"İ’lem Eyyühel-Aziz! Nübüvvet-i Ahmediyeyi (asm) isbat eden delillerden biri de tevhiddir..." Bu İ'lem'i izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem Eyyühel-Aziz! Nübüvvet-i Ahmediyeyi (asm) ispat eden delillerden biri de tevhiddir. Evet, meratibiyle tevhid bayrağını kâinatın en üst tepesi üstünde dikmiş olan ve enzar-ı âleme karşı makamlarıyla beraber tevhide dellâllık eden ve enbiyanın mücmel bıraktıkları hakaiki tafsilatıyla beyan eden ve açıklayan ancak ve ancak Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır. Binaenaleyh tevhidin hakikat ve kuvveti nisbetinde nübüvvet-i Ahmediye (asm) hak ve hakikattir."(1)
Peygamber Efendimizin (asm.) en büyük ve temel davası tevhiddir. Yani Allah’ın bir olduğunu, şeriki olmadığını, O’ndan başka Ma’bud olamayacağını ilan ve ispat etmesidir.
Allah Resulü (asm), insanlık âlemini Kur’ân ile irşada başladığında, bütün dünyada şirk hâkimdi. Arap yarımadasında putperestlik hükmediyordu. İnsanlar kendi elleriyle yaptıkları putlara tapıyor, Allah’a doğrudan ibadet edilemeyeceğini savunuyor, putları şefaatçi olarak görüyorlardı.
Ötede Hıristiyanlık âlemi, üç ilah safsatasına inanıyor, Hz. İsa’ya Allah’ın oğlu diyorlardı. Beride, Yahudiler Üzeyr aleyhisselama Allah’ın oğlu diyorlardı. Mecusiler ateşe tapıyor, Hindistan’da ineğe tapma inancı hâlâ devam ediyordu. Görünürde bugün ateizm dediğimiz, ta’til inancına saplananlar yok gibiydi, herkes bir şeye inanıyor ve ibadet ediyordu, ama bunların hepsi batıldı, hepsi şirkti, hepsinin sonu hüsrandı. İşte, böyle bir dönemde, Habib-i Kibriya Efendimiz (asm.) tevhid davasını gönüllere yerleştirmek ve şirkin bütün nevilerini ruhlardan söküp atmakla vazifelendirildi. Elinde, baştan sona kadar tevhid davasını izah ve ispat eden Kur’ân-ı Kerim vardı.
Fatiha Sûresi Kur’ânın bir hülasası olduğundan, bu mânayı o sûrede bütün açıklığıyla görmekteyiz. Sûrenin başında; “Ne kadar hamd ve sena varsa, kimden gelse, kime karşı da olsa bunların hepsinin Allah’a mahsus olduğu” ifade ediliyordu. Bu ise tevhid idi. Sonra, Allah’ın bütün âlemleri terbiye ettiği kaydediliyordu. Bu ise, Rububiyette, yani mahlûkatı terbiye edip kemale erdirmekte Allah’ın şeriki olmadığını bildiriyordu. Devamında, gerek dünyada gerek ahiretteki bütün rahmet tecellilerinin, ancak bütün bu âlemleri ve içindeki her şeyi terbiye eden Rahmân ve Rahîm’e has olduğu ilan ediliyordu.
“Mâlikiyyevmiddin”, din gününün, ahiretin yegâne sahibinin de Allah olduğunu bildiriyordu.
Yaratılmışlara yahut insanların elleriyle yapılan putlara değil ancak, bütün âlemleri terbiye eden Allah’a ibadet edileceğini ve yalnız ondan yardım dileneceğini ifade eden “İyya ke na’büdü ve iyya ke nestein” âyetleri de tevhid-i mabudiyeti ders veriyorlardı.
Sonraki âyetlerde ise bu istikamet yolunda giden “sırat-ı müstakim” ehlinden ve yine bu yoldan sapan “mağdup ve dallin” güruhlarından bahsediliyordu.
Kur’ân-ı Kerim'de, ilk surede Allah’ın bütün âlemleri terbiye ettiği ilan edilirken, son surede de Allah’ın Rabbü’n-nas olduğu, yani insanları ancak O’nun terbiye ettiği nazara veriliyordu.
Tevhidle başlayıp, tevhidle son bulan bu İlâhî fermanda birçok âyet-i kerimede tevhid dersi veriliyordu.
Bu “İ’lem”de, Allah Resulünün (asm.), tevhidin bütün mertebelerini ve makamlarını insanlık âlemine ders verdiğine bilhassa dikkat çekiliyor. Bu konu üzerinde de kısaca durmak gerekiyor:
Tevhidin mertebeleri denilince evvela üç mertebe akla geliyor, bu üç mertebenin de ayrıca çok dalları ve makamları mevcut.
Bu üç mertebe; tevhid-i zat, tevhid-i sıfat ve tevhid-i ef’aldir.
Tevhid-i zat; Cenâb-ı Hakk’ı, zatında bir bilmektir. Yani, varlığı vacib olan, ezelî ve ebedî olan yegâne zat Allah’tır. Ondan başka bütün zatlar, bütün varlıklar mümkindirler, mahlûkturlar; evvelleri ve ahirleri vardır.
Allah’ın Zât’ı gibi, sıfatlarının da evveli yoktur, onlar da ezelî ve ebedîdirler. Mahlûkatın sıfatları da kendileri gibi, mahlûktur, sınırlıdır.
"Lâ havle ve lâ kuvvete illa billah" cümlesi, kudret sıfatında tevhidi,
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. … " (Bakara Suresi, 2/32).
âyet-i kerimesi ilim sıfatında tevhidi, “Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (Tekvir Suresi, 29) âyet-i kerimesi ise irade sıfatında tevhidi ifade eder.
Tevhid-i Ef’al; fiillerde tek yaratıcının Allah olduğunu bilmek demektir. Güneş'in doğup batması, dünyanın dönmesi, rüzgârın esmesi gibi cansız varlıklarda görülen fiilleri Allah yarattığı gibi, canlıların da bütün fiillerini yaratan O’dur.
Şu var ki, ihtiyarî fiillerde insan bir işi dilemedikçe Cenâb-ı Hak onu yaratmıyor. Meselâ, insan bir yere gitmeyi dilemedikçe, kendisi yerinden zorla kaldırılıp o mekâna cebren sevk edilmiyor. Ancak, gitmeyi irade etmesinden sonraki bütün safhaları da yine Allah yaratıyor. İnsanın bir adım atması nice kimyevî reaksiyonlarla gerçekleşiyor. Bedendeki hücrelerin çalışmasından, yerçekiminin onu tutmasına, havanın onun ciğerlerini temizlemesine, güneşin ona yol göstermesine kadar bütün işleri Allah yaratıyor.
Tevhid-i ef’al’e birkaç misal:
“İhya”, yani hayat verme bir fiildir. Bütün canlılara hayat veren ancak Allah’tır.
“Terzik”, yani rızık vermek bir başka fiildir, bütün canlıları rızıklandıran da yine ancak Allah’tır.
“Tedvir”, yani devrettirmek, döndürmek de ayrı bir fiildir. Elektronlardan, gezegenlere karar her şeyi devrettiren de yine Allah’tır.
Bu fiillerin her birinin icrasıyla ayrı bir İlâhî isim tecelli ettiğinden, fiillerdeki bu tevhidi isimler için de düşünebiliriz: “Rızıklandırma fiilini icra eden Allah, Rezzak'tır. Rızık verici ancak O’dur, bir başka Rezzak yoktur” gibi. Sonsuz denecek kadar bu İlâhî fiiller ve isimlerden sadece birkaç misal vermiş olduk. Misaller çoğaltılabilir.
Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) bu âlemde görülen bütün fiilleri Allah’ın yarattığını beşeriyete ders verdi ve şirke en ufak bir yer kalmadı.
“Binaenaleyh tevhidin hakikat ve kuvveti nisbetinde nübüvvet-i Ahmediye (asm) hak ve hakikattır.”
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Zerre.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü