"İnsan, âdeta kâinatın bir misal-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki, enva-ı âlemin ekser numunelerini camidir." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Lem’alar’da geçen şu ifadeler konunun en güzel açıklamasıdır:
“Evet, nasıl ki, insanın anasırları, kâinatın unsurlarından ve kemikleri, taş ve kayalarından ve saçları nebat ve eşcarından ve bedeninde cereyan eden kan ve gözünden, kulağından, burnundan ve ağzından akan ayrı ayrı suları, arzın çeşmelerinden ve madeni sularından haber veriyorlar, delalet edip onlara işaret ediyorlar. Aynen öyle de insanın ruhu âlem-i ervahtan ve hafızaları levh-i mahfuzdan ve kuvve-i hayaliyyeleri âlem-i misalden... ve hakeza, her bir cihazı bir âlemden haber veriyorlar.”(1)
Misal-i musağğar; “küçültülmüş misâl, hülasa, maket” demektir. Bir çekirdek, ağacının küçük bir misalidir. Bir kitabın fihristi onun küçük bir misâlidir. Keza, bir ülkenin haritası yahut bir binanın maketi de onun küçük bir misali gibidir.
Meyve ve içindeki çekirdek, ağacın misal-i musağğarı olduğu gibi, bu kâinat ağacının meyvesi olan insan da onun küçük bir misâli gibidir.
Bu konu birkaç yönden ele alınabilir:
Birisi; bu âlemde vazife alan elementler insanda da küçük ölçüde, bulunmakta ve vazife yapmaktadır.
İnsanın bedeni, şu görünen âlemin bir küçük misali olduğu gibi ruhu ise gayb âlemlerinin misali gibidir.
İnsan bedeni ruhla idare edildiği gibi, bu kâinat da birçok kanunla idare edilmektedir.
Konuyu ilahi isim ve sıfatların tecellileri cihetiyle ele aldığımızda, bu büyük âlemde tasarruf eden ilahi sıfatlar insanda da küçük mikyasta tasarruf etmektedir. İnsan ruhuna verilen kudret sıfatının bedeni sevk ve idare etmesi, Güneş'in gezegenlerini döndürmesinin bir küçük misalidir.
Diğer taraftan, bu âlemde mevcut birçok âlemler insanda küçük mikyasta temsil edilmektedir. Hafızamız levh-i mahfuzun, hayalimiz misal âleminin, kalbimiz arşın, ruhumuz ruhlar âleminin bir küçük misali gibidir.
Öte yandan çevremizi kuşatan birçok varlığın bazı hususiyetlerinin bir benzeri de farklı insanlarda bir başka şekilde kendilerini gösterirler. Eşya için kullandığımız, yumuşak-sert, alçak-yüksek gibi ifadeleri, insanın ruh dünyası, seciye ve ahlak âlemi için de kullanırız. Pamuk gibi yumuşak insan da vardır, taş gibi sert insan da. Sakin insanlar da vardır, fırtına gibi esen öfkeli insanlar da.
Merhum Necip Fazıl’ın şu mısraları bu manayı çok güzel ifade eder:
“Boşuna gezmişim yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.”
İnsanın cansızlar âlemiyle böyle ince münasebetleri olduğu gibi, bitkiler ve hayvanlar âlemiyle de bazı ittifak noktaları vardır. Onların bazı hususiyetleri insanın karakter dünyasında da bir başka şekilde kendini gösterir. Bukalemun gibi renk değiştiren, tilki gibi kurnaz, canavar gibi insafsız, gül gibi şirin, diken gibi iğneleyici mizaçlar, insanlık âleminde de farklı şahıslarda kendini gösteriyorlar.
Ve nihayet, insanın imanı ve güzel ahlakı melekler âleminden haber verirken, nefs-i emmaresi de şeytanı hatırlatır.
Bir noktaya da kısaca değinelim: Soru cümlesinin başında “O zihayat, mesela şu insan” buyurulması başka canlıların da bu âlemin küçük birer misali olduklarına işaret etmektedir. Şu var ki, bu mana en mükemmel şekilde insanda kendini göstermektedir.
İnsanla alakalı bir tarif cümlesinde, “İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi” buyuruluyor. Demek oluyor ki, diğer hayvanlar ve bitkiler de bu kâinatın meyveleridir. Nitekim insanlar henüz yaratılmadan bu mahluklar yaratılmışlardı ve kâinat bunlara hizmet ediyor, bunları yetiştiriyordu. Ancak, en son ve en cemiyetli meyve insandır. Aynı mana misal-i musağğar meselesi için de geçerlidir.
1) bk. Lem’alar, Otuzuncu Lem'a, Altıncı Nükte (HAŞİYE)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar