz kudreti ve sair sıfatları da bütün eşyayı ihata etmiştir.
Güneş'in her bir su katresini aydınlatması yanında o tecellilerde onun zatından bir cilvenin de bulunması ehadiyete misaldir. Güneş bütün eşyayı aydınlatırken bir su damlasına yahut küçük bir cam parçasına da tecelli eder, varlığını ve sıfatlarını onlarda da gösterir.
"Binlerle, milyonlarla ayineler nuruna mukàbil gelse, bir tek ayine gibi, inkısam etmeden, bizzat her birinde cilve-i misaliyesi bulunur."
İşte, Cenab-ı Hak da sonsuz sıfatlarıyla bütün mahlukat âlemini ihata etmekle birlikte her bir mahlukuna da bizzat hususi bir teveccühü vardır. Her bir mahlukuna da kuvvet verir, hayat verir, suret verir, ziynet verir, görme ve işitme verir. Tabiri caizse her bir varlığıyla husisi alakadar olur. Rezzak ismini misal alalım: Allah, Rezzak ismini, mesela bir kuşta tecelli ettirmekle onu rızıklandırdığı gibi bütün canlıları da rızıklandırır. Birincisi ehadiyete, ikincisi vahidiyete misaldir.
Kelam sıfatından da bir misal verelim. Cenab-ı Hak bu sıfatıyla bütün meleklere ilham ettiği gibi, Hz. Cebrail’e de hitap eder ve onunla peygamberlere vahiy gönderir. Bütün meleklerle konuşması vahidiyet cihetiyle, Hz. Cebrail ile husisi kelam etmesi ise ehadiyet cihetiyledir. Kudrette tecezzi olmadığı gibi, bu kelamlarda da tecezzi ve inkısam söz konusu değildir. Yani güneşin her parlak şeyde birlikte görünmesi ve hepsini beraberce aydınlatması, ısıtması gibi Cenab-ı Hak da meleklerin ve nuranî kalplerin tümüyle birlikte kelam edebilir. İnsanların konuşmalarında olduğu gibi bir inkısam, bir sıra söz konusu değildir.
Hülasa olarak bu Menba’da şu hakikat ders veriliyor:
Cenab-ı Hak mekândan münezzeh olmakla birlikte ilmiyle, kudretiyle ve sair esma ve sıfatlarıyla her varlığın yanındadır. O, her varlığın yanında olunca bütün varlıkların bütün işlerini birlikte ve sonsuz bir kolaylıkla görür.
"... Onun içindir ki bir çekirdekte koca bir ağacı manen dercettiği gibi bir âlemi bir tek fertte dercedebilir. Bütün âlem, bir tek fert gibi dest-i kudretinde çevrilir..." (Mektubat, Yirminci Mektup, İkinci Makam.)
Allah, koca bir ağacın bütün plan ve programını küçük bir çekirdeğe yerleştiriyor ise, aynı şekilde koca bir âlemi bir tek şahısta cem edip yerleştirebilir.
Bunun en güzel misali insandır. İnsan bütün âleme bir enmuzec ve numunedir. Üstad Hazretlerinin ifadesiyle; "Âlemde ne varsa numunesi insanda vardır."
İnsanın bu kâinatın bir misal-i musağğarı, yani küçük bir mis"li olduğu Nur’larda sıkça nazara verilir.
Hafızasının levh-i mahfuzdan, hayalinin âlem-i misalden, kemiklerinin taşlardan, etlerinin topraktan, vücudunda akan çeşitli suların ırmaklardan haber verdiği ifade edilir.
"Evet, nasıl ki insanın anasırları kâinatın unsurlarından ve kemikleri taş ve kayalarından ve saçları nebat ve eşcârından ve bedeninde cereyan eden kan ve gözünden, kulağından, burnundan ve ağzından akan ayrı ayrı suları arzın çeşmelerinden ve madeni sularından haber veriyorlar, delalet edip onlara işaret ediyorlar. Aynen öyle de insanın ruhu âlem-i ervahtan ve hafızaları Levh-i Mahfuzdan ve kuvve-i hayaliyeleri âlem-i misalden ve hakeza her bir cihazı bir âlemden haber veriyorlar ve onların vücutlarına kati şehadet ederler." (Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Altıncı Nükte, Haşiye.)
İnsanın mahiyetine yerleştirilen her bir duygu, latife, his ve cihazat, Allah’ın isim ve sıfatına açılan birer pencere olduğu gibi, bütün âlemlerin de küçük bir misali hükmündedir. İnsan bu duygu ve cihazlar penceresi ile o isimleri ve o âlemleri seyreder, bilir ve tartar.
"Nasıl ki nuraniyet itibarıyla bir derece kayıtsız olan güneşin timsali her bir cilalı, parlak şeyde temessül eder. Binlerle, milyonlarla ayineler nuruna mukabil gelse, birtek ayine gibi, inkısam etmeden, bizzat her birinde cilve-i misaliyesi bulunur. Eğer ayinenin istidadı olsa, Güneş, azametiyle onda asarını gösterebilir. Bir şey bir şeye mâni olamaz. Binler, bir gibi ve binler yere bir yer gibi kolay girer. Her bir yer, binler yer kadar o güneşin cilvesine mazhar olur." (Mektubat, Yirminci Mektup, İkinci Makam.)
Bilindiği gibi, Allah’ın bir ismi Nur’dur ve bütün esmâsı nuranîdir. Üstad Hazretleri Güneş için “Nur isminin kesif bir zılali” ifadesini kullanıyor. Nur isminin koyu ve katı bir gölgesi hükmünde olan Güneş, bütün aynalarda aynı anda tecelli ederse, İlâhî isimlerin eşyada çok kolay tecelli ettiği, bir tecellinin diğerine mâni olmadığı bozulmamış bütün kalpler kabul eder.
Güneş bir zerreye verdiği feyzi, bütün zemin yüzüne de aynı kolaylıkla verebilmektedir. Bu harika misâli bütün ilahi isimler için tatbik edebiliriz. Mesela, Rezzak ismi bir nurdur, her bir rızık ise o nurdan bir lem’a gibidir. Cenâb-ı Hak bu isminin tecellisiyle, bir sineği, bir böceği rızıklandırdığı gibi, aynı kolaylıkla zemin yüzündeki bütün canlıları ve her bir canlının da bütün hücrelerini rızıklandırmaktadır.
Güneş'in maddesi kayıtlıdır ve bize ulaşmaz; ama ışığı kayıtsızdır. İşte o kayıtsız nur gözbebeğimize ulaşır, onda aksini gösterir; görmemizi temin eder. Biz parmağımızı gözümüze sokamadığımıza göre, güneş, ışığıyla bize bizden daha yakın demektir. İlahi sıfatların da hücrelerimize, atomlarımıza kadar icraat yapması cihetiyle Allah bize bizden daha yakındır.
Yani, bir tek şahıs, kendisi cüz’î bir fert olduğu halde farklı aynalar yoluyla küllileşir, bir anda çok işler görebilir. Bunun günümüzde en açık misali televizyon programlarıdır. Orada konuşan bir tek şahıstır, her ekran bir ayna kabul edilirse, o konuşma milyonlarca farklı mekânda, farklı kişilerce seyredildiğinde, o şahıs sanki külliyet kazanmış, milyonlarca şahsa birlikte hitap etmiştir.
Üstad Hazretleri 16. Söz’de; “bir tek zatın, muhtelif aynalar vasıtasıyla külliyet kazanmasına” güneşi misal olarak veriyor. Güneş tek bir varlıktır ama, şeffaf şeylerdeki tecellileri sayılamayacak kadar çoktur. Yeryüzünü akisleriyle doldurur. Denizlerden, damlalardan, bütün gözlere kadar sayısız eşyada tecelli eder; onlar üzerinde iş görür.
Buna bitkiler âlemini de kattığımızda, güneş bir anda birbirinden ayrı sonsuz denecek kadar çok işi birlikte görmektedir.
Allah’ın sema ordusundan bir nefer olup Nur isminin kesif bir gölgesine mazhar olan Güneş, bir anda bu kadar farklı icraatları karıştırmadan, yorulmadan, büyük-küçük fark etmeden,…, yaparsa elbette onu yaratan Allah’ın bu varlık âlemindeki icraatları son derece kolay olur, bir iş bir işe mâni olmaz, büyük-küçük, yakın-uzak farkı söz konusu değildir.
Güneş'in sıfatları hükmünde olan ışığı, harareti ve renkleri bütün eşyayı ihata ettiği gibi, Cenâb-ı Hakk’ın da sonsuz ve muhit olan sıfatları bütün mahlukatı kuşatmıştır.
Şimdi güneşin insan gibi akıllı ve şuurlu olduğunu farz edelim ve ışığındaki yedi rengi ilim, irade, kudret, görme, işitme, hayat ve kelam olarak hayal edelim. Güneş o zaman ne kadar tecelli ettiği bütün eşya ile aynı anda hem konuşur hem onları işitir hem onları görür hem onları irade ve kudreti ile sevk ve idare edebilir.
Allah’ın ilim, irade, kudret, basar, sem, hayat ve kelam sıfatları sonsuz olduğu için, her bir mahluk yanında hazır ve nazırdır. Sıfatların sonsuzluğu, bir eşyanın yanında olması diğer eşya yanında olmasına engel olmadığına bir delil oluyor. Çünkü sonsuz sıfatlarda derece ve makam olmaz, bu yüzden sonsuz kudret ya da ilim karşısında bir şeyle her şey eşittir.
“Güneş'in timsali her bir cilalı, parlak şeyde temessül eder.” Ancak bu temessül o şeyin kabiliyetine göredir. Bir damla su da güneşin ışığını aksettirir, Ay da. Aralarında Ay ile o damla kadar fark vardır.
Allah’ın kudreti bir atom çekirdeğini de tanzim ve idare eder, Güneş sistemini de...
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü