"İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanların arza âit malûmat ve müsellemât-ı bedihiyatları, ülfete mebnîdir. Ülfet ise, cehl-i mürekkep üstüne serilmiş bir perdedir..." İ'lem'in tamamını izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
" İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanların arza âit malûmat ve müsellemât-ı bedihiyatları, ülfete mebnîdir. Ülfet ise, cehl-i mürekkep üstüne serilmiş bir perdedir. Hakikate bakılırsa, zannettikleri ilim, cehildir. Bu sırra binaendir ki, Kur’ân, âyetleriyle insanların nazarını melûfatları olan şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler gibi ülfet perdesini deler, atar. İnsanın kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havâriku’l-âdât mu’cizeleri o âdiyat içerisinde gösterir."(1)
"İnsanların arza ait malûmat ve müsellemat-ı bedihiyatları ülfete mebnîdir. Ülfet ise, cehl-i mürekkeb üstüne serilmiş bir perdedir."
Bir şeyi bilmemek cehalettir. Bilmediğini bilmemek ise cehl-i mürekkebtir, kat kat cehalettir.
"Hakikate bakılırsa zannettikleri ilim, cehildir."
İnançsız ilim adamlarının kâinat hakkındaki bilgileri onları cehaletten kurtarmaz. Üstelik bu bilgisizlikleri cehl-i mürekkeb sınıfına girer. Zira hem eşya hakkında bilmeleri gereken hakiki ilimden mahrumdurlar hem de bunun farkında değildirler. Kendi sahalarında bir takım şeyler bilmeleri onları cehaletten kurtarmaz.
On İkinci Söz'de bunun çok harika bir izahı yapılıyor.
O Söz’de bir Kur’ân-ı Kerim misali veriliyor. Hülasa olarak arzedelim: Bir zat, elmasla, zümrütle, mercanla bir Kur’ân yazıyor. Mânaya göre cevher kullanıyor. Sonra onu bir Müslüman âlime ve ecnebi bir feylesofa gösteriyor. Müslüman âlim o Kur’ân-ı Kerim’e, önce güzel bir tefsir yazıyor. Daha sonra, ayetlerin yazıldıkları cevherler hakkında ilave bilgiler veriyor.
İkinci adam ise, elindeki kitabın Kur’ân-ı Kerim olduğunu bilmiyor. Sadece harflerde ve kelimelerde kullanılan cevherlerin fizikî ve kimyevî hususiyetleri hakkında bilgiler veriyor. O cevherlerin hangi bölgelerde bulunduğunu anlatıyor.
Bu adamın o cevherleri ve sıfatlarını bilmesi kendini cehaletten kurtarmaz. Zira, evvela, elindeki kitabın Allah kelamı olduğunu bilmesi ve ondaki ayetlerin mânalarını anlaması gerekir. Aksi halde ondan istifade edemez. Ayetlerin yazıldığı madenleri bilmesi, ona hiçbir fazilet kazandırmaz. Mesela, bir ayet-i kerime adaletin faziletinden bahsediyorsa, bu adam o ayeti okuyup, hükmüyle amel ederek âdil bir insan olmadığı takdirde, söz konusu ayetin yazıldığı cevherler hakkında ne bilirse bilsin, cehl-i mürekkebten kurtulamaz.
İşte, misalde geçen Kur’ân’ı, Allah kelamı olarak bilmeden ondaki cevherler hakkında bilgi sahibi olmak bir mâna ifade etmediği gibi, kudret kalemiyle yazılmış şu kâinat kitabını da Allah’ın eseri olarak tanımadan ondaki varlıklar hakkında bir şeyler bilmek insana bir fazilet, bir kemal kazandırmaz.
Kur’ân'ın ilk emri olan; “Yaratan Rabbinin adıyla oku! ...” (Alak Suresi, 96/1), insanın evvela kendisini ve kâinatı ilahî birer eser olarak değerlendirmesini emretmektedir. Meselâ, üzerinde oturduğumuz yerküreyi, Allah’ın bir misafirhanesi, isimlerinin tecelligâhı, insanların imtihan meydanı olarak gören insan, dünyada bir misafir gibi yaşar, hiçbir şeye aşırı derecede gönül bağlamaz. Allah’ın san’at mu’cizelerini ibretle tefekkür eder. İlahî emirler dairesinde bir ömür geçirir ve yasaklardan olanca hassasiyetiyle sakınır.
Dünyayı böylece okuyup değerlendirmeyen insanın, “dünyanın büyüklüğü, eğimi, kendi etrafında dönme sür’ati” gibi bilgileri, ona insanlık namına, fazilet namına, ahlâk namına, kemalât namına hiçbir şey kazandırmaz. Bu bilgiler, ancak bu eserleri Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının birer aynası olarak görmesi şartıyla, insana büyük bir tefekkür ufku açar. Aksi halde, insanın mes’uliyetini artırmaktan öteye geçmez. Zira, “...Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..” (Zümer Suresi, 39/9) ayet-i kerimesi, bilenlerin kıymeti yanında, mes’uliyetlerini de hatırlatmaktadır.
"Bu sırra binaendir ki, Kur’ân âyetleriyle insanların nazarını me’lufatları olan şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler gibi ülfet perdesini deler atar. İnsanın kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havariku’l-âdât mu'cizeleri o âdiyat içerisinde gösterir."
Kur’ân-ı Kerim, ülfet ettiğimiz şeylere ehemmiyetle dikkatimizi çeker. Semâların ve arzın terbiyesinden, insanın ana rahminde geçirdiği yolculuğa; devenin yaratılışından, arının ilhama mazhariyetine; gece ve gündüzden, insanların lisanlarına, renklerine kadar her şeye Allah namına baktırır.
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Şemme.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü