Külliyat'ta birçok yerde rastlanan, "tevhidin mertebeleri" ifadesinden ne anlamamız gerekiyor?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Tevhid; Allah’ı bir bilmek, birliğine iman etmek demektir. Allah’ın birliğinin hadsiz ve birbirinden farklı delilleri, ayineleri vardır.

La ilahe illallah kelime-i tevhiddir. Bunu takip eden vahdehu (Allah birdir) kelimesi tevhidin bir iktizasıdır. Yâni Allah’tan başka İlah yoktur diyen kişi, Allah’ı bir bilmiş olur. Lâ şerikeleh, kelimesi Allah’a şerik koşmayı men eder, bu da tevhidin bir başka iktizasıdır.

Aynı şekilde, Lehül mülk (Mülk umumen onundur), Ve lehül hamdü (bütün hamd ancak O’na mahsustur; Yuhyi (hayatı veren ancak O’dur), Ve yümit (ölümü veren ancak O’dur), Ve hüve hayyun la yemut (O hayat sahibidir ve ölümden münezzehtir), bi yedihi’l- hayr (Bütün hayır O’nun elindedir), Ve hüve alâ külli şeyin kadir (O her şeye kadirdir), Ve ileyhi’l- masîr (dönüş ancak O’nadır). İşte Allah’ın birliğine iman etmek bütün bu hükümlere de inanmayı gerektirir.

Mümit ismi, solmuş ve dalından düşmüş bir yaprakta tecelli ettiği gibi, ölmüş bütün hayvanlarda ve vefat etmiş tüm insanlarda da tecelli eder. İşte bu sonsuz denecek kadar çok ölümlerin hepsinin Mümit isminin tecellileri olduğuna iman etmekle tevhidin azim bir mertebesini hayretle tefekkür ederiz.

Mümit ismi gibi bütün fiilî isimlerde de aynı tevhid tecellileri aşikâra görülür. Mesela, Malik isminin tecellilerine baktığımızda “Bütün mülk âleminin yegâne sahibi ve maliki Allah’tır” der, tevhidin bir başka azim mertebesini fikren temaşa ederiz.

Meselâ, Rezzak Allah’tır diyen bir kişi ne ağaçları, ne toprağı, ne de devleti hakiki rızık verici bilmez. Bunların her biri bir sebeptir. Hiçbiri rızık yaratamaz ve Rezzak olamazlar. Rezzak isminin tecellisiyle sekiz milyon olduğu tahmin edilen hayvan türlerinin sayısız fertlerinin her gün rızıklandıklarını düşündüğümüzde aynı azametli tevhid hakikatini bu defa rızıklandırma fiilinin tecellilerinde okumuş oluruz. Misalleri artırabiliriz.

Keza, Hâdi ancak Allah’tır diyen bir insan, bütün peygamberleri de, bütün mürşidleri ve âlimleri de hidayet nimetinin kendisine ulaşmasında birer sebep olarak görür.

“Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara tezellül edip minnet çekme. Onlara temellûk edip boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Her şeyin anahtarı O’nun yanında, herşeyin dizgini Onun elindedir.” (20. Mektub)

Allah’ın birliğine iman eden insan, her şeyi O’nun mahlûku, O’nun eseri bilir. Sebepleri de O yaratmıştır, onlardan alınan neticeleri de. Ağaç da O’nun eseridir, meyveler de. Bu iman, insanı sebeplere aşırı ehemmiyet vermekten ve onlara layık olmadıkları ölçüde hürmet göstermekten alıkoyar. Onlar olmasa sanki nimetlere kavuşamayacakmış gibi bir hataya düşmekten korur.

Tevhidin mertebelerine gelince, bu konuda şöyle bir tasnif yapılmıştır: Tevhid-i zât, tevhid-i sıfat ve tevhid-i ef’al.

Tevhid-i Zât, Allah’ın Zât’ının bir olduğuna, şeriki olmadığına inanmaktır.

Tevhid-i sıfat; Allah’ın bütün sıfatlarının sonsuz, mutlak ve sermedî olduğuna, mahlûkata takılan sıfatların ise sınırlı olup Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileri olduklarına iman etmektir. Meselâ, Lâ havle ve lâ kuvvete illa billah (Allahtan başka kimsede havl ve kuvvet yoktur) kelamı kudret sıfatının birliğini ifade eder. Mahlûkata takılan bütün kuvvetler hep Allah’ın ihsanıdır, O’nun yaratmasıyladır.

Keza, meleklerin dilinden verilen bir tevhid dersinde de “Sübhaneke lâ ilme lena, illa ma allemtena” (Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz; senin bildirdiğin dışında bizim bir ilmimiz yoktur.) kelamı da Allah’ın ilim sıfatının birliğini ders verir. Bütün ilimler Allah’ın ihsanıdır. Bir kısmı doğrudan ihsan edilir, meleklere bildirilen hakikatler gibi. Bir kısmı ise mahlûkun iradesini ilme yönlendirmesi neticesi ihsan edilir; insanların ilimleri gibi.

Ruhumuz mahlûk olduğu gibi ona takılan bütün sıfatlar da mahlûktur. Bütün varlıklardaki bütün sıfatları da Allah yaratmıştır. Bunu böyle bilmek tevhid inancının zarurî bir lazımıdır.

Tevhid-i Ef’al, fiillerde tek yaratıcının Allah olduğunu bilmek demektir. Güneşin doğup batması, dünyanın dönmesi, rüzgârın esmesi gibi cansız varlıklarda görülen fiilleri Allah yarattığı gibi, canlıların da bütün fiillerini yaratan Odur. İnsanın ve bütün hayvanların ızdırarî fiillerini, yani kalplerinin çalışmasını, gıdalarının hücreye, kana dönüşmesini Allah yarattığı gibi, insanın ihtiyarî fiilerini de O yaratır.

Şu farkla ki, ihtiyarî fiillerde insan bir işi dilemedikçe Cenâb-ı Hak onu yaratmıyor. Meselâ, insan bir yere gitmeyi dilemedikçe, kendisi yerinden zorla kaldırılıp o mekâna cebren sevk edilmiyor. Ancak, gitmeyi irade etmesinden sonraki bütün safhaları da yine Allah yaratıyor. İnsanın bir adım atması nice kimyevî reaksiyonlarla gerçekleşiyor. Bedendeki hücrelerin çalışmasından, yerçekiminin onu tutmasına, havanın onun ciğerlerini temizlemesine, güneşin ona yol göstermesine kadar bütün işleri Allah yaratıyor.

Tevhid-i ef’ale de birkaç misal verelim:

“İhya”, yani hayat verme bir fiildir. Bütün canlılara hayat veren ancak Allah’tır.

“Terzik”, yani rızık vermek bir başka fiildir, bütün canlıları rızıklandıran da yine ancak Allah’tır.

“Tedvir”, yani devrettirmek, döndürmek de ayrı bir fiildir. Elektronlardan, gezegenlere karar her şeyi devrettiren de yine Odur.

Bu fiillerin her birinin icrasıyla ayrı bir İlâhî  isim tecelli ettiğinden, fiillerdeki bu tevhidi isimler için de düşünebiliriz: “Rızıklandırma fiilini icra eden Allah, Rezzaktır. Rızık verici ancak odur, bir başka Rezzak yoktur..” gibi.  Sonsuz denecek kadar çok olan bu İlâhî fiiller ve isimlerden sadece birkaç misal vermiş olduk. Misaller çoğaltılabilir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 4.643
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...