"Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın i’câz ve belâgatine dair Lemeat nâmındaki eserimde izah edilen bazı lem’aları dinleyeceksin..." Buradaki son beş maddeyi açar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"10. Bütün zaman ve mekânlarda gelip geçen insanlara tevcih-i kelâm ettiği halde, suhulet-i beyandan dolayı sanki muhatap birdir.
11. İrşadın gayelerine isal için tekrarları, tahkik ve takriri ifade eder. Maahaza, tekrarları halel vermez. İadesi, zevki izale etmez. Tekerrür ettikçe misk gibi kokar.
12. Kur’ân kalblere kuvvet ve gıdadır, ruhlara şifâdır. Gıdanın tekrarı, kuvveti arttırır. Tekrar etmekle daha melûf ve menus olduğundan lezzeti artar.
13. İnsan maddî hayatında, her anda havaya, her vakit suya, her zaman ve her gün gıdaya, her hafta ziyaya muhtaçtır. Bunların tekerrürü haddizatında tekerrür olmayıp, ihtiyaçların tekerrürü içindir. Kezâlik, insan, hayat-ı ruhiyesi cihetiyle Kur’ân’da zikredilen bütün nevilere muhtaçtır. Bazı nevilere her anda muhtaçtır: Hüvallah gibi. Çünkü ruh bununla nefes alıyor. Bazı nevilere her vakit, bazılarına her zaman muhtaçtır. İşte, hayat-ı kalbiyenin ihtiyaçlarına binaen, Kur’ân tekrarlar yapıyor. Meselâ, Bismillâh, hava-i nesîmî gibi kalbi ve ruhu tatmin ettiğinden, kesret-i ihtiyaca binaen Kur’ân’da çok tekrar edilmiştir.
14. Kıssa-i Mûsâ gibi bazı hâdisât-ı cüz’iyenin tekrarı, o hâdisenin büyük bir düsturu tazammun ettiğine işarettir.
Hülâsa: Kur’ân hem zikirdir, hem fikirdir, hem hikmettir, hem ilimdir, hem hakikattir, hem şeriattır, hem sadırlara şifa, mü’minlere hüdâ ve rahmettir."(1)
(10) “Bütün zaman ve mekânlarda gelip geçen insanlara tevcih-i kelâm ettiği halde, sühûlet-i beyandan dolayı sanki muhatab birdir.”
Kur’ân-ı Kerim, en birinci muhatabı olan Peygamber Efendimize (asm.) hitab ettiği gibi, ashâb-ı kirama, müçtehidlere, müceddidlere, farklı ilim dallarında mütehassıs olan âlimlere, yine farklı meşreb sahibi evliya ve asfiyaya da hitap etmektedir. Bu farklı grupların hepsinin ondan istifade edebilmeleri cihetiyle, “sanki muhatab birdir.”
Bir fennî malumatı meselâ matematik ilmini ilköğretim talebesinden, üniversite talebesine ve bu dalda doktora yapmış kişilere kadar birbirinden çok uzak gruplara birlikte anlatmak mümkün değildir. Bir grubun anlayabildiğini ondan bir aşağıdaki grup anlayamaz. Ama Kur’ân’ın irşadı bizim ilim öğretmemize hiç benzemez.
Güneş'in farklı aynalarda onların kabiliyetine göre tecelli etmesi bu hakikate güzel bir misaldir. Aynı Güneş, Ay’a da denize de bir çiçeğe de insanın gözüne de birlikte hitap etmekte, bunların her biri onun ışığından kendi kabiliyetine göre istifade etmektedir.
Kur’ân'dan, fen sahasındaki ilim adamları gibi avamdan bir insan da istifade etmekte, birlikte feyizlenmektedirler. Şu var ki, Kur’ân'ın iman ve ibâdete dair hükümleri açıkça beyan edildiği halde, kâinat kitabındaki ince ve derin meselelerde sarahatin yerini işaretler, remizler, imalar alır. İlim adamlarının gayretleri neticesinde Allah’ın ihsanı ve ilhamı ile bu ince meseleler keşfedildiğinde o işaretler sarahat derecesine gelir ve herkesi hayretler içinde bırakır.
Kur’ân'ın nazil olmasındaki esas gaye, kâinattaki fennî sırları beyan etmek değil, insanlara Allah’ı tanıttırmak ve O’na karşı vazifelerini öğretmektir.
“Kur'ân'ın vazife-i asliyesi daire-i Rubûbiyetin kemâlât ve şuûnâtını ve daire-i ubûdiyetin vezâif ve ahvâlini tâlim etmektir.”(2)
İnsanların önceleri hayal bile edemeyecekleri ve ancak istikbalde ortaya çıkacak harikalardan açıkça bahsetmek çoğu kişiyi şüpheye düşüreceği ve imanlarına zarar verebileceği için, Allah’ın rahmeti ve hikmeti bu gibi meselelerin sarahaten değil işaretlerle, remizlerle haber verilmesini gerektirmiştir.
(11) “İrşâdın gayelerine îsal için tekrarları tahkik ve takriri ifâde eder. Maahaza, tekrarları halel vermez. İâdesi, zevki izale etmez. Tekerrür ettikçe misk gibi kokar.”
Kur’ân'daki tekrarlar tahkik ve takrir için yani hakikati akıllara ve kalplere iyice yerleştirmek içindir. Bir başka risalede bunun “tesis” olduğu beyan edilir. Yâni, bir binayı yapan kişinin duvarları sıra sıra örmesi gibi, iman ve Kur’ân hakikatlerini akıllara, kalplere, bütün lâtifelere yerleştirmek için de tekrarlar yapılır.
(12) “Kur'ân kalblere kuvvet ve gıdâdır. Ruhlara şifâdır. Gıdânın tekrarı kuvveti artırır. Tekrar etmekle daha me'lûf ve me'nus olduğundan lezzeti artar.”
(13) “İnsan maddî hayatında; her anda havaya, her vakit suya, her zaman ve her gün gıdâya, her hafta ziyaya muhtaçtır. Bunların tekerrürü haddizâtında tekerrür olmayıp, ihtiyaçların tekerrürü içindir. Kezalik insan hayat-ı ruhiyesi cihetiyle Kur'ân’da zikredilen bütün nevilere muhtaçtır. Bazı nevilere her anda muhtaçtır “Hüvallah” gibi. Çünkü ruh bunun ile nefes alıyor. Bazı nevilere her vakit, bazılarına her zaman muhtaçtır. İşte hayat-ı kalbiyenin ihtiyaçlarına binaen Kur'ân tekrarlar yapıyor. Meselâ: “Bismillah”, hava-i nesîmî gibi kalbi ve ruhu tatmin ettiğinden kesret-i ihtiyaca binaen Kur'ân’da çok tekrar edilmiştir.”
“Hayat-ı kalbiyenin ihtiyaçlarına binaen Kur'ân tekrarlar yapıyor.”
Bedenimizin ihtiyaçları için nefes aldığımız, su içtiğimiz, yemek yiyip güneş ışığından faydalandığımız gibi, kalbimizin, aklımızın, sair bütün lâtifelerimizin de manevî gıdalarını almaları gerekir. Bu gıdaların başta geleni iman ve marifettir.
“Bazı nevilere her anda muhtaçtır “Hüvallah” gibi. Çünkü ruh bunun ile nefes alıyor.”
"Ruh bunun ile nefes alıyor" ifadesi, kalplerin ancak Allah’ı anmakla tatmin olduğunu beyan eden âyet-i kerimeyi hatırlatıyor. İnsan her an sonsuz denecek kadar maddî ve manevî nimetlerle beslendiği için, onun en büyük vazifesi ve en temel manevî gıdası her an Rabbini hatırlamasıdır. Bu hatırlama günde beş defa farz kılınmıştır. Bunu artırmanın yolu, nafile ibadetleri artırmaktır.
Ancak, cemiyet hayatı içinde bize yüklenen çeşitli mükellefiyetler böyle devamlı bir hatırlamaya imkân vermeyebilir. Fakat dünya işlerimizi görürken, İslâm’ın emir ve yasaklarını hatırlamamız, her işimizi Kur’ân eksenli olarak yapmaya çalışmamız bize Rabbimizi hatırlatan çok büyük bir vesiledir.
Bir diğer vesile ise yeme, içme, uyuma gibi bütün mübah işlerimizi sünnete uygun olarak icra etmeye çalışmamızdır.
“Meselâ, bir şeyi satın aldın; icâb ve kabul-ü şer'iyeyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alışverişin bir ibâdet hükmünü alır. O tahattur-u hükm-ü şer'î, bir tasavvur-u vahiy verir; o dahi, Şârii düşünmekle bir teveccüh-ü İlâhî verir; o dahi, bir huzur verir.”(3)
(14) “Kıssa-i Mûsâ gibi bazı hâdisat-ı cüz'iyenin tekrarı, o hâdisenin büyük bir düsturu tazammun ettiğine işârettir.”
Bu konuda Yirminci Söz’ün izahlarında geçen bazı kısımları aşağıda naklediyoruz:
Bir kısım hakikatlerin yahut kıssaların Kur’ân’da birkaç defa tekrar edilmesi, hakikatte tam bir hikmet olduğu halde, bazı kesimlerce kusur tevehhüm ediliyor.
Üstad Hazretleri Kur’ân’ın bir “zikir, duâ ve davet” kitabı olduğunu nazara vererek, bunlarda yapılan tekrarların hakikatte tekrar olmadığını ve müstahsen olduğunu hatırlatır.
“Hem Kur'ân, müessistir, bir Din-i Mübînin esâsıdır. ... Müessise, tesbit etmek için tekrar lâzımdır,” (Sözler)
Namazın içinde çok tekrarlar vardır, meselâ her rekâtta Fatiha okunur ve namazın sonunda tesbih, hamd ve tekbir cümleleri otuz üçer defa tekrar edilir. Bu tekrarlarla ibâdet binası inşa edilmekte, yükselmekte kemâle ermektedir. O itirazcıların vehimleri esas alınsa, namazın sadece bir rekâtında Fatiha okumak, sadece namaza başlarken tekbir getirmek, namaz sonunda tesbihat yaparken de bir defa Sübhanallah, bir defa Elhamdülillah, bir defa da Allahu Ekber demek kâfi gelecektir.
Demek oluyor ki, her tekrar kusur değildir. Bazı tekrarlar tesis için ve meseleyi zihinlerde ve kalplerde iyice tespit etmek için yapılırlar. Bir başka sorunun cevabında da ifade ettiğimiz gibi, “Bir duvarı örerken aynı işi sürekli tekrarlarız. Bir sıra örmekle yetinmez, duvar tamam oluncaya kadar tuğlaları yan yana ve üst üste dizmeye devam ederiz.”
Kur’ân-ı Kerîmde Hz. Mûsâ’nın (as.) kıssası birkaç sûrede tekrarlanmıştır. Ancak, bu kıssa her bir sûrede ayrı bir maksat için zikredildiğinden bu tekrarlar, hakikatte, tekrar ve kusur sayılmazlar.
Bunlardan bir kaçını şöyle sıralayabiliriz:
Birçok peygamber gibi Hazret-i Mûsâ’nın da mu’cizelerine zamanın müşrikleri sihir demişlerdir. İşte, Hazret-i Mûsâ’nın âsasının sihirbazların bütün sihirlerini yutmasına, Firavun ve etbaının sihir demeleri, Peygamber Efendimize (asm.) yapılan bu sihir isnadının Hz. Mûsâ’ya da yapıldığını hatırlatmaktadır.
İlahlık taslayan kibir timsali Firavun’un akıbeti nazara verilmekle, İslâm’a karşı çıkan müşriklerin de sonlarının hezimet ve mağlubiyet olacağı, hakkın batıla mutlaka galip geleceği müjdelenmekte, mü’minlere ümit ve teselli verilmektedir. Bu teselliye, sadece sahabeler değil, baskıya ve zulme maruz kalan bütün mü’minler muhtaçtırlar.
Hz. Mûsâ’nın (as.) Hazret-i Hızır ile yaptığı seyahatin nakledilmesi, kader konusunda çok mühim mesajlar vermektedir. Hz. Mûsâ aleyhisselâmın dahi bilemediği ve Hz. Hızır’dan ders almaya ihtiyaç duyduğu bu gibi İlâhî sırlarla mü’minlerin fazla meşgul olmamaları, bilhassa belâ ve musibetler karşısında Allah’ın hikmetine ve rahmetine itimad etmeleri ders verilmektedir.
Cenâb-ı Hakk’ın, dilerse, fâcir ve kâfirleri bile dine hizmet ettireceği hakikatine, Hz Mûsâ’nın Firavun’un sarayında büyüyüp yetişmesi en güzel bir misaldir.
“Allah size yardım ederse size galib gelecek kimse olamaz...” (Al-i İmran Suresi, 3/160)
âyet-i kerîmesindeki hakikat dersine Hazret-i Mûsâ’nın Firavun’a galip gelmesi en büyük bir misaldir ve Müslümanların en güç şartlarda bile ümitsizliğe düşmelerine lüzum olmadığının en müessir bir dersidir.
Hz. Mûsâ’nın Allah’ı görme talebine karşı “Sen beni göremezsin” buyurulması, Allah’ın bu âlemde görülemeyeceğini ders verir. Üstad Hazretleri, Peygamber Efendimizin (asm.) “Mi’rac yoluyla beka âlemine girdiğini” ve Cenâb-ı Hakk’ı bu dünya âleminde değil, o beka âleminde gördüğünü beyan ediyor. Demek oluyor ki, Hz. Mûsâ’nın (as.) görme talebinin yerine gelmemesi o büyük mazhariyete bu dünyada kavuşmak istediğinden dolayıdır.
Bu kıssadaki çok mühim bir ders de Firavun’a yumuşak sözlerle tebliğ yapılmasının emredilmesidir. Cenâb-ı Hak, ilahlık taslayan bir düşmanına bile iki peygamberini birlikte gönderiyor ve ona iman ve tevhidin tebliğini istiyor. Ve bu tebliğin de yumuşak bir şekilde yapılmasını bilhassa emrediyor.
İşte, Kıssa-yı Mûsâ’da böyle daha nice hakikat derslerinin verilmiş olması, bu kıssanın tekrarını kusur tevehhüm edenlerin aldandıklarını ve tekrarların son derece hikmetli olduğunu gösterir.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Habbe.
(2) bk. Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam.
(3) bk. age., Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Hayat-ı ruhiye cihetiyle muhtaç olunan neviler nelerdir?
İnsan ruhunun birçok ihtiyaçları vardır, bu ihtiyaçlardan en önemlisi ve en büyüğü Allah’a iman esasıdır. Ve Kur’an binlerce ayeti ile ruhun bu ihtiyacını karşılamaktadır. Ruh ile Allah arasındaki bağ ve ihtiyaç beden ile nefes alma gibidir.
İnsan ruhunun en önemli ihtiyaçlarından biri de bekadır, yani sonsuz yaşama arzusudur. Kur’an insan ruhunun bu ihtiyacını ahirete iman esası ile karşılamakta ve yüzlerce ayeti ile bunu yapmaktadır.
İnsan ruhunun diğer bir ihtiyacı da ibadet ve duadır, Kur’an ruhun bu ihtiyacını dua örnekleri ve ibadet emirleri ile karşılamaktadır.
İnsan ruhunun birisine tevekkül etme ve dayanma ihtiyacı vardır, Kur’an insanın bu ihtiyacını kadere iman esası ile karşılamaktadır vesaire...
Özetle insanın ruhani ve manevi hayatını düzenleyen, ihtiyaçlarını karşılayan ve insana bu cihette yol gösteren Kur’andır.